36

36. BÖLÜM: İLİUS İLE NEWTON’UN BULUŞMASI VE VARİSLER

İlius ve Newton bir süre sessiz kalarak birbirlerine baktılar. Sanki farklı bir gezegenden gelen uzaylıya bakar gibi halleri vardı. Derin sessizliği Newton bozdu:

“Sen İlius olmalısın.”

“Evet benim”

İlius hala ne diyeceğini, ne düşüneceğini bilemiyordu. Newton misafirinin etrafında bir tur attıktan sonra

“Sağlıklısın” dedi ve ekledi

“Sağ kolun hariç”

İlius’un sağ kolu yerinden çıkmıştı ve nereye gittiği bilinmiyordu. Az olan kanamayı pansumanla durdurduktan sonra sardılar. O anda gözgöze gelen İlius ve Newton gözyaşları içinde birbirlerine sarılıp dediler:

“Başardık, başardık. Asırlardır devam eden denemeler sonucunda ışınlamayı bulduk.”

“Nasıl başardığımızı anlayamadım. Diğer kuledeki Dr. Wickens ile sesli olarak irtibata geçebiliyordum. Sonrasında bugün sabah duyduğum ses senindi. Dr. Wickens bana bir sürü şey anlatıyordu ve senden de bahsetmişti. Bana dediklerini uyguladığımda sesin daha da netleşeceğini sandım. Daha görüntüyü bile iletmemişken ışınlamayı bulmayı beklemiyordum.”

“Görüntüyü iletmenin sesi iletmekten çok farkı yok ama ışınlama çok daha farklı bir şey.”

“Peki, biz nasıl başardık?”

Bir süre sessiz kalan Newton’un bakışlarındaki anlamı görebilen İlius dedi:

“Niçin bildiklerini benden saklıyorsun. Beni buraya senin getirdiğine eminim. Ben bir şey yapmadım diyebilirim. Dediğin gibi sadece yerdeki dev mıknatısı kaldırdım. Benden önceki simyacılardan gelen ve adanın dünyadaki yerini gösteren haritayla konumumu anlattım.”

Derin bir nefes alıp bırakan Newton dedi:

“İkiz Ada tesadüfen bulunan bir yer değil. Senin zannettiğin gibi çıkan fırtınada atalarımız tesadüfen o adaya gitmedi. Dev yunus balığının gemiyi yutması tesadüftü ama gizli simyacı olan gemi kaptanı sizi o adaya götürdü.”

“Sen nereden biliyorsun?”

“Avrupaya ulaşan gemideki simyacı asıl büyük üstatmış. Sadece kendisinin bildiği nedenden dolayı simyacı talabelerine gemilere binmelerini söylemiş. İkiz Ada’ya ulaşan simyacılar bazı formüllerin olduğu parçaları kaybetmiş olmalılar ki asırlardır ışınlamayı yapamadılar.”

“Peki, İkiz Ada’nın ne önemi var? Az önce tesadüfen oraya gidilmediğini söyledin.”

Newton çok şey anlatmak istemiyordu ama yeni gördüğü misafirinin bilim hırsını bastıramayıp sürekli sorularla rahatsız edeceğini bildiği için ışınlamanın en kritik aşamaları hariç herşeyi anlatmaya karar verdi.

“İkiz Ada’nın olduğu yer antik çağlarda çok önemli bir yerdi. Antarktika’da çok eski çağlarda muhteşem bir medeniyet vardı. Adını uzaylı mı, cin mi dersin bilemiyorum ama dünya dışı varlıklarla iletişime geçtiler. Antarktika’dan uzakta, hiç kimsenin bilemeyeceği ıssız bir yer olan ve çevresindeki fırtınalardan dolayı bulunması imkânsız olan İkiz Ada bunun için en uygun yerdi. Muhtemelen Çevre Ada dediğiniz yere biyoenerji kaynağı kuruldu. Bugün seni ışınlayabilmemin sebebi kulenin böyle bir biyoenerji kaynağında olmasıdır. Zaten bahsettiğiniz uzun yaşam iksiri de bu biyoenerjinin etkisiyle olmuştur. Işınlama için sadece birkaç uygulama yeterliydi ama bunların ne olduğunu sorma, anlatmam.”

Başını öne arkaya sallayan İlius bakışlarıyla patron sensin mesajı verdi.

“Yani ışınlama için ışınlanan ve ışınlanılan yerden sadece birinin biyoenerji merkezinde olması yeterli mi?”

“Evet, Londra biyoenerji merkezi üstünde olmamasına rağmen ışınlandın. Belirli bir çapa sahip alanın dışında kaldığı için kolun başka bir yere ışınlanmış olmalı veya bilemiyorum parçalandı.”

“İlahi beyanda Hz. Süleyman kıssasında Belkıs’ın tahtının ışınlandığı anlatılıyor. Hz. Süleyman’ın sarayı böyle bir biyoenerji kaynağı üzerinde olmalı. Bu kıssa da senin anlattıklarını doğruluyor.” diyen İlius ekledi

“Anladığım kadarıyla ışınlamayı insanlığın hizmetine sunmak istemiyorsunuz. Dr. Wickens ses ve görüntünün iletimini zamanla paylaşacağını ve yakın zamanda yeni icatların kullanıma gireceğini söyledi. Onun sizden izin aldığından şüphem yok.”

Newton cümlenin devamında niçin ışınlamanın kullanılmasını istemiyorsunuz sorusunun sorulacağını ama İlius’un bunu sormakta çekindiğini anladı.

“Sana bir şey soracağım” dedi Newton

“Sence bilim bugün mü ileri, 5.000 yıl önce mi ilerideydi?”

“Normalde bugün cevabını vermem gerekiyor ama az önce anlattıklarından sonra cevabım 5000 yıl öncesidir.”

“Evet simyacı kardeşim” diye cevap veren Newton tekrar sordu

“Günümüzde ışınlama olmadığı gibi ses ve görüntünün iletimi hakkında hayal bile yok. Sence simyacı üstatlarımız bu bilimsel bilgilere nasıl sahip oldular, çok mu çalıştılar, bu iş çalışmayla hallolacak bir mesele mi?”

İlius, Newton’un ne demek istediğini anlamıştı. Yazının icadı 3-4 bin yıl öncesine gidiyordu. 5 bin yıl önce mağaralarda yaşayan, tarımı yeni öğrenen, hayvanların bir kısmını evcilleştirebilmiş insanoğlu nasıl olur da ışınlamayı bulabilmişti.

“Burada üstat olan sensin, dinliyorum” diye cevap veren İlius’a Newton tebessümle karşılık verdi. Dışardaki havayı işaret edip devam etti:

“Mevsimlerde devridaim vardır. Bugünkü kış 1 yıl sonra tekrar gelecektir. Güneş akşam batacaktır ama yarın tekrar doğacaktır. İnsanlık ve bilimde de bu devridaim vardır. İlerleyen bilimle birlikte insanlık müthiş medeniyerler kurar, yaptığı icatlarla konfor ve feraha kavuşur. Ama rahat batar ve kendi kendini yok eder ve herşey sıfırlanır. Yani tekrar ilkel insan ve teknolojisiz hayata döner. Araştırmalarıyla tekrar ilerler ve çağdaş medeniyetler kurar. Soruma dönersek, şunu demek istiyorum;

Simyacı üstatlarımızdan gelen formüller bizden önceki ileri medeniyetten gelmiş olmalı. Dünya’daki hayal bile edemeyeceğin büyük patlamalardan sonra formüllerin yazılı olduğu papirüsler veya taşlar bir şekilde korunmuş olmalı. İkinci ihtimal ise uzaylıların birilerine teknolojiyi kademe kademe öğretmesiyle bilim ilerlemekte ve çağdaş medeniyetler kurulmaktadır.”

“Haklı olabilirsin ama hayal bile edemeyeceğimiz kadar büyük dünyadaki herkesi öldürecek bir silahın olmasına aklım ermiyor. Ayrıca ışınlamanın neyi insanlığı yok edebilir?”

“Çevremizde gördüğümüz her şey gözle göremediğimiz zerreciklerden oluşmuştur. Bir şekilde bu zerreleri parçalarsak ortaya çıkacak enerjiyi tahmin edemezsin. Dua edelim de bunu yapamasınlar. Aksi durumda dünyanın sonunun geleceğinden şüphen olmasın.

İnsanoğlu ilk keskin aleti gıdaları parçalamak için kullandı ama sonra bu aletle birbirlerini öldürdüler. Işınlama teknolojisine sahip güç odakları askerleri, silahları ışınlayıp yenilmez ordularla insanları köleleştirecektir. Yapacakları kötülükleri saya saya bitiremem.”

Newton anlatmaya devam edecekti ki, içerden gelen tıkırtılardan sonra birden sustu ve fısıldayarak dedi:

“Hemen dolaba gir, bu adamlar seni görürlerse buraların yabancısı olduğunu anlarlar.”

İlius’un dolaba girmesinden birkaç saniye sonra açılan kapıdan içeriye birçok adam girdi. Liderleri olan dazlak dedi:

“Sana verdiğimiz süre doldu. Sen hâlâ bu kulede ve Alpler’deki kulede neyi araştırdığınızı söylemedin. Dr. Wickens kimin sesini duymaktaydı, hiç kimse olmamasına rağmen duyulan o ses kime aitti?”

“Size daha önce de dedim. Adamınız delirmiş olmalı. Bu kulelerde hiç kimse yok. Amacımız yıldızları gözlemleyip gök biliminin gelişimine katkı sunmaktır.”

Başını sağa sola sallayan dazlak “Hâlâ bana yalan söylüyorsun.” dedi ve adamına işaret yaptı. Newton’un bırakın beni bağırışları arasında zorla ona bir şey içirttiler.

“Bu içtiğin şey civadır. 12 saat süren var. Bu sürede bize doğruları anlatmazsan panzehiri sana vermeyeceğiz. 12 saat sonra yavaş yavaş öleceksin. Benden söylemesi tercih senin.”

Dazlak çıktıktan sonra adamlarına kulenin etrafından ayrılmalarını emretti.

“Zaten panzehirin bizden başka hiç kimsede olamayacağını biliyor. Her şeyi anlatmaya niyeti varsa bizi bulur.”

“Konuşursa onu öldürmeyecek miyiz?” diye soran adamına alay dolu tebessümle cevap verdi:

“Tabii ki öldüreceğiz. Tanrılarımıza dünya çapında bir bilim adamını kurban verme sözünden cayamayız. Aksi durumda bizi lanetlerler.”

Birden öfkelenip bağırdı

“Lanet olası Wickens’ı bulun. Lanet olası kardinalle beraber olduğunu görenler olmuş. Londra’dan çıkmadan onları bulmalıyız.”

Saklandığı yerden çıkan İlius’un ilk cümlesiydi:

“Aman Tanrım! İnsanlara güvenmemekte haklıymışsın. Ama onları polise şikâyet edebilirsin.”

“Kimi kime şikâyet ediyoruz. Şehri yönetenlerin çoğu mistik örgütün adamı.”

“Seni korkutmak için hiç bilinmeyen bir zehir verdiklerini söylemiş olamazlar mı?”

“Hayır, içirdikleri şeyin civa olduğunu biliyorum ve bu zehrin panzehiri yok. Bu yüzden dedikleri gibi 12 saat sonra öleceğim.”

İlius Newton’un sakince öleceğinden bahsetmesine anlam verememişti. Gözlerinde hiçbir korku ve endişe görmeyince sordu:

“Ölmeyi kabullenmiş halin var.”

Newton çok uzaklara bakıp dedi:

“Artık çok yoruldum. İnsanlar akıl tutulması yaşıyorlar. Onların beni boğduğunu hissediyorum. Gördüğüm yanlışlardan, mantıksız uygulamalardan bahsedince beni hainlikle, kâfirlikle hatta şeytanlıkla suçluyorlar. Katolikler, Ortodokslar, Protestenlar, Müslümanlar, yıldızlara tapanlar, hayatın tesadüflerle başladığını inananlar, kralcılar, muhalifler…hiçbirine yaranamadım. Onların boş ve suni tartışmalarından da halkın ahmakça her anlatılana inanmasından da bıktım.”

Newton birden ayağa kalkıp dedi:

“Şimdi beni boşver. Seni ne yapacağız, buna karar verelim. Buralarda duramazsın, mistik örgüt sendeki tuhaflığı sezer. Bu kıtadan uzaklara gitmelisin.”

İlius Lord’dan kaçarken Lordların kucağına oturdum diye düşündükten sonra dedi:

“Tamam, ışınlamanın nasıl gerçekleştiğini tam olarak anlatmak istemiyorsun ama en azından adamdaki talebelerimi ışınlayarak buraya getirsek ve imkân varsa adadaki diğer insanları”

Başını sağa sola sallayan Newton dedi:

“Işınlamanın gerçekleştiği yerde yüksek miktarda enerji birikir. Bahsettiğin mağara ve kule toz duman olmuştur. Belki kule sağlam kalabilir ama bahsettiğin depremleri de göz önüne alırsak kulenin ömrünün uzun olamayacağını söyleyebilirim.

İyi haber şu ki, az önce buradan ayrılan adamlar yüksek sesle konuşurken duydum. Dr. Wickens ve kardinal diye biri mistik örgütten kurtulabilmişler. Dr. Wickens’ın adalılara yardım etmek için gemi bulacağından şüphen olmasın.”

İlius’un koluna bakan Newton aradığı çözümü bulmuştu.

“Aynı senin gibi sağ kolu olmayan ve sana benzeyen din adamı var. O, her konuda sana yardım eder. Onun görüntüsü bende var, yüzünün ve saçlarının aynısını silikon diye bilinen maddeden hazırlayabilirim. 12 saat dolmadan bitirebilirim.”

“Tamam, beni düşünüyorsun ama orada ben tek başıma yaşamak istemiyorum. Talebelerimin ve ailemin de yanımda olmasını istiyorum.”

Newton, tebessümle dedi:

“Tanrı’ya inanır mısın, bilmiyorum ama bugün şanşlı günündesin. Dr. Wickens’a bıraktığım emanetlere göre 3 semavi dine hâkim olan bulabileceği tek âlim az önce sana bahsettiğim tek kollu âlimdir. Dediğim gibi Osmanlı âlimi yabancı sayılmaz ama nereden tanıdığımı sorma. Şimdi derin simyacılık tarihine girmeyelim.”

Newton İlius’a yardım etmesi ve onun güvenle İznik’e ulaşması için güvercinle sadık yaverine haber gönderdikten sonra kulede kanlı ayinle öldürülmeyi bekledi ama bir süre sonra tarihteki birçok bilim adamı gibi intihar etmeyi tercih etti.

                                  **********

İlius, herşeyi anlatmıştı. Sizden gizlediğim sırrım veya gizli formül yok dedi. Başını kaldırdığında bir adamın elinde mavzerle karşışında durduğunu gördü, onu tanımıştı

“Petrus sen olmalısın”

Abraham ile birlikte odadaki herkes şaşkın gözlerle Petrus’a bakmaktaydı.

Petrus silahını indirmeden anlatmaya başladı:

“Bakıyorum ki bugün herkes elindeki taşları döktü. Abraham’ın birşeyler çevirdiğini biliyordum ama İlius’un talebesi olacak kadar ileri gideceğini tahmin edemezdim.”

Abraham babasına yaklaşmak istediyse de Petrus buna izin vermedi

“Baba bu kadar çok kızacak ne var. Bütün bu oyunu sizi Lord’dan ve adadan kurtulmak için oynadım.”

“Sana kızdığımı nereden çıkartıyorsun, ben sadece az önce senin dediğin gibi üstadıma verdiğim sözü tutuyorum.”

Abraham konuşmakta zorlanarak dedi:

“Lord senin üstadın mıydı? Yıllar önce ona hizmet etmiş olman onun senin üstadın olduğu anlamına gelmez.”

“Hayır, ben onun talebesiydim. Sıradan bir hizmetçi gibi davrandım. Sen doğunca seni yetiştirmemi istedi. Yasak kütüphaneye gitmeni istemiyor gibi davrandım ama sana büyük tepki göstermeyerek kendini yetiştirmene izin verdim.”

“Böyle davranarak Lord, Abraham ile neyi planladı?” diye soran Noah’a Petrus cevap verdi:

“Uzun yaşasa da birgün öleceğini biliyordu. Ölmeden önce tahtına Abraham’ı oturtacaktı.”

“Ama şato altındaki tünelin yerini sen söyledin baba. Adadan kaçarken senin yardımların oldu. Madem Lord’un talebesiydin niçin bize yardım ettin?”

“Dedim ya benim asıl görevim senin yetişmeni sağlamaktı. Senin akıllı, cesur, şavaşcı, tecrübe sahibi olman için Lord’a diklenmeni engellemedim. Uçarak şatoya gireceğinden haberim yoktu, gece yatağında uyuyor olduğunu sandım. Şatodaki tünelin yerini Linda söyleyince sesimi çıkartamadım. İlius’un ormandaki gizli evinin yerini söyledim ama gerizekalı askerler mağara evi bulamadılar. Kâbiller Adası’na gitmemenize ikna edemedim.”

“Lord’u bu kadar çok sevdiğine göre Seth’i sen vurmuş olmalısın” diyen Noah’a

“Evet, Lord’a geminin gölde olduğunu söyleyerek onu kurtarmayı düşündüm ama Seth’in onu vurmasını engelleyemedim.” cevabını verdi.

“O aptal adam, Lord’u vurduğu an intikam almak için kendi kendime yemin ettim. Herkes benim ada için ağladığımı zannetti ama Lord için ağlıyordum.”

Abraham Linda’nın Petrus’la hareket etmediğini anlamıştı. Gözünün önünde üstadı ve kayınpederi olan İlius’un öldürülmesini izleyemezdi. Öne doğru gelip üstadının önünde mavzerin tam karşısında durdu ve dedi:

“Cesedimi çiğnemeden İlius’u öldüremezsin.”

Mark, Noah ve âlim de Abraham’ın önüne geçip bakışlarıyla Petrus’a aynı cümleyi söylediler. Petrus’un bakışları kalbindeki ve aklındaki büyük şavaşı ele vermekteydi. Abraham çantasından çıkardığı hediye paketlerini uzatıp dedi:

“Baba sana ve anneme hediye almıştım. Beni öldürürsen kaçmadan önce bunları almayı unutma”

Petrus’un elleri titremeye başlamıştı. Bir süre sonra tutmakta zorlandığı gözyaşları yanağına kadar gelmişti. Hızla mavzeri elinden atıp “yapamam” diyerek Abraham’a sarıldı.

Aradan asırlar geçmişti, bilim ilerledikçe Newton’un ne kadar büyük bir bilim adamı olduğu daha fazla anlaşıldı. Ünlü Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart’ın yayınladığı “Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100 Kişi” adlı kitabında Newton, ikinci sırada yer almıştı. Yirminci yüzyılın son yılında yüz önde gelen fizikçi ile gerçekleştiren milenyum oylamasında Isaac Newton, tüm zamanların en iyi ikinci fizikçisi olarak seçildi.

Isaac Newton’un vârislerinin vârisleri yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarında Londra’da bir toplantı gerçekleştirdi. Londra’daki toplantı, vârislerden birinin sözleri ile başladı:

“Değerli dostlarım, çeyrek asırda bir yaptığımız bu toplantının diğerinden ayrı bir özelliği var. Sizin de bildiğiniz üzere üstadımız Newton’un ışınlama ile ilgili bazı formüllerini ismi bizde saklı ABD’deki bir üniversitedeki ilim adamıyla paylaştık. Sonuç bizim beklediğimiz gibi oldu.”

“Yani verdiğimiz mesajı anladılar, diyorsunuz.”

“Öyle olduğunu ümit ediyorum. ‘Diğerleri’ diye bahsettiğimiz mistik örgütün adamları, verdiğimiz mesajı almıştır.

Mistik örgütün en büyük propagandası şuydu:

Dev piramitler gibi büyük sırlar taşıyan yapıların ancak ileri bir teknoloji ile yapılabileceğini anlattıktan sonra firavunların Tanrı olduklarını da hatırlatarak eğer insan semavi dinlerin bahsettiği Allah’a karşı çıkar ve bilimle kendini geliştirirse hem firavun gibi Tanrı olur hem de onun gibi devasa yapılara, muhteşem bir güce sahip olur! Newton’un vârisi olarak verdiğimiz mesaj şuydu.” diyerek devam etti:

“Sizler bilimin zirveye ulaştığı bu çağda Tanrı olmaya ramak kaldığınızı hayal ediyorsunuz. Hâlbuki asırlar öncesinden Tanrı’nın peygamberi olan Hz. Süleyman ışınlamayı gerçekleştirmişti ve sonra Allah’a şükretmişti. Kimin teknolojisi daha ileri, Hz. Süleyman’ın mı sizin mi? Işınlamaya çalıştığınız o hayvanın kanının duvarlara çarpması da mı sizi akıllandırmadı?”

    İlius’un tavuğu ışınlamaya çalışırken bir şekilde bu hayvanı patlatıp kanının duvarlara çarptığını anlatan tecrübesinden esinlenerek bu mesajı hazırlamışlardı.

Başkan mirasçı anlatmaya devam etti:

“Bizim bilgilerimizden ve formüllerimizden esinlenerek icat edilen telsiz ve onun daha geliştirilmişleri maalesef önce askerî amaçlarla kullanıldı. Bir süre sonra sivil amaçlar için kullanılmalarına izin verdiler. Dostumuz Einstein bulunmasına katkı sunduğu nükleer enerjinin  savaş için kullanılması karşısında büyük üzüntü yaşadığını ve Japon bilim adamlarından özür dilediğini biliyoruz. Yani ışınlama ile ilgili nihai formülümüzü ifşa etmek için hâlâ erken olduğunu söylüyorsunuz.”

“Evet, ama üstadımızın bir diğer gayesi olan mistik örgüt ve benzeri grupların insan ve ruhu katletmesi karşısında aynı Allah’a inanan müminlerin birlikte hareket etmesi meselesinde daha önemli adımlar atmalıyız.”

Kardinalin, hahambaşının ve Noah’ın vârisleri:

“Ümit ediyoruz bu başarıyla gidersek bu asrın ortalarına doğru dinlerini, ırklarını, geleneklerini, göreneklerini, atalarının miraslarını şahsi menfaatleri için kullanan sözde din önderlerinden ve yöneticilerden kurtulacağız. Böylece inançlarımızı orijinal hâliyle yaşadıkça bozgunculara üstün gelip yeryüzünü akıl ve kalple yeniden yeşillendireceğiz. Bu huzur ortamını gördükten sonra ışınlama ile ilgili formülümüzü gönül rahatlığı ile ifşa edeceğiz. Ortaya çıkacak enerjinin dosta güven, mistik grup gibi bozguncuların kalplerine ürperti vereceğinden eminim.”

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned