30

30. BÖLÜM: ÇEVRE ADA’DA EKİBİ BEKLEYEN SÜRPRİZ

Abraham, adaya önceki gelişlerinde gölden bir canavarın çıkıp onların sandalını alabora edeceği hayalini hatırladı. Siyah İnci’nin adanın ilk yöneticileri hakkında anlattıklarını hatırlayarak kendi kendine güldü. Abraham, hiç kimse görmesin diye gece yarısı kendi adalarına döndükleri o gün karanlıktan bir şey görememişti ama sandal küreğinin su sesine benzer bir ses duymuştu.

Gölde herhangi bir canlı olmadığı için bu sesin kaynağı sadece insan olmalıydı. Lord’un askerlerine yakalanma endişesiyle veya uykusu kaçmış birinin göle attığı taşlarla bu seslerin çıktığını düşünerek olayın arkasını araştırmamışlardı. Şimdi o gün Lord’un yakın adamlarının hayat uzatıcı suyu alıp dönmek için Çevre Ada’ya gittiklerini anlamıştı. Herkesin evinde mışıl mışıl uyuduğu gece saatini tercih ediyorlardı ki Lord’un koyduğu kanunu çiğnediği anlaşılmasın!

Abraham:

“O derin kuyunun da oraya sıra hâlinde giden kaplumbağaların da sırrı çözüldü.” diye aklından geçirdi. “Kaplumbağalara bak, ne uyanık hayvanlar, bulmuşlar hayatı uzatan suyu, sıra hâlinde gelmişler. Aralarında nasıl güçlü bir iletişim ve organize olma hissi var ki sıra sıra kuyuya gidiyorlar?”

Abraham bu düşüncelerin ardından kendi kendine söylendi:

“İnsan mı, hayvan mı akıllı? Bazı hayvanların bazı konularda insanlardan daha yetenekli olduğu aşikâr.”

    Adada her şey önceki gelişleri gibiydi, sazlık bitince sık ağaçların olduğu koru başlamıştı. Ağaçların üstündeki renkli yüzlerce kuş gecenin karanlığında dahi görünmekteydi. Ayrıca sundukları güzel ahenkli musikiler onları rahatlatıyordu. Bir süre sonra patikada karşılarına kaplumbağalar çıktı fakat bir terslik vardı. Abraham seslendi:

“Neredeler, hepsi sıra hâlinde bu patikada ilerliyor olmalılar?”

“Kimler neredeler?”

“Kaplumbağalar. Bu patikanın sonu hayat iksiri suyunun olduğu çukura gider.”

Abraham, patikada hiçbir kaplumbağa göremeyince bu canlılarla ilgili az önce düşündüklerini göz önüne alarak:

“Acaba çukurdaki suya bir şey mi oldu?” diye aklından geçirdi. Devasa büyüklükteki derin çukura vardıklarında yanılmadığını anladı. Dibi görünmeyen derin çukurda karanlıktan başka bir şey yok gibiydi.

Noah, eline aldığı taşı attıktan sonra kulağını çukura doğru kabarttığında da hiçbir su sesi duymadı ve “Burada su yok, dipsiz bir kuyu!” dedikten sonra çenesinin altını kaşıyarak sordu:

“Önceki gelişinizden sonra deprem oldu mu? Ben buraya geldikten sonra bile birkaç defa çok şiddetli deprem hissettim.” dedikten sonra açıklamasını yaptı:

“Depremden sonra oluşan çatlaklardan suyun çevreye ve okyanusa sızdığını düşünüyorum. Anlayacağınız o su okyanuslara karıştı.”

Abraham, Mark’a yarı ciddi yarı esprili takıldı:

“Dünyaya kazık çakmanın yolunu bulduk diye sevinmiştim. Azrail bizi zor bulur diyordum ki olmadı!”

Grup geri dönerek bu ürkütücü çukurdan uzaklaşmaktaydı fakat Noah, çukurun yanından ayrılmamaktaydı.

 Onlara seslendi:

“Su yok ama bu suyla beslenen şu koca bitkiler var. Örneğin şu ananaslara bir bakın! Peki ya şu küçük olması gereken ama normalin iki katı uzunluğuna ulaşmış çalılara ne demeli? Demem o ki suya geçen her neyse çevredeki bitkilere de geçmiş. Bitkilerden de bize geçebilir, bence bu denenebilir.” diyen Noah, grubun kararsız bakışları arasında yiyebileceği, bulduğu ne kadar ot, tohum ve meyve varsa toplamaya başladı.

Abraham ve diğerleri de onun anlattıklarını makul bularak bütün bitki ve meyveleri toplamaya başladılar. Büyük yaprakların içine otları, meyveleri doldurup bohça gibi hazırlamışlardı ki yer çok şiddetli bir şekilde sallanmaya başladı. Önceki depremlerin aksine bu sarsıntı çok daha şiddetli olduğu gibi daha uzun sürmüştü. Bulundukları yerde ağaçlar sık olduğu için üzerlerine kalın bir dalın düşme ihtimali yok gibiydi fakat kulaklardaki zarı parçalayacak kadar şiddetli gürültüyü duyunca büyük bir korku yaşadılar. Ağaçlardan ve kuşlardan başka bir şeyin bulunmadığı bu adada bu neyin yıkım sesi olabilirdi? Gökten taş gibi bir şey düşse gökyüzünde aydınlanma görürlerdi. Hiçbir ışık olmadığından emindiler. Abraham, Mark’a seslendi:

“Gördüğümüz o kule yıkılmış olmalı!” dedikten sonra korku dolu gözlerle ekledi:

“Dua edelim de aslan denen o hayvanın bu tarafa geçmesini önleyen set yıkılmış olmasın!”

Mark, depremin durmasının verdiği sevinçle sırıtarak ekledi:

“Dua edelim de asıl deprem olmadan buradan gidelim. Bilmem ki yanardağ patlamadan buradan ayrılabilecek miyiz?”

Seth, kaygının verdiği korkuyla Noah’a çıkıştı:

“Hani nerede seninkiler? Biz kebap olunca mı gelecekler?”

“Sen kendi sözünü tut. Onlar mutlaka gelecekler.” dedi sakin ve emin bir ses tonuyla. Petrus, ikisine de sessiz olmalarını söyledikten sonra ekledi:

“Bu garip ses de ne?”

Grupta çıt çıkmıyordu. Uzaklardan gelen ses, bir konuşmadan ziyade bir zorluğu aşmak için çıkartılan bir tepki gibi gelmekteydi. Bir hayvan sesi olmadığından emin olduklarına göre adada başka insanlar da olmalıydı. İnsan anlamlandıramadığı seslerden ölüm tehdidi dolu ifadelere göre daha fazla korkar. Akıllarına gelen bu sesin insan dışı varlıklardan geliyor olabileceği fikri, onları daha fazla korkutuyordu. Sese doğru biraz ilerleyince birçok kişinin inleme tarzı sesler çıkardığını anladılar.

Grup hızla gidip sesin kaynağının karşısına çıkabildi ama temkini elden bırakmadan yavaş ilerlemekteydiler. Noah, sık ağaçların seyreldiği bir yerde bulunduğu aralıktan yukarıya doğru bakınca biraz yukarıda bir şeyin hareket ettiğini fark etti. Gözlerini ovuşturup dikkatle bakınca önce yüksek direkleri sonra da yeşil örtüyü gördü. O anda gayriihtiyari olarak havaya zıplayıp:

“Bunlar bizimkiler, bizi kurtarmaya gelmişler!” diye bağırdı. Hızla koşarak seslerin kaynağına gitti. Grup tam olarak bir şey anlamasa da Noah’a güvenerek onlar da koşturdular. Gördükleri manzaradan neredeyse dillerini yutacaklardı. Koca gemi, kalasların üzerinde kalın urganlarla karada deryadan ada içindeki göle taşınmaktaydı. Az önce çıkan seslerin onların kalın urganlarla gemiyi çekerken çıkardıkları sesler olduğunu anladılar. Gemi çok büyük olmasa da, yağlı kalaslar üzerinde kaygan zemin büyük kolaylık sağlasa da bu büyük bineği çekmek gerçekten zordu. İri pazılı ve gür bıyıklı adamlar terler içinde kalsalar da hâllerinden hiç şikâyetçi değillerdi. Noah, kendini kurtarmaya gelen dostlarına sarıldıktan sonra:

“Neden beklemediniz diyeceğim ama iyi yaptınız!” dedi.

Gür bıyıklı adam soluk soluğa nefes alıp verirken cevapladı:

“Öncelikle artan depremlerden yanardağın beklenenden erken patlayacağını düşündük. Ayrıca yanınızdaki kadınlar ve gençlerle setin diğer tarafındaki aslanlardan geçemeyeceğinizi de… Biz bile onlarla zor baş ettik birkaçını vurmak zorunda kaldık, barutumuz boşa gitmese de azaldı.”

“Hıı yani dediniz ki: ‘Biz kimin ecdadıyız? Karada gemi yürütmek alışkanlık hâline mi geldi?’” diyerek kahkaha attı Noah ve arkadaşları.

“Ee bu kadar mısınız?” diye sordu Noah

“Adanın içindeki iki koca adada da birçok insan var olduğunu düşünüyordunuz. Bahsettiğin Lord denilen zalimin, yanardağ patlaması sırasında oluşan kaosla birçok insanı öldürebileceğini düşünerek mümkün olduğu kadar çok kişiyi gemiye alırız diye sandalla gitmeyelim dedik. Bize saldırı olursa ok ve barutla da gereken cevabı veririz dedik.”

Noah, nüfusun çok fazla olduğunu geminin hepsini alamayacağını anlatınca pala bıyıklı tekrar cevap verdi:

“Bahsettiğiniz gölü henüz görmedim ama yeterince büyükse lavların hızını keser. Ne kadar insan varsa hepsini bu adaya getiririz. Sonra turlayarak hepsini bu adadan uzaklaştırırız.” dedikten sonra ilave etti:

“Kısmetimizden bugün hava güzel ve fırtına yok. Havanın hafif sisli olması da bizim avantajımızdır. İblisin çocukları gelince botumuzu görmemeleri için iyi olur.”

Noah, kaş göz işareti yapıp pala bıyıklıya yavaş olması gerektiğini anlattı. Seth her şeyi duysa da hakareti hiç umursamadı. Profesyonel bir tüccar gibi soğukkanlılıkla söyledi:

“Onların da gelmesi yakın. Bence acele etmeliyiz, düşündüğümüzden erken gelirlerse İstanbul’a cesetleriniz bile gitmez!”

Abraham ve diğerleri ilk kez gördükleri gemiyi ve bu pala bıyıklı adamları izlerken konuşulan her şeyi dinlemekteydi. Başlayacakları yeni hayatta kimin iyi kimin kötü kimin fedakâr kimin çıkarcı olduğunu anlamak için insanları tanımaları gerektiğini biliyorlardı. Fakat bu tanıma süreci için yeterli zamanları olmadığı gibi daha kötüsü yapacakları yanlış bir tavrın ölümlerine neden olabileceğini ve bu yüzden ikinci şanslarının olmadığını da biliyorlardı.

Noah, onlara inançsal, etnik farklılıkları, bunları kullanan bozguncuları, kin ve nefrete karşı sevgiyle ittifak eden ideolojileri, iyi olmasına rağmen çevresine karşı duyarsız nadanları, iyiliği tercih ettiği gibi bu gayeye hayatını vakfeden adanmışları anlattıktan sonra tercih sizin demişti.

Noah’a seninleyiz demelerine rağmen hâlâ bazı güvensizlikleri vardı ama onlarla gelen pala bıyıklıların hayatlarını riske atıp büyük eforlar sarf ederek adalıları kurtarmaya çalıştıklarını ve hatta onların bu uğurda başka bir grup tarafından öldürülebileceklerini anlayınca kararlarını kesin verdiler.

Seth’in Noah ve arkadaşlarından sadece davranış ve fıtrat olarak değil, fikir, inanç ve değerler olarak da farklı olduğunu anlamışlardı. Anladıkları diğer önemli ayrıntı, sonradan gelecekler diye bahsedilenlerle Seth’in ayrı tarafta olduğuydu. Bununla birlikte Seth’in çift taraflı oynadığını Noah’ın bunu bilip onunla bir şekilde anlaştığını ve ona tam güvenmese de başka çaresinin olmadığını anlamışlardı. Aslında sadece Abraham’ın değil, Noah ve pala bıyıklıların aklında da aynı soru vardı:

“Seth sözünü tutacak mıydı?”

Abraham’ı kendine getiren Petrus’un ona seslenişiydi:

“Abraham, Mark durmayın! Haydi, siz de yardım edin, gemiyi çekelim.”

Abraham, Mark’a pala bıyıklıların güçlü pazılarını gösterdikten sonra:

“İki sineğin devlere yardım etmesi neyse bizim durumumuzda öyle…” dedi. Sonra aklına geldi:

“Bu arada hatırlarsan atalarımızın gemiyi sökme yerine taşımaları daha makul olurdu, sözlerine gülmüştün. Bak, iki dağın arasındaki dere üzerine kalaslarla koydukları bu sistem, hem daha pratik hem daha az zaman alır. Birkaç ağaç ve dal kesme haricinde zaman kaybettirici bir durum da yok.”

Mark,“Hı hııh.” sesleri çıkartırken ona ağzını değil, elini oynat anlamında işarette bulundu.

    Büyük çabaların neticesinde gemi göle çekilebilmişti. Geminin göle inmesiyle şiddetli deprem tekrar başladı ama bu sefer uzun sürmesine rağmen hiç dinecek gibi değildi.

    Noah, dağın zirvesindeki uçan külleri gösterdikten sonra “En fazla birkaç saatimiz var!” diye bağırıp Abraham ve Mark’a seslendi:

“Planınız ne?”

Abraham ve Mark birbirlerine bakıp yüzlerini buruşturunca Noah devam etti:

“Yani aileleriniz, sevdikleriniz başta olmak üzere herkese nasıl haber verip buraya, gemiye getireceksiniz? Bir planımız olmalı diyorum.”

Mark, aklından:

“Bu kadar insana nasıl ulaşabilirim? Zaten kendileri anlayamıyorlar mı dağdan mümkün olduğunca uzaklaşmaları gerektiğini?”

Gölden ilerleyen geminin adaya ulaşmasına çok az kalmıştı Noah, Lord’un nasıl tepki vereceğini bilmediği için geminin yasaklı ormandaki Odesa’nın evine yakın bir yere demir atmasını istedi. Abraham şaşırmış bir yüz ifadesiyle dağın zirvesini işaret parmağıyla gösterdikten sonra:

“Küllerin arasındaki halkı görüyor musunuz?” dedi ve sordu:

“Onların orada ne işleri var? Kıyıda olmaları gerekiyor!”

Noah, Lord’u çok yakından tanımasa da zalimlerin vasıflarını bildiği için dedi:

“Cevap belli, milleti yine bir şekilde kandırmış, dikkatli olmalıyız! Gemiye saldırabilirler.” dedikten sonra ikisine de söyledi:

“Bence hemen gidin, kurtarabildiklerinizi, ikna edebildiklerinizi buraya getirin.”

Abraham ve Mark, halkın daha birkaç gün önce Lord’la beraber onları aradıklarını hatırladı. Yüzlerini kapatarak halkın yanına gitmeye karar verdiler. Volkandan lavlar çıkmasa da hava külle dolu olduğu için ve insanlarda ölüm kaygısı olduğu için bir sorun çıkmadan halkın içine karıştılar.

Gemiden inen Petrus, Linda ve Melisa’yı bulup gemiye gitmelerini dedikten sonra Lord’un şatosuna giden patikaya girdi ve ekledi:

“Ben birazdan geleceğim, belki başka birilerini de ikna edebilirim”

Abraham ve Mark, halkın içinde güvendikleri kişilere olacakları ve çözümü anlattıktan sonra geminin onları yasaklı ormanda demir atmış hâlde beklediğini söylediler. Mark, onların anlamadığını fark edince:

“Gemi derken botun büyük hâlini düşünün. Fırtınada kolay kolay alabora olmaz.” diye açıklama yapsa da meselenin anlatımla ilgili olmayıp inançla bağlantılı olduğunu anladı. Abraham ve Mark, onların ailelerinden birkaç kişi hariç en yakınlarına bile tesir edememiş olmanın hüznüyle birbirlerine baktıktan sonra toplulukla aralarına biraz mesafe koydular ve onlara bağırdılar:

“Duymadık demeyin, birazdan bu yanardağ patlayacak! Kurtulmak isteyen bizimle gelip gemiyle yani büyük botla bu adadan çıkabilir!”

Daha yeni uyarıları bitmişti ki gergin olan millet, Lord’un yalanlarıyla lanetli olduklarına inandıkları bu iki gence taş fırlatıp onları kovalamaya başladı. Abraham ve Mark, tabana kuvvet peşlerindeki koyun sürülerinden kaçmaktaydılar. Mark soluk soluğa Abraham’a kızdı:

“Aha gördün mü, iyiliğin, tebliğin sonunu? Bu millet gücün yanında durur. Anlamazlar, yediğin dayaklar hakaretler yanına kâr kalır diyorum. Hâlâ anlamıyorsun!”

 Abraham “Bunları boş ver, canımızı kurtaralım.” dedikten sonra cebinden çıkardığı mayının fitilini ateşleyip fırlattı. Patlayan mayının korkusuyla peşlerindekiler çil yavrusu gibi dağılınca rahat bir nefes aldılar. Sadece kendilerini değil, onları sahili selamete çıkaracak olan gemiyi bu azgınlar güruhundan uzak tuttukları için de sevinmişlerdi. Kendilerine inanan kişilerle de buluşarak geminin önüne gelmişlerdi.

Herkes yavaş yavaş gemiye binmişti. Son iki kişi Abraham ve Mark da uzanan iskeleden gemiye çıkmıştı. Abraham, biner binmez annesi ve Melisa’yı aradı, onları da göremeyince telaşa kapıldı. Noah’ın bakışlarından arkasına dönüp kıyıya bakması gerektiğini anladı. Kıyıda kendisinin de gemiye alınmasını bekleyen Lord, Abraham’a:

“Her şeye rağmen ben senin asıl babanım! Beni de gemiye alın, zaten birilerinin böyle bir gemiyle gelip bizi kurtaracağını biliyordum.” dedikten sonra işaret parmağıyla dağın eteğindeki halkı göstererek:

“Bu şey herkesi taşıyamaz, bazılarının seçilmesi gerekiyordu. Bu doğanın kanunudur. Hayat bir kavgadır, güçlü ve akıllı olanlar her zaman kazanır.” dedi ve sırıtarak son cümlesini söyledi:

“Tanrı’nın benim hatırıma yanardağı söndüreceğini söyledim, kendim bile inanmadım ama onlar inandı. Sözün özü, ben hiç kimseyi zorlamadım. Beni suçlamayın, beni de gemiye alın.”

Noah:

“Niye almayalım? Cezanı kısas hakkını kullanmak isteyenler ve Allah verecek. Sonrasında seni affederler mi bilemem?”

Petrus da herşeye rağmen Lord’u gemiye almalarını ısrarla söyledi. Abraham, Petrus’un ısrarının arkasında insani nedenlerden öte bir anlamın olduğunu düşündü. Çünkü açığa çıkan son gerçeklerden sonra aile huzuru için Petrus ailesini Lord’dan uzak tutmalıydı. Kısa kararsızlığın ardından onları gemiyi almak için harekete geçmişti ki önce havada “vıytt” diye bir ses duydu, sonrasında ise Lord’u alnındaki okla kanlar içinde gördü.

Lord, ne kadar zalim olsa da sonuçta Abraham’ın babasıydı. Genç mucit öfkeden deliye dönmüş gözleriyle etrafına baktığında elinde ok yayı tutanın sadece Seth olduğunu gördü. Hiç düşünmeden onun üzerine yürüdü. Seth, böyle bir tartaklanmaya ve itilmeye maruz kalmayı hiç beklemiyordu. Beklemediği anına gelmişti. Bir yandan üzerine gelen çılgın gibi yumruklardan kendini korumaya çalışırken diğer yandan geri geri gitmekteydi. Nereye doğru çekildiğini bilemediği gibi bunu düşünecek zamanı da yoktu. Zaten her şey iki üç saniye sürmüştü. Seth, dengesini kaybedip suya tam düşecekken korkuluklara tutunmayı başardı. Noah ve pala bıyıklı tayfanın yetişmesiyle Seth Abraham’dan kurtulabilmişti.

“Neden onu vurdun? Verilecekse cezasını mağdurlar verirdi!” diye ağlayarak bağırdı.

“Abraham, bize kötülük yapamayacağından nasıl emin olabilirsin?” dedi Seth nefes nefese gemiye binerken.

 Noah da Seth’in tavrına anlam verememişti. Yanında hiç kimse de yokken nasıl onlara zarar verebilirdi? Gerçek nedeni sadece Seth’in kendisi biliyordu. Şatoda kodesteyken Lord’a bir teklifte bulunmuştu. Dış dünyada yaşamın olduğunu, çok yakında volkanın patlayacağını, Odesa’nın babasındaki bazı önemli notları alıp beraber bu adadan ayrılırlarsa dışarıda da Lordluğuna devam edebileceğini, tarihin en gizemli adasından sağ kurtulan biri olarak herkesin ona hayran olacağını, insanlık ve inanç tarihinin onun anlatacaklarıyla şekilleneceğini anlatmıştı.

Sözün özü sayılı günleri kalan bu adadan geriye kalan iki kişi olalım, demişti. Seth’in teklifi cazipti ama onun hatası bu teklifini bir hizmetçi aracılığıyla iletmesi ve onun da bunu diğerlerinin yanında anlatmasıydı. Sırlarını bilen birkaç yardımcısı sorun olmasa da diğerlerinin yanında Lord “tamam.” diyemezdi. Volkanın yakında patlayacağını o da biliyordu ama Odesa’nın, her yerde aradığı eski simyacı dostu İlius’un kızı olduğunu yeni öğrenmişti. O gün adamlarının yanında kahkaha atarak:

“Bu adam delirmiş!” demişti fakat niyeti sonraki gün Seth ile baş başa görüşmek ve Odesa’yı İlius’a ulaşmak için kullanmaktı. Eski dostunun ortadan kayboluşundan haberi yoktu.

Gemi harekete geçip gölün diğer tarafındaki Çevre Ada’ya ulaşmıştı. Adanın üstü külle kaplandığı için bir şey göremeseler de gelen korkunç çığlık seslerinden volkanın patladığını ve lavların hızla ilerlediğini anlayabiliyorlardı. Artık gökyüzü sadece külle değil lavların çıkardığı yangından dolayı oluşan dumanla da kaplanmıştı. Nefes almak gittikçe zorlaşıyordu. Noah’ın aklına aynı hikâye gelmişti.

Her tarafı sular kaplamak üzereyken Hz. Nuh evladını gemiye çağırmıştı. Allah’a ve babası Hz. Nuh’un peygamberliğine inanmayan evladı kalbindeki körlükten dolayı “Sen git, ben yüksek bir yere çıkar, kurtulurum!” demişti. Bu ifadelerinden kısa bir süre sonra bulunduğu dağın katbekat yüksekliğindeki dalgaların altında kalarak son nefesini vermişti. Noah da şu an Hz. Nuh’un yaşadıklarını hissediyordu:

“Bu lavlardan kim kurtulabilir, hangi sığınak hangi zirve hangi aşılmaz sarp yamaç, sizi bu yangın toplarından korur, emniyette kalmanızı sağlar? Bu felaket, sebepler planında doğa olayı, gaz sıkışması olarak adlandırılsa da hakikat planında Tanrı’nın vazifeli memurudur. Önceki helaklerden ders alıp kardeşliği, sevgiyi, alçak gönüllülüğü yaysak iyi olmaz mıydı? Daha birkaç saat önce size yardım etmek isteyen Abraham ve Mark’ın sözlerine kulak vermek bir yana onları taşlayanlar sizler değil miydiniz? Neden dünün ve bugünün Nuhlarını dinlemiyorsunuz, neden bunca uyarıya rağmen firavunlaşmış nefisler şeklini değiştirerek varlığını devam ettiriyor? Bu ikazlar olmasa hâlimiz ne olurdu onu da siz düşünün. Yoksa hâlâ bu binbir çeşit hastalığın, salgınların, psikolojik depresyonların, açlığın, sefaletin, huzursuzluğun da bir helak şekli olduğunu bilmiyor musunuz?”

Noah bu düşünceler içindeyken Abraham öfke cehenneminden çıkmaya çalışıyordu. Babası Petrus’un gözyaşları dökerken onun “İntikamını alacağım” sözlerini belirli belirsiz duydu. Petrus kimden neyin intikamını alacak ki deyip yanlış duyduğunu düşündü.

  Melisa onun kulaklarından çıkan kızgınlık dolu dumanları görür gibiydi:

“Abraham kendine gel. Duygularını kontrol etmelisin kendin, annen, baban ve seni çok seven bizler için bunu yapmalısın!” dedikten sonra kulağına fısıldadı:

“Noah’ın uyarılarını hatırla, aksi durumda bu Seth, öldürme dâhil her şeyi yapabilir.”

Abraham başını sallayarak ona iyi olduğunu gösterdi. Kendini tanıyordu bu ruh hâletinden kurtulmak için kendini yormalıydı. Çevre Adada yağlı kalasların üzerine yerleştirilen gemiyi büyük bir hırsla çekmeye başladı. O hırsla dünyayı bile yerinden oynatabilirdi, onun bu hâlini gören Noah:

“İnşallah hırsını böyle iyi yönde kullanır. Eminim ileride dünyanın kaderine yön verenlerden biri olacak.” diye mırıldandı.

Gemi sağ salim deryaya ulaşmak üzereydi. Petrus, Linda ve Cindy başta olmak üzere hayatta kalmayı başaran birkaç düzine adalı son kez arkalarına dönüp yağmur yüklü bulutlar gibi bakmışlardı. Adalarına, evlerine, hayvanlarına, bahçelerine, tarlalarına, ağaçlarına, dostlarına, arkadaşlarına ve anılarına son bakışları olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Üstelik diyemeyeceklerdi:

“Orada bir ada var, hiç gitmesek de görmesek de o ada bizim.”

    Odesa son ümit, babasınının olabileceği yerlere bakmıştı ama ondan hiçbir iz bulamadı. Annesi Cindy’ye dedi:

   “Babam sanki yer yarıldı da içine girdi. Kâbil Adası’nda da yoktu. Siyah İnci’ye ve yardımcılarına sordum. Kendi adalarında yabancı birini hiç görmediklerini söylediler. Birlikte aradık ama bulamadık.”

    Cindy kocasını tanıyordu. Adanın deprem ve sonrasında lavlar altında kalacağını bileceğinden emindi. Ölmediyse bir şekilde adadan çıktığından emindi. Kafasını kurcalayan asıl soru, onun bir ihanete maruz kalıp öldürülüp öldürülmediğiydi ve yaşıyorsa adayı nasıl terkettiğiydi. Keşke kimlerle, nerelerde, ne iş yaptığını bana da anlatsaydın ki seni bulabileydim diye mırıldandı.

Abraham, Mark ve Odesa’nın aklında olan ortak soru:

“Uzun kule ile haberleşme nasıl gerçekleşmekteydi? İlius’un notlarındaki enerji dalgaları da neydi? İlius niçin ortadan kaybolmuştu. Yaşıyor muydu, ölmüş müydü?”

    Mark soruların cevabını bulmak için Noah’ın bahsettiği Dr. Wickens ile buluşmak için sabırsızlanıyordu. Abraham’ın ise böyle bir fırsatı olmayacak gibiydi         

    İnsan gurbette olunca memleketinin delisini bile özlermiş. Onlar da yıllar sonra zalim Lord’u ve onun hurafelerini bile özleyeceklerdi. Eskiden sıkı sıkıya bağlı oldukları hurafeleri, torunlarına anlattıkça güleceklerdi. Florlu sudan kaynaklanan diş renklenmelerini, göl canavarını, kabir kuyusu aldatmacasını, amca çocuğu ile evlenme mecburiyetini, Kâbiller Adası’nı, köpeklerin Tanrı’nın cezalandırıcısı olması gibi daha akla gelmeyen birçok hurafe onları tebessüm ettirecekti.

 Diğer yandan ben cahildim, bilmiyordum bahanesinin ne büyük felaketlere neden olacağını yaşayarak görmüşlerdi. Noah, dünyanın küçültülmüşü gibi görmekteydi İkiz Ada’yı. Atalarından getirdikleri kitabeler ve İlius’un kule ile öğrendiklerini yazdığı ve kütüphaneye gizlice koyduğu papirüsler, ada için önemli bilgi hazineleriydi. Bunların değerini bilen Abraham ve Mark gibiler ilmi ve dini konularda kendilerini geliştirmişlerdi.

   Adada dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi cahiller ağırlıkta olduğu için Lord’un eski hâli gibi bilimle zulmeden önceki Lord ve Abraham’ın adasına gittikten sonra inançsal hurafelerle zulmeden yeni Lord, aklıselimlerden daha baskındı. Bu cahillerin büyük kısmı da:

“Aman bana mı düştü haklıyı savunmak? Dünya batsın umurumda değil, Lord bana bulaşmasın da kime bulaşırsa bulaşsın!” anlayışındaydı ve tahminlerinde yanılmamışlardı. Ama bu sefer Lord’un kurduğu algı dünyasında onlar da batmıştı. Noah, tüm bunları kafasında değerlendirdikten sonra Seth’e döndü:

“Farkında mısın, Abrahamların Doğu Adası Avrupa’nın Orta Çağ’ı gibi inancı öne sürerek kendi menfaatlerini koruyanlara, şatolara ve yalanlarla hurafelerle aldanan fakir halka benziyor. Batı Adası yani Kâbiller Adası dedikleri yer ise sanki Avrupa’nın tepe taklak gitmekte olduğu bir anlayış gibi? Yani sınırsız özgürlük altında dinî, geleneksel, ahlaki tüm değerlerin yok edilmesiyle bu yolun sonu hiç de iyi bir yere çıkmıyor. İkiz Ada’dan bahsederek insanlara bunları anlatmalıyız.” diyen Noah ekledi:

“Akılları sıra bilimi kullanarak dinlerden intikam almak isteyen bir güruh var ve bu kişiler, farkında değiller kendi yaktıkları ateşin altında kalacaklarının.”

Seth sırıtarak cevap verdi:

“Benim için sorun yok, hayatın tadı kadınlarda ve paradadır.”

Noah, onun anlaşmaya uymasını hatırlatmak için:

“Zannedersem tek bir kadından yani hayatının aşkı Maria’dan bahsediyorsun? Maria senin birçok kadın dediğini duyarsa bu kara sevdanın sonu hüzünle bitebilir! Bu arada unutmadan Abraham’ın zekâsından ve cesaretinden, Mark’ın simyacı kimliğinden, Odesa’nın ise akıcı İbranice konuşmasından bahset. Böylece düşündüğümüz gibi Abraham’ı Yeni Dünya’ya Mark’ı Londra veya Roma çevresine Odesa’yı da Kudüs’e götüreceklerdir.” dedi.

“Sen önce birazdan karşılaşacağın karanlık derin sulardan nasıl kurtulacağını hesapla, yoksa İstanbul’daki düğünüme gelemezsin! Bu da beni çok üzer. Ayrıca tek kolla dalmaya ve yüzmeye de hazır ol!” dedikten sonra ikisinin birlikteliğini anlatan bir ifadeyle oradan ayrıldı.

Noah anlaşmalı mecburi dostunun tek kol derken neyi kastettiğini anlamamıştı ama ifadelerinden onun anlaşmaya uyacağını düşünerek rahatlamıştı. Adaya gelmeden önceki süreci hatırladı. Her şey Heybeliada’daki Ruhban okuluna gelen âlim amcası ve yanındaki iki yabancı ile başlamıştı. Dr. Wickens ve kardinal olarak bildiği bu kişilerin anlattıkları uçuk kaçık şeyler olsa da arkadaşı saray arkeoloğu Mehmet, onların anlattığı hikâyenin başlangıcını onaylamıştı. O gün Noah onların binlerce kilometre ötedeki adaya gitmekte ve oradaki insanları kurtarmakta kararlı olduklarını anlamıştı.

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned