YER: İZNİK-İSTANBUL
Kardinal ve Dr. Wickens mistik örgütten kurtulmak amacıyla geldikleri İstanbul’da İsaac Newton’un vasiyeti üzerine onun bazı emanetlerini vermek için en uygun âlimi bulmaya çalışıyorlardı. Aradıkları âlimi İznik’te bulduklarını düşünmüşlerdi. Çünkü bu âlim, ilahi beyanları yorumlamasıyla, açıklamasıyla ve çıkarımlarıyla hurafeleri elemekteydi. Semavi dinlerin temel, orijinal öğretilerini ve gayelerini vurgulamaktaydı. Zekâsıyla öne çıkan Dr. Wickens ve samimi bir rehber olan kardinal, bu âlimin siyasi, ırksal olarak belirli bir grubu öne çıkarmayıp hedef gözetmeksizin herkese eşit mesafede olduğunu ve en önemlisi de hiçbir kişi veya topluluğu kutsamadığını fark etmişlerdi.
Dr. Wickens kardinalden Newton’un emanetlerini sormamasını istemişti. Bu sözünü tuttu ama âlimi ararken aranılan özelliklerden birini anlayamamıştı ve dayanamayıp sordu:
“Bahsettiğin özelliklerin bir âlimde olmasını beklemek makul ama bir azası eksik olsun demekle neyi amaçlamış olabilir?”
“Bilemiyorum ve ben de merak ediyorum.” diye cevap veren Dr. Wickens aklından geçirdi.
“Simyacı üstadımın gerçek niyetini gizlemek için ilgisiz, alakasız şeyleri vasiyetine yazdığından eminim ama gerçek vasiyetinin ne olduğunu bilemiyorum. Vasiyetinde din, ilim, bilim, araştırmalar, deneyler, üst düzey yöneticiler, formüller… Birbirinden bağlantısız bu kadar konu varken neyi tahmin edebilirim.”
Âlimin anlattıklarıyla doğru kişiyi bulduklarını düşünürken dış dünyadan habersiz medeniyetten uzak bir adadaki masumların canını kurtarmak için acele etmeleri gerektiğini biliyorlardı. Bildikleri uçuk gibi görünen gerçeği bu gurbet yerde nasıl anlatacaklarını ve bu gerçeklere nasıl inandıracakları da ayrı bir muammaydı.
“Dua sadece el ayasını yukarıya kaldırarak yapılmaz, kalpten geçirilen yakarış da bir duadır. Tanrı bize bir çıkış yolu nasip eder.” diyen kardinalin sözleri daha yeni bitmişti ki geride bıraktıkları âlimi tekrar karşılarında gördüler.
Evine ısrarla davet etmesini geri çeviremediler. Onun derme çatma mekânını görünce bir kez daha doğru kişiyi bulduklarını anladılar.
“Sizin aklınızda bazı problemler var gibi. Burası sizin de vatanınız, eviniz. Beni de dostunuz görün, size yardım etmek isterim.”
Kardinal, Dr. Wickens’in ada ile ilgili bahsettiklerinden haberdar olsa da Newton’un emanetleri hakkında bilgi sahibi değildi. Kendisinin de duymasını istemiyor olabileceğini düşünerek eliyle oradan ayrılmayı işaret edince Dr. Wickens kalmasını söyledi. Kardinal âlime koluna ne olduğunu, niçin bir kolunun olmadığını sormayı düşündü ama bir yabancının özel hayatıyla ilgili soru sormasının hoş karşılanmayacağını düşünerek vazgeçti.
Dr. Wickens doğrudan konuya girmektense âlimin sohbet meclisinde söylediği bir sözle onun ilmini bir kez daha test etmek istedi:
“İlim meclisinde demiştiniz, semavi kitaplar, sadece öğüt ve zikirlerin olduğu rehber değildir aynı zamanda ilme de yol gösterir. Hangi ilmî gelişmeye rehberlik etmiş anlatabilir misiniz?”
Âlim tebessümle:
“Peki, öyle olsun ama kafanızdaki asıl mesele bence bu değil. Bu sorunuza kısaca değineceğim ki çok tefekkür edip yorulmayın. Çünkü bazı çözümlerde acele etmeliyiz.” deyince kardinal ve Dr.Wickens, birbirine bakarak içlerinden geçirdiler:
“Adalıları kurtarma meselesinden mi bahsediyor?”
“’Ne yaş ne de kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık kitapta yazılmış olmasın.’
En’am suresinin 59. ayeti, bahsettiğim hakikati anlatır. Bilimin zirveye çıkacağı önümüzdeki birkaç asırda yaşayacak olan ilim adamları bu ayetin işaret ettiği anlamları ortaya çıkaracaklardır. Bununla birlikte ben cüzi aklım ve ilmimle size örnekler vermek istiyorum.
‘Demiri de onun için yumuşattık. (34,10)’ ifadesi bize madenleri bulmamız, çıkartmamız için bir hedef gösterdi. Siz de biliyorsunuz ki demir, çinko, alüminyum gibi birçok maden sayesinde hayatımız daha rahat ve refahtır.
‘Erimiş bakırı ona sel gibi akıttık.’ (34,12) ayetini referans alan insanoğlu bakırı eritebileceğini ve ondan çeşitli şekiller yapabileceğini anlamıştır. Bugün başta evlerimizdeki bakır tencere ve tavalar olmak üzere yaşamımızı kolaylaştıran birçok eşya bakırdan yapılmıştır.
‘Asi şeytanları zincirlerle bağlı olarak ona boyun eğdirdik (38:38).’ ifadesi ruh bilimine ışık olmuştur. Uygun yöntemler kullanılıp işin şarlatanlığı yapılmadığı takdirde cin gibi ruhsal varlıkları insanoğluna hizmet ettirebiliriz. Kaybolan eşyanın cinle bulunduğunu, onların tarlada çalıştırıldığını çevremde yaşanmış örneklerle size ispatlayabilirim.”
Kıkırdayan Dr. Wickens:
“Aman efendim, zaten başımızda şeytanı bile solda sıfır bırakacak insi varlıklar var, bir de bir şeyler ters gider gerçek şeytanlar da bize kancayı takar…”
“Kimmiş bu insi şeytanlar?” diyen âlim, misafirlerinin açıklama yapma niyetinde olmadıklarını fark edince devam etti:
“Bunlar gerçekleştiğini bildiğimiz birkaç örnek, ileride olması beklenenlerle ilgili birkaç örnek vereyim.
‘Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir (24,35).’ ifadesinden anlıyoruz ki ileride öyle bir şey bulunacak ki ateşsiz, dumansız çalışan bu şeyle karanlıklar aydınlanacak ve geceler gündüze dönecek. Bunu mecazi olarak söylemiyorum, gerçekten etrafına ışık verecek. Hatta başka işlerde de kullanabileceğini ayette kullanılan ‘nur’ kelimesinden anlıyoruz.
‘Nice binekleri onlar için yaratmış olmamız…(36,42)’ ve ‘Sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi (34,12).’ ifadeleri şunu anlatıyor: ‘Ey insanoğlu! Çalışın, araştırın aklınızdaki potansiyeli kullanabilirseniz bir aylık mesafeleri kısa sürede kat edebilecek vasıtalar icat edebilirsiniz.”
Âlim, farkında olmadan birkaç asır sonra keşfedilecek olan elektrikten, ampulden ve fosil yakıtla çalışan araçlardan bahsetmekteydi. Dr. Wickens bu yönde bazı çalışmaların yapıldığını bildiği için ilahi beyanların, medeniyet için işaret ettiklerinin gerçekleşeceğine inanıyordu. Ama o, asıl bam teline vuran beyanları şimdi duyacaktı.
“Hikâyenin benzerini geldiğiniz coğrafyada duymuşsunuzdur. Hz. Süleyman, Belkıs’ı Allah’a iman etmeye davet ediyor. Kraliçe olumsuz bir cevap vermese de cevabını vermiyor. Çeşitli hediyeler göndererek onu oyalıyor. Bu arada gönderdiği elçilerle onun gerçek niyetini de anlamaya çalışıyor, yani niyeti gerçekten tebliğ mi, yoksa dini kullanarak ülkesine girmeye çalışan bir işgalci mi? Hz. Süleyman, derdinin maddiyat olmadığını anlatmak için gelen hediyeleri geri çevirdikten sonra meclistekilere soruyor: ‘Kim bana Belkıs’ın tahtını getirebilir?’ Cinni varlıklar çok kısa sürede getirebileceğini söylerken ilahi beyanda yazıldığı üzere semavi kitapların esrarına vâkıf bir âlim: ‘Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm.’ dedi. (27,40)”
Dr. Wickens, heyecanla yerinden kalkarak soluk soluğa sordu:
“Bu kimin ifadesi, kimin kitabı?”
Âlim, Dr.Wickens’in tepkisine biraz şaşırmış gibi göründü:
“Dediğim gibi ilahi beyan, son kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de yazıyor.”
Dr. Wickens aklından geçirdi:
“Tamam o kitaptan haberdarım. Ben de üstadım da bu kitabın İngilizcesini zaman zaman okurduk. Hatta adadakilere de dış dünyadaki hadiselerden haberleri olsun diye bazı kısımları okumuştum ama bu metin diğerlerinden çok farklı!”
Âlim, misafirinin dinliyorum, der gibi baktığını görünce konu bölünmesin diye anlatmaya devam etti:
“Hikâyenin devamında Belkıs, kendi tahtının önüne geldiğini görünce eliyle ona dokunur, bunun sihir olmadığını anlar. Tahtının gerçekten geldiğini bu olayın ancak mucize ile açıklanabileceğini söyleyerek Allah’a iman eder.” dedikten sonra aynı konu ile ilgili bir başka metinden bahsedeceğini söyleyen âlim elindeki ekmek tanelerini yere döktü ve:
“Siz gözünüzü yerdeki tanelerden ayırmayın, ben size kahvelerinizi hazırlayıp geliyorum.” diyerek oradan ayrıldı.
Kardinal ve Dr. Wickens birbirlerine bakarak:
“Şimdi bu ne demek?” dediler.
Yerdeki nimetin başına gelen bir karınca hiç oradan ayrılmadı. Ekmeğini taşıyamayacağını ve parçalayamayacağını anlamış gibi başında duruyor ama bir yere ayrılmıyordu. İki kader arkadaşı karıncanın biraz büyük olduğu için tek başıyla bir şeyler yapmaya çalıştığını fark etmişlerdi. Kısa süre sonra birçok karınca yardıma gelmişti, hep beraber önce ekmeği parçaladılar sonra uzaktaki yuvalarına taşıdılar. Âlim elinde kahvelerle geldi ve yerdeki kırıntıların kaybolduğunu gördü.
“Ben buradan bağırıyorum, yanımdaki komşuma sesimi duyuramıyorum. Peki, bu küçük karıncalar uzaktaki yuvalarında bulunan arkadaşlarına seslerini nasıl ulaştırıyorlar?
Dikkat ettim, kafalarından çıkan uzun çıkıntılar var. Bilmiyorum ses iletimi ile bunların bir bağlantısı var mı?
Son ilahi beyanda karıncaların Hz. Süleyman tarafından ezilmemek için içlerinden reis olan bir karıncanın diğerlerine: ‘Ey karıncalar, yuvanıza girin Süleyman ve orduları farkında olmadan sizi ezmesin. (27,18-19)’ Onun bu uyarısını Hz. Süleyman’ın duyduğunu, tebessüm ettiğini ve Allah’a şükrettiğini kıssanın devamındaki ilahi metinden anlıyoruz. Sözün özü, hem kâinat kitabı hem de okuduğumuz ilahi beyan çok uzaktakilere de sesimizi ulaştırabileceğimizi söylüyor. Bunun için Allah’ın koyduğu kanunu veya bilimsel sırlarını çözmemiz gerektiğini anlatıyor.
Tek bir reis karıncanın sesini duyurabilmesi onun bir şeye sahip olduğunu gösteriyor. Diğer karıncaların hepsi değil de bir kısmı bunu duyduysa onlarda da reis karıncanın sahip olduğu şeyle uyumlu alıcılarının olması gerektiğini anlıyoruz. Eğer hepsi bunu duyduysa reis karıncanın sesinin gücünü arttırmak için bir şeyi kullandığını düşünebiliriz. Bence her iki şekilde de anlaşılabilir.
Anlayacağınız bu durum sesi çok uzaklara iletebileceğimizi göstermektedir. Önceki Hz. Süleyman, Belkıs kıssası da çok uzakları görebileceğimizi hatta oradaki cismi veya canlıyı getirebileceğimizi anlatıyor. Ama kıssada bir canlının değil de cansız tahtın gelmesi yaşayan birini uzaktan anında getirmenin zor ama imkânsız olmadığını anlatıyor.”
Dr. Wickens’ın aklından geçen ilk tepkiydi. ‘Adama bak, duyan da sanki birçok defa ışınlanan cisimleri gördü de böylesine rahat yorumda bulunuyor sanır.’
Şaşkınlık, umut, mutluluk gibi farklı duygular içindeydi. Ama anlatacağı şeylere inandırabilmek için bundan daha uygun bir an olamazdı. Âlim, geldiklerinden beri onların asıl problemlerini anlatmalarını istiyordu. Pencereden zaman zaman dışarıya bakmaktaydı eliyle çene altındaki sakalını okşadıktan sonra dedi:
“Dostlarım kaygılanmayın ama zannedersem biri sizi izliyor.” dedikten sonra pencerenin perde arkasından sokağın başında köşede duran adamı gösterdi ve ekledi:
“Burada herkes birbirini bilir. Az önce eve gelen komşum bana bu adamın burayı izlediğini anlattı.”
Dr. Wickens ve kardinal birbirlerine baktılar. Hâllerinden “Bizi burada da buldular!” dedikleri belli oluyordu.
Dr. Wickens sordu:
“Peki, az önce sesin çok uzaklara duyurulabileceğinden bahsettin. Bunu bulduğumuz bir sistem sayesinde yapabileceğimizi söylesem, buradan çok uzaklarda bir adadaki biriyle konuşabileceğimize ve onların yardıma ihtiyacı olduğunu söylesem bana inanır mısın?”
Âlim neden inanmayayım diyecekti ki kendini frenledi ve tebessümle cevap verdi:
“Tabii ki deli olduğunuzu düşünürdüm.” dedikten sonra ciddileşerek devam etti:
“Sizi tebrik ederdim, bu sayede insanlık daha refah ve rahat bir hayat sürecek diye.”
Dr. Wickens ve kardinal başlarından geçen olayları anlattıktan sonra dediler:
“Anlayacağınız bu insanlar için bir şeyler yapmalıyız. Ayrıca bahsettiğimiz sesin uzağa iletimi ile ilgili buluşun daha gelişmişi olan görüntünün ve varlığın kendisinin iletimini çözümleyen formülü…”
Âlim birden söze girerek:
“Dostlarım, daha sesin iletimini tam sindirememişken insanın veya bir varlığın aktarımından bahsetmeyin! Ben sonuçta din âlimiyim formülden anlamam. Hem bence çok önem verdiğiniz bu sırrı sadece bu işle ilgili bir kişiyle paylaşın. Açıkçası aklım size inanmasa da kalbim güvenmem gerektiğini söylüyor. Size yardım edecek öyle birini bulmalıyız ki…”
Dr. Wickens araya girdi:
“Bahsettiğimiz adadaki insanların bir kısmının İbranice konuştuğunu ve onların bu bölgeden oraya asırlar önce gittiğini göz önüne alırsak bu kişi eski kutsal kitabın öğretilerine, paganlık gibi eski dinlere hâkim biri olmalıdır.”
Kardinal:
“Sadece bu özelliklere sahip kişiler bile zor bulunur. Çünkü insanlar çevrenin baskısıyla sadece kendi dinini öğreniyor.” dedi.
“Bunun yanında cesur ve fedakâr olmalı, güçlü ve atılgan olmalı ki daha bilemediğimiz zorlukların üstesinden gelebilsin.”
Âlim:
“Size planınız ne diye soracağım ama hâlinizden belli net bir planınız olmadığı. Ama aradığınız vasıflarda biri var.” dedi.
“Nerede, ona güvenebilir miyiz?”
“Heybeliada’da Ruhban okulunda. Bana güvendiğinize göre ona da güvenirsiniz herhâlde.”
“Ne yani, arkadaşınız Hristiyan mı?”
Âlim omuzunu silkeleyerek:
“Bilmem hiç sormadım, gidince sorarsınız. Sizinle beraber ben de gideyim, hem oradaki eski dostlarımı da bu vesileyle görmüş olurum. Aslında yıllardır onları görmüyorum.” dedikten sonra ekledi:
“Bu arada benden söylemesi, bu anlattıklarınızı Noah’a nasıl anlatırsınız, onu nasıl ikna edebilirsiniz? Bence şimdiden bunu tasarlayın.”
“Ak saçlı ihtiyar dostum, Tanrı bize birçok çıkış yolu nasip eder.” dedi kardinal tebessümle.




Write a comment ...