32

32. BÖLÜM: OSMANLI ÂLİMİNİN GİZEMİ VE YARDIMI

Âlim onları izleyen adamın hâlâ sokağın başında beklediğini görünce izlerini kaybettirmek için akşamı beklemeleri gerektiğini söyledi.

Dr. Wickens’in âlim ile tanışmasından beri kardinalin ve onun benzer anlayışa ve üsluba sahip olduğu dikkatini çekmişti. İkisi de tevhit inancının temel öğretilerini vurgulamaktaydı ve dinî hamasetten, cennet satmaktan ve kendilerini öne çıkarmaktan uzak bir üsluba sahipti.

İki misafirin ve âlimin bilmediği tarihsel bir gerçek vardı. Asırlar öncesinde şu an bulundukları yerleşim yerinde yani İznik’te bir konsil düzenlenmişti. Bölgedeki devlet baskısı, adını öne çıkartmak isteyenler ve dinî değerleri politik güç olarak kullanmak isteyen mirasyediler samimi inananlara karşı galip gelmişti ya da samimi inananlar öyleymiş gibi görünmek zorunda kalmıştı. İnançlarını ve yaşamlarını sürdürmek için zalim yönetime karşı gizlenmek zorunda kalmışlardı.

Zalim diyemeyip nefsine yenilmişler olarak tanımladıkları dindaşlarına karşı kalplerindeki Hz. İsa emanetlerini saklamak zorundaydılar. Aynı evin içinde olup da kalbi farklı sevgilerle çarpanlar gibiydiler. Gücü elinde bulundurup siyasi otoriteyi arkasına alanların kalbi menfaat, para, makam diye çarparken diğerlerininki sevgi, kulluk ve kandırılmışlar için af diye atmaktaydı. Arianus’un çevresindeki samimi inananlar, Hz. İsa’nın emanetlerini taşımaya devam ettiler.

Tarih ilginç tesadüflerle doludur. Bir zamanlar ayrılık tohumlarının ekildiği bu coğrafyada şimdi birlik beraberlik tohumları yeşermekteydi. Bozguncuların samimi inananları birbirlerine düşürme planı tutmadı denilemezdi ama dünyanın finali diyebileceğimiz kıyamet gününe birkaç asır kala aynı deryaya akan samimi maneviyat ırmakları birbirine kavuşmak üzereydi.

Türklerin Anadolu’ya gelip etkin bir güç olduğu dönemde bilinçli, samimi Hristiyanlar, Müslümanların ajanı olma iftirasına maruz kalmışlardı. Oysa onların tek derdi Mesih’in öğretilerini yaşamaktı. Aralarından bazıları hain damgası vurulmaması için Avrupa’ya göç ederken kalanlar Müslümanlar arasında varlıklarını devam ettirdiler.

    Anadolu’dakiler zamanla Müslümanlar arasında inançsal konularda derin farklılıklarının olmadığını görerek İslamiyet’i tercih ettiler ama Mesih’e olan sevgilerinden de hiçbir şey kaybetmediler. Zaten Mesih’e olan sevgilerinin Müslüman olmalarına engel olmadığını bildikleri için bunu gizlemek zorunda da kalmadılar. Bununla birlikte bazı cahil Müslümanların Hristiyanları küçümseyen ve onların doğrudan cehenneme gideceklerini anlatan ifadelerinden dolayı rahatsız olmadılar değil. Bu anlayışa tepki olarak asırlar boyunca evlatlarına Müslümanlardan bazı inançsal farklılıklarının olduğunu anlattılar.

Türklerin İstanbul’u fethinden sonra oluşan sulh atmosferinin etkisiyle eski birliklerini kaybettiler. Âlimin dedesi bu grubun Anadolu’daki son üyesiydi. Tevhit inancının temel öğretileriyle büyüyen âlim, gittiği her mecliste tek olan Allah’ın isim ve sıfatlarını kendisine has üslubuyla anlatmasıyla, fert veya milletleri yargılayıcı olmayıp vasıflar üzerinden olaylara bakan tarzıyla hem halkın hem diğer İslam âlimlerinin takdirini kazanmıştı. Kardinal ise aynı grubun Avrupa’ya giden ekolündendi. Onlar da bulundukları coğrafyada hâkim olan inançsal anlayışı görerek kendi öğretilerini orada da gizlemeye karar verdiler.

Engizisyon mahkemelerinde idam edilen, yakılan, kâfir ilan edilenleri görünce yaşadıkları çekingenlik büyük bir korkuya dönüştü. Ancak hakikati arayana ve talep edenlere Tanrı’nın tek olup Hz. İsa’nın diğer peygamberler gibi insan olduğunu söyleyebildiler. Zamanla aralarındaki bağ kopmuştu. Toplumlarından kendilerini soyutlamadıkları gibi onlar da ataları gibi hain damgası yememek için gizliliği tercih etmişlerdi. Ta ki beklenen Mesih, yeryüzüne tekrar ininceye kadar böyle olacaktı.

Dr. Wickens, önce kader arkadaşına sonra âlime baktıktan sonra:

“Dostum, bana buraya gelmeden önce Mevlana’dan bahsetti. Biraz araştırınca sizin tabirinizle son ilahi beyandaki: ‘Allah sizin Mevla’nızdır (O) ne güzel Mevla ne güzel yardımcıdır. (8,40)’ ayetini göz önüne alırsak siz Allah’ı anlatan bir kelimeyi veya ünvanı bir insan olan Mevlana’ya vermişsiniz. Hristiyanlar, baba tabirini Tanrı için kullandı diye veya çok sevdiğimiz İsa için kullandı diye onları Allah’a şirk koşmakla suçladınız. Sözün özü siz kendi insanınıza Allah’ın bir ismiyle hitap ederken sorun yok ama Hristiyan biri bunu yapınca kâfir diyorsunuz. Sizce de bu tezatlık ve adaletsizlik değil mi?” dedi.

“Ama aynı şey değiller.” diyen âlim, tebessümle devam etti:

“Mevla arkadaş, dost demektir. Yani Mevlana’nın tüm insanları sevdiğini ve sevgisinde sınırsız olduğunu anlatmak için bir benzetmedir.”

“Ne yani Mevlânâ insanları Allah kadar çok mu seviyor? Bunu mu söylüyorsunuz? Allah’ın bir ismi olan Mevla’dan başka bir isim bulunamadı mı? Başka bir kelime, ünvan kullanılsa daha iyi olmaz mıydı?”

“Bu ünvanın çıkış kaynağını tam bilmiyorum, hassas bir konu ve sana biraz hak veriyorum ama bunu söyleyenlerin niyetlerinde şirk olmadığından da eminim.”

“Ben de bizimkilerin şirk niyetinde olmadığından eminim. Kurtarıcının gerçekten Tanrı olduğuna inananları bu gruba dâhil edemem, Sümerlerden beri gelen bir anlayıştır. İnsanlar kendilerine çok iyiliği olan kişilere baba derler. Şüphesiz insanoğluna en büyük iyiliği yapan Tanrı’dır. Bu yüzden “Tanrı Baba” ifadesini kullanırız. Allah’ın bir başka ismi olan Tanrı ismini bir insan olan İsa’ya vermemiz sizin anlayışınıza göre şirk olmamalı.”

“Niyeti anlattığın gibi olanlarla ümit ediyorum ki cennette bir araya geleceğiz.” diyen âlim, kahveleri tazelemek için kalktığında kardinal dostu:

“Bakıyorum da benden öğrendiklerini anlatmaya başlamışsın bile.” dedi.

Dr. Wickens âlimi sıkıştırmaya kararlıydı:

“Bu topraklardaki bazı insanların anlayışına göre sadece Tanrı varmış, başka bir şey yokmuş. Bu ne demek? Sen, ben, hepimiz Tanrı’nın parçası mıyız? Bizden birileri Mesih için Tanrı’nın oğlu deyince onları sapkınlar, diye ilan ediyorsunuz. Bu tezatlık değil mi?” diye sordu.

“Evlat, bu anlayıştakiler Allah nezdinde kendilerini sıfırlamak için böyle tefekkür ediyorlar. Enaniyetlerini kabartıp tanrılık iddiasında bulunmak veya onun parçası olmak için değil.” dedi âlim.

“Aralarından hiç böyle enaniyetlilerin çıkmayacağının ve sapkınca ifadeler kullanmayacağının garantisi var mı?”

“Haklısın, böyle bir garanti yok.”

Bu sırada ayağa kalkan âlim camdan dışarıya bakınca telaşla başını içeriye çevirdi:

“Gündüz tek kişi vardı, şimdi görebildiğim kadarıyla üç kişiler ve içlerinden biri eliyle evin arka bahçesine işaret ediyor. Dostlarım, bence hemen çıkmalıyız, bunların niyeti evi basıp bizi esir almak gibi! Ön kapıdan çıkamayız, bizi görürler!” dedi.

Kardinal yerinden kalkarak:

“Hemen üzerinizi giyinin, onlar harekete geçmeden arka kapıdan çıkmalıyız.”

Âlim ve iki misafir arka kapıdan çıktıktan sonra yan komşularının duvarlarını aşıp onun bahçesine girdiler. Çıkan gürültüyle bahçeye çıkan komşusuna sus işareti yapan âlim ona gündüzkü adamların sayısının arttığını ve kaçmak zorunda olduklarını açıkladı. Kıvrak zekâlı komşusu onları buradan güvenle çıkarabileceğini söyledikten sonra elinde üç çarşafla evinden çıktı:

“Bunlar her tarafınızı örtecektir. Sizi kadın zannedecekler, rahatça caddeden geçip uzaklaşabilirsiniz.” dedi

Artık âlim de mistik örgütün hedefindeydi. İki kişi olan kader arkadaşları üç kişi olmuştu. Mistik grup farkında olmadan düşman gördüklerine en büyük iyiliği yapmaktaydı. Onun için komaya girmek kadar tehlikeli bir duruma sebebiyet vermekteydi.

Yeryüzünde en çok inananı olan iki semavi dinin etkin kişilerini ve şimdiye kadar ki en saygın bilim adamı olarak kabul edilen Newton’un vasiyetini bir araya getirmişti. Başka bir deyişle yeryüzünü bir insan olarak kabul edersek bu canlının kalbi niteliğindeki semavi dinleri ve aklı niteliğindeki bilimi biraraya getirmişti. Tarih tekerrür etmişti, zalimlerin planı yine ters tepmişti. Kader arkadaşları, kiraladıkları at arabasıyla önce İstanbul’a oradan kayıkla Heybeliada’ya geçmişti.

Kardinal ve Dr. Wickens, Noah ile tanıştıklarında onun burada görevli bir din adamı olup Eski ve Yeni Ahit ile ilgili dersler yaptığını öğrenince onun Hristiyan olduğundan emin olmuşlardı. Bu yüzden ona dinini sorma ihtiyacını hissetmediler. Âlim, onların Noah hakkında yanlış bir hükme vardıklarını anlamıştı ama açıklama yapmanın gerekli olmadığını düşündü.

Gerçekte Noah, tüm semavi dinlerin ve batıl dinlerin kitaplarını, hükümlerini adı gibi iyi bilen devrinin sayılı kişilerinden biriydi. Bunun için yıllarca Vatikan, Kudüs ve Mekke’de bulunmuştu. O da arkadaşı gibi Müslüman kimliğinden ziyade tevhit inancına sahip anlayışını öne çıkartan biriydi. Sahip olduğu misyon ve vizyon bunu gerektiriyordu. Noah, misafirlerin anlattıklarını büyük bir sabırla dinledi. Anlatılanları kafasında toparlamaya çalıştı.

“Bir ada var, burada insanlar zulüm altındalar. Bir buluşla seslerini Avrupa’daki birine ulaştırıyorlar. Sayılı günlerinin kaldığını ve volkanın her an patlayabileceğini söyleyerek yardım istiyorlar.” diye anlattıktan sonra misafirlerine sordu:

“Meselenin özeti böyle diyorsunuz, öyle mi?”

Âlim, kardinal ve Dr. Wickens’e bakarak:

“Size demiştim, beni değil onu inandırın.” dedi. Sonra aklına bir şey geldi:

“O insanların ataları asırlar önce o adaya gitmiş diyorsunuz. Peki, onların önderi falan yok muymuş? Çıkan tarihî eserlerde belki isimleri yazıyordur.”

“Evet isimlerini demişti.” diyen Dr. Wickens, şakağını kaşıdıktan sonra: “Hatırladım, biri Younus diğeri Yesra.” diye ekledi.

Noah araya girerek:

“Onların zalim bir kraldan kaçtığını da anlatmıştınız, onun adı neydi?” diye sordu.

“Adı böyle Rum ismi gibi bir şeydi.” dedikten sonra: “Evet evet, Tabyus’tu.” diye cevapladı.

“Emin misin Patyus olmasın?”

“Yani yakın kelimeler, evet haklısınız Patyus olmalı.” dedikten sonra devam etti Dr. Wickens:

“Mesih’in vefatına yakın tarihlerde iki gemi olarak yola çıkmışlar. Biri hedef limana ulaşmış, oradan da Roma’ya yakın bir yere gitmişler. Ama diğer gemi kaybolmuş. Yaklaşık üç yüz kişi olduklarını hatırlıyorum.”

Noah, başını salladıktan sonra “Sizlere inanıyorum.” dedi ve anlatmaya başladı:

“Siz gelmeden arkadaşım arkeolog Mehmet ile görüştüm. Daha yeni kazı alanından gelmiş. Dediğine göre Kütahya-Simav arasında Arizona adında antik bir şehir olduğunu düşünüyormuş. Çünkü daha yeni çıkardıkları tablette Arizona’nın Minyepolis şehrine bağlı olduğu, zalim Kral Patyus’a biat etmeyip Tanrı’nın tek olduğunu söyleyen inananların iki gemiyle ülkeyi terk ettiği, gemilerden birinden haber alabildikleri ama diğerine ne olduğunu bilemedikleri ve yaklaşık üç yüz kişinin kayıp olduğu yazıyormuş.”

“Ama bahsettiğin yerde, Kütahya’da deniz yok.”

“Tabletin çıktığı yer olan Arizona, Kütahya’da ama asıl olayların yaşandığı yer olan Minyepolis’in İzmir yakınında Efes civarında bir yer olduğunu düşünüyorlar. Başka bir tablette anlatılan Yedi Uyuyanların Minyepolisli olduğunu ve Efes’e yakın bir mağaranın özelliklerinin hem kutsal kitabımızda hem de tablette anlatıldığı gibi olduğunu göz önüne alırsak bu görüşün doğruluğunu anlarız.”

“Tabletler onlardan bahsettiğine göre bu kişiler önemli kişiler olmalı.” diyen kardinale Noah cevap verdi:

“Hem de çok önemli kişiler. Arkeoloğun anlatmasına göre Kral Patyus’un hedef tahtasına koyup halkı onlara karşı kışkırttığı bu topluluk sadece gemiyle Avrupa’ya geçmemiş çok daha fazla kişinin kara yoluyla Avrupa’ya göçtüğünü başka tabletlerden biliyoruz.” dedikten sonra:

“Sizin ilginizi çekecek asıl kısım şudur ki bugün Avrupa’nın tevhit inancına sahip olmasını bu insanlar sağladı. Onların attıkları tohumlar sayesinde Mesih’in havarileri zorlansalar da Allah inancını anlatabilmişler ve kısmen başarılı olabilmişler.”

Kardinal tebessümle mukabelede bulundu:

“Diyorsun ki onlara bir vefa borcumuz var. Atalarının bize yaptığı bu iyiliği en azından onların torunlarına sahip çıkarak cevap verelim diyorsun.”

“Evet haklısın, ben yola çıkmaya hazırım.” diyen Noah niyetini belli etti ve ekledi:

“Söylemeyi unutacaktım. İki adam kazı alanındaki bazı tablet ve eserleri çalmaya çalışırken yakalanmış. Hafiye arkadaşımın dediğine göre adamlar hapse gireceklerini anlayınca bu işi neden yaptıklarını anlatmışlar. Yahudi cemaatinden Seth adında biri onlara çok para vadetmiş fakat nasıl olduysa kadı onları tutuklamamış. İşin ilginç olan bir diğer tarafı, dediklerine göre Seth, İznik’teki iki yabancının peşindeymiş.”

“O iki yabancı biziz.” dedi Dr. Wickens kaygı dolu bakışla:

“Peki çözüm ne olmalı? Adalıları ve kendimizi ölümden nasıl kurtarabiliriz?”  diye sordu.

Noah çözüm şıklarını sıralamaya başladı:

“Devlet-i Aliyye yönetiminden yardım istesek bize inanmaları zor, inandırsak bile Karlofça Antlaşması’ndan sonra birçok yer kaybettiğimiz için Avrupalı Devletlerle yeniden karşı karşıya gelmek istemeyeceklerdir. Bu adanın, Yeni Dünya’nın ve sömürge topraklarının arasında olduğunu söylüyorsunuz. Yani bir düzine gemi oraya gitse bile çapraz ateşten sağ çıkamazlar. Ayrıca donanmamızın çoğunun yakıldığını da biliyoruz.”

“Üstadım Newton’un vasiyeti devlet yöneticilerine emanetlerinden ve formüllerinden bahsedilmemesi. Yöneticilerin bunları isteyeceği aşikâr, az önce siz dediniz kadının suçluları serbest bıraktığını. Bu sırlar devlet yönetimine sızmış mistik örgüt tarafından ele geçirilebilir. Bu yüzden bu seçeneği hiç düşünemeyiz.”

Noah:

“Peki…” diyerek ikinci şıkkı anlattı:

“Okyanusa, dev dalgalara dayanacak bir gemiyi alabilecek parayı nereden bulacağız? Hadi bulduk diyelim, bu mistik örgütün Avrupa’dan buraya kadar gelmesi bu işin peşini bırakmadıklarını ve pes etmeyeceklerini gösteriyor. Biz ne kadar gizlesek de koca gemiden haberleri olur. Buldukları ilk fırsatta gemideki bize ve adamlara acımadan katliam yaparlar. Deryanın ortası onlar için kaçınılmaz bir fırsat, feryadımızı duyan bile olmaz.”

“Üçüncü şık var mı?” diye sordu kardinal.

“Evet, madem adanın tam yerini bilmedikleri için sizi izliyorlar, bir şekilde adanın tam yerini bu manyaklara söyleyelim. Gitsinler onlar kurtarsınlar.”

Kardinal kafasını sağa sola sallayarak söze girdi:

“Adadakiler, Yaratıcı’nın olduğuna inanıyorlar. Üstelik ellerindeki kutsal kitap büyük ihtimalle bilinen en eski kitabe olabilir. Semavi dinlere düşman olan bu grup sizce onların oradan sağ çıkmalarına izin verir mi? Kutsal metinlerin içine koymaya çalıştıkları mitolojik tanrıları, efsaneleri, mistik öğretileri nasıl koyacaklar? Foyaları ortaya çıkar yani kendi ayaklarına sıkmış olurlar. Bu yüzden onları oradan canlı çıkartmazlar.”

Âlim ayağa kalkıp önerisini sundu:

“Nasıl olacağını bilemiyorum ama onların içine bir adamımızı koysak adalılara nasıl davranmaları ve ne söylemeleri gerektiğini anlatsa onların sağ salim adadan çıkmalarını sağlamış oluruz. Sonrasında o insanlarla bir şekilde iletişime geçeriz. Eğer bunun gibi bir yönteme mecbur kalırsak güvenebileceğimiz tek bir kişi var.”

Meclisteki herkes dikkatini âlimin son sözüne çevirmişti, kimdi bu kişi?

“Benim eski dostum İstanbul Hahambaşı Ariel!”

Onların emin misin, der gibi baktıklarını görünce kendinden emin bir sesle dedi:

“Bana ne kadar güveniyorsanız ona da o kadar güvenin!”

Ekip vakit kaybetmeden yola çıkmıştı. Hahambaşı, onları gözlerden uzak bir yerde misafir ettikten sonra dedi:

“Siz söylemeden ben söyleyeyim, buraya gelme sebebiniz o çok uzaklardaki İkiz Ada mı?”

Herkes şaşırmıştı, hahambaşı bunu nasıl biliyordu?

“Bunu bana Seth dedi. Hatta İznik’te iki yabancıyı izlediklerini de anlattı.”

Diğerlerinin bakışlarından:

“Hahambaşı da bu mistik örgüte hizmet ediyor, başımız belaya girmeden buradan gidelim!” dediklerini anlayan âlim tebessümle dedi:

“Dostum, ben seni tanıyorum ama dostlarımız seni bilmiyorlar. Bize anlatır mısın? Bu iki misafirimizin canına kastetmeye çalışan Seth ile senin bağın ne?”

 “Bizim cemaattendir, onun ne kirli işler çevirdiğini biliyorum. Spinoza’nın öğretilerinden uzak durmasını çok defa ona söyledim. Spinoza gibiler kelimenin tam anlamıyla katildirler.”

“Spinoza’nın fikirlerini kabul etmeyebilirsiniz ama onu veya onun görüşlerini benimseyenleri katillikle suçlayamazsınız. Bizim anlatacağımız herifler yıldızlara tapan ve onlar için insan kurban eden mistik bir örgütle ilgili, ikisi farklı şeyler.” dedi Dr. Wickens.

“Cahilliğimi affedin. Kim bu Spinoza?” diye sordu âlim.

“Tam adı Baruch Spinoza, Musevilik tarihinde aforoz edilen ve lanetle anılan birkaç Yahudi’den biridir.” diyen Noah, hahambaşının kendisine sertçe baktığını görünce özür dileyerek sustu. Hahambaşı:

“Badem bıyıklı genç izin ver, kendi adamımı kendim anlatayım.” deyince herkes kıkırdadı. Böylece hafif gerginlik kırılmış oldu.

“Önceleri onun fikirlerini önemsememiştik, dikkat çekmek için söylediği ifadeler diye düşünmüştük. O daha da ileriye gitti, kendine ilginç dostlar edindi. Çalgılı, sazlı, sözlü eğlenceleri ibadetmiş gibi sunmaya başladı. Katolik Kilisesi’ne karşı çıkan bu zihniyetteki arkadaşlarıyla evler açtılar. Tabii ki, raks ederek, eğlenerek ibadet etmek özellikle gençlerimizin hoşuna gitti ve bu evlere yönelmeye başladılar.”

“Bu sapkınca anlayışı kiliseye de sokmaya çalıştılar.” diye araya girdi kardinal.

“Ama kiliselerde ilahi söylenir, sinagogda da var diye biliyorum.” diyen Dr. Wickens’a hahambaşı cevap verdi:

“Tanrı sevgisi ve din, diyanet anlayışı kazandırmak için söylenen çalgılı ilahilerle şehveti tahrik edici şarkıların söylenmesi farklıdır. Birincisi ibadethanelerde söylenebilir ama ikincisi asla! Üstelik bu tavır, ibadet diye sunulursa buna iblislik denir.”

Âlim:

“Sakin ol dostum, iblislik sözünü geri alsan?” deyince ona da cevap verdi:

“Bu tehlikenin ne kadar büyük olduğunu Müslümanlar bilmiyorlar, sizin içinize de bu anlayışı yerleştirmeye çalışıyorlar. Çok yakında sen de bana hak vereceksin.”

Âlim, hahambaşına hak vermiyor değildi ama ona göre bu anlayışın camiye girmesi imkânsızdı. Ona göre camiyi bekleyen başka tehlikeler vardı.

 “Biz de ittifak etmeliyiz, birbirimizle didişmekten vazgeçmeliyiz. İman hakikatlerini güçlü bir şekilde savunduktan sonra ibadet helal ve haram konusunda isteyen istediğine tabi olur. Bu tek bir dinin ortaya çıkması değildir. Üç semavi dinin orijinal öğretilerini koruyarak sapkınlığa karşı mücadele etmesidir.”

Âlim ve kardinal, hahambaşının söylediklerini tarttıktan sonra bu teklifin kendi inançlarına aykırı bir yönü olmadığını düşündüler. Bununla birlikte sözlerini dikkatle seçmeleri gerektiğini, aksi durumda bozguncuların bu beraberliği provoke etmeye çalışacaklarını akıllarından geçirdiler. Derin sessizliği Dr. Wickens’in sözleri bozdu:

“Beni yanlış anlamayın ama konumuz ne Spinoza ne de dinler. Asıl meselemiz olan adaya odaklanalım!” dedikten sonra sordu:

“Anlamadığım şey, Seth neden size kanunsuz işleri anlatıyor?”

“Asıl sebep, kızıma âşık olup onunla evlenmek istemesidir. Bu evliliğe izin vermek için onun böyle sapkınlıklardan uzak kalmasını söyledim. Uyarılarımı dinliyor mu diye kontrol etmek için onun yanından ayrılmayan biri var. Evet gelgitler yaşıyor ama bana karşı çıkamaz.”

“Ee bizi izlettirmiş, tabletleri çalmaya çalışmış. Demek ki sizi dinlemiyor.”

“Hayır yanılıyorsun.” diyen hahambaşı, tebessümle devam etti:

“Bunları ben istedim, amacım başarısız bir kaçırma operasyonu ile sizi korumaktı. Zaten tabletleri çalmaya çalışanlar da beceriksiz iki ayyaştı. Seth olmazsa o mistik örgüt taşeron olarak başkasını bulacak. En azından kontrollü zarar vermelerine izin vermiş gibi bir şey yapıyoruz.”

“Yani Seth çift taraflı oynuyor! Emin misiniz bizi satmayacağına?”

Hahambaşı kahkaha attı:

“Evet, sen hiç âşık olmadın mı, seven ne yapmaz?”

“Ama kızınızı bunun için kullanmanız doğru olmaz.”

“Kullanma ifadesini duymamış olayım. Kızım da ona deliler gibi âşık.” dedikten sonra:

“Ben onu ikna ederim, onların adamı gibi o adaya gidebilir.” dedi.

Noah âlimin teklifini de hatırlayarak nihai teklifi sundu:

“Biz bir gemi hazırlayalım, gemi tayfası ile beraber Seth de olsun. Seth mistik örgüte bu gemiden bahsetsin.”

“Yani onların içlerindeki adamı gibi davranıp aslında bize yardım edecek. Geminin adaya ulaşma ve oradan ayrılma tarihlerini onlara önceden söylesin. Adaya ulaşınca ben oradaki insanlara mistik örgüte karşı ne diyeceklerini nasıl davranacaklarını anlatırım. Bizim gemi onları alıp tam adadan ayrılırken örgütün gemisi bize baskın yapacak. Biz habersizmiş gibi telaşla gemide dolanırken Seth uydurmaca şekilde tüfeği ile beni vuracak. Ben iyi bir dalgıç ve yüzücü olduğum için su altında ilerleyerek gemiden uzaklaşabilirim.”

“Tamam, sen ölmüş gibi denize düşerek kurtuldun. Yani attığı kurşun sana isabet etmese de vurulmuş gibi denize düşeceksin. Adalılar da nasıl davranacaklarını, konuşacaklarını bilecekleri için kurtulacaklar. Peki, tayfa nasıl kurtulacak?”

“Orada zalim bir Lord’un olduğunu söylemiştiniz. Tayfa kral tarafından öldürülmüş olsun. Yani Seth, gelen mistik gruba böyle anlatsın. Tayfa önceden kararlaştırılan bir yerde botta Noah’ı beklesin. Yanlarına birkaç günlük yiyecek, içecek alsınlar, ticari gemiye denk gelirler. Hatta kıtaya kadar kürek de çekebilirler. Zaten tayfa dediğimiz fazla olmamalı.” deyince kardinalin de fikri kabul gördü.

Âlim:

“Planımız inşallah tutar.” dedikten sonra yüzü yerde söyledi:

“Gemi, erzak, tayfa ve diğer ücretleri nasıl karşılayacağız? Yeterli paramız yok.”

Hahambaşı elini süpürür gibi yaptıktan sonra:

“Bunu dert etmeyin, bana bir gün süre verin Mısır Çarşısı’ndaki esnaftan ihtiyacımız olan parayı toplarım.”

Âlim, Musevi cemaatinin önderine dönerek:

“Onlara nasıl cevap vereceksin?” diye sordu.

“Atalarımı İspanya’da Yahudi katliamından kurtardınız. Onları gemilerle İspanya’dan buraya getirdiniz. Bu ada meselesinin, bana yüzyıllar önceki kaçış sürecini hatırlatması da insanlık adına yapmak istediğim iyiliğin bir diğer sebebi. Siz Osmanlı’dan, iyilik ve misafirperverlik gördük ve burada huzur içinde yaşıyoruz.”

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned