Siyah İnci, Noah ve gençlere yaklaşarak:
“Sizler iyi niyetli insanlarsınız.” dedikten sonra dağın zirvesini gösterdi.
“Çok yakında patlayacak! Dışarıdaki dünyada insanların olduğundan eminim. Onlara bu adadan bahsedin ki ibret alsınlar. Bu adadan geriye ne kalır bilemem! Dışarıdaki dünyada insanların olduğundan eminim, bizim hatalarımıza onlar düşmesin.”
Noah, kendisinin ve Seth’in ada dışından geldiğini söylememesine rağmen Siyah İnci’nin bunu nasıl bildiğini düşündü:
“Nasıl eminsiniz ki? Belki de başka kimse yok!”
Siyah İnci, elindeki papirüsleri gösterdi.
“Zalim insanlardan kaçmak için bu adaya gelen atalarımızın yine zalimlerin zulmünden korunmak için bu ada ile dış dünyanın bağlantısını kopardıkları yazıyor.” dedikten sonra atalarının adaya ilk ayak basma sürecini yani yaklaşık on yedi yüzyıl öncesini anlatmaya başladı:
“Younus ve Yesra’nın önderlik ettiği mazlumlar gemisi ön görülenin aksine büyük bir fırtınaya yakalanmış. Dalgalar dağlar kadar yükseğe çıkmış, gemi sarhoş gibi bir o yana bir bu yana yalpalıyorken mazlumlar dua ederek yalvarmışlar: ‘Ya Rab! Karanlığın, fırtınanın, deryanın bizim aleyhimize olduğu bu anda ancak senin gibi hükmü her şeye geçen sonsuz kudret sahibi bir Yaratıcı bizi sahile selametle ulaştırır. Ne olur Hz. Yunus’u kurtardığın gibi bizi de sahili selamete çıkar!’ demişler, dua ilginç bir şekilde kabul olmuş.
Balık mı, yunus mu, canavar mı denir bilemem ama dev bir hayvan, ağzını açarak gemiyle beraber bunları yutmuş. Korku içinde ölmeyi bekleyen mazlumların görebildiği en son şey, hayvanın insan boyunu aşan kocaman dişleriymiş. Sonrasında saatlerce süren bir karanlık ve su fışkırtısı sesleri olmuş. Birbirleriyle konuştuklarında hepsinin hayatta olduğunu ve nefes alabildiklerini anlamışlar. Koca balığın onları nereye götürüp ne yapmaya çalıştığı hakkında hiçbir tahminde bulunamamışlar. Uzun sessizlikten sonra gün ışığını görür görmez fırtına ile kendilerini bir adanın önünde bulmuşlar.
Balığın hapşırması gibi bir şey olmuş. Hepsi sağlıklıymış, Tanrı’ya şükretmişler ve temkinli olarak Çevre Ada’ya adımlarını atmışlar. Adada bir süre ilerleyince burada insan olmadığını buranın zengin bitki örtüsü ve içilebilir suyu ile yaşamaya elverişli bir yer olduğunu görmüşler. Sonradan nasıl olduysa içilebilen su azalmaya ve zengin bitki örtüsü yok olmaya başlamış. Adanın içinde karşılarına çıkan göl onlara ilginç gelmiş. Gölün içinde iki ada olduğunu görünce şaşkınlıkları daha da artmış. Kendilerini emniyette hissetmek için adanın içinde gitmedikleri yer bırakmak istememişler. Bu yüzden geldikleri gemiyi parçalayıp göle taşımışlar ve göldeki iki adaya ulaşmışlar.”
Abraham araya girerek:
“Bence parçalamadan gemiyi göle taşısalardı.” deyince Mark onunla alay etti:
“Gemiye taşısınlar diye adada da hazır yol vardı değil mi?”
Noah, bununla ilgili bir şey diyecekti ki Siyah İnci, anlatmaya devam etti:
“Her iki adaya da gittiklerinde ikisinin de yerleşime elverişli olduğunu görmüşler. Önceleri her iki adanın da birbirinin aynısı olduğunu sanmışlar ama bir süre sonra sizin adada üç ayrı suyun olduğunu anlamışlar. Onlarla beraber adaya gelen iki simyacı, üç suyun tatlarının ve renklerinin farklı olduğunu fark etmiş. Hayvanlarla yaptıkları çalışmalarda birinin zehirli olurken diğer iki su kaynağının farklı tatları olsa da içilebilir olduklarını bulmuşlar.”
Abraham sırıtarak Odesa’ya fısıldadı:
“Gördün mü? Onların anlayamadığını ben buldum. Kuyulardan birindeki suyun dişlerde sarı, kahverengi lekeler yaptıklarını ilk ben fark ettim.”
Odesa her zamanki gibi altta kalmayıp cevabı yapıştırdı:
“Hiç de bile! Babam İlius senden önce fark etti ama insanlara bunu anlatsa inanmayacaklarını hatta onun suya bir şeyler döktüğünü düşüneceklerini ve kendisine zarar verebileceklerini öngörerek bundan vazgeçti.”
“Göl suyunda balık olmamasından ve bitkilerin yetişmemesinden gölden uzak durmaları gerektiğini anlamışlar. İki adaya sandalla gidip gelmişler, sizinkini Younus, bizimkini Yesra yönetmeye başlamış. Evlerini yapıp tarlalarını da ekmeye başlamışlar. Anlayacağınız hep beraber çalışarak bu İkiz Ada’yı ekip biçip kendilerine yeni vatan edinmişler fakat eski korkuları tekrar canlanmış.”
“Yani zulmeden kralın onları bulacağını mı düşünmüşler?”
“Hayır, eski vatanlarından çok uzakta oldukları için onunla ilgili bir endişeye sahip değillermiş. Ama yeryüzünde tek zalim o değil ki! Başka zalimlerin onları rahatsız edebileceğini düşünerek bazı önlemler almışlar. Çevre Ada’ya yerleşmemeye, denizden birkaç yüz metre içeride başlayan sıra dağların yüksek yerlerindeki doğal setlerin arasındaki boşlukları taşlarla örmeye karar verip uygulamışlar. Sonra denizdeki fırtınalara ve kara bulutlara rağmen adaya ulaşan gemileri korkutmak için bir şey daha yapmışlar. Mazlumlar arasındaki hayvan eğitmeninin gemide getirdiği yavru aslanları büyütüp çiftleştirmişler. Çoğalan aslanları bu setin diğer tarafına bırakarak adaya hiç kimsenin ayak basmamasını planlamışlar.”
Noah, adaya gelir gelmez aslanların saldırısına uğrayıp koşarak geri denize döndüğü anı hatırladı. O gün içinden geçirmişti:
“Bu aslanların burada ne işi var? Ada maceramız aslanlarla başladı, Allah sonumuzu hayretsin!”
Abraham ve Mark da daha önce gördükleri o setin nasıl yapıldığını ve duydukları sesin bir hayvan türünden geldiğini anlamışlardı. Abraham sordu:
“Aslan ne, insan yer mi?”
Noah kısaca anlattı:
“Güçlü ve keskin pençeleri, sivri dişleri olup köpekten biraz daha büyüktür ama şekil olarak kedinin çok büyük hâli gibi düşün.”
Renginin sarı olduğunu öğrenen Abraham Mark’a dedi:
“Çevre Ada’da gördüğümüz bize doğru zıplayıp az kalsın yakalayacak olan şey bu hayvan olmalı!”
Siyah İnci:
“Bu arada!” diyerek devam etti:
“Çevre Ada’ya sadece bahsettiğim o iki simyacının gitmesi izin verilmiş. Gelenler mazlum da olsa iki simyacı hakkında kafalardaki ön yargılardan dolayı böyle bir karar alınmış olabilir.” dedikten sonra ellerini iki yana açıp yüzünü buruşturmasından üzücü bir şeyler anlatacağını belli etti:
“Her şey iyi gitmesine rağmen ortaya çıkan bir menfi his yüzünden her şey allak bullak olmuş, bu his insanın yeryüzünde ilk kanı akıtmasına sebep olacak kadar başa bela bir şey!”
Siyahi rehberin, ilk cinayeti kastettiğini anlayan Abraham’ın aklı o anda Kâbil’in Habil’i öldürmesine gitti ve cevap verdi:
“Haset!”
Siyahi rehber:
“Evet.” diyerek devam etti:
“Maalesef iki sadık dost olan Younus ve Yesra’nın çocukları birbirini rakip görmüşler: ‘Senin baban mı daha üstündü, benim mi?’ diye çok anlamsız bir rekabete girişmişler. Ormana düşen küçük bir kıvılcımın sabırla büyütülmüş dev ağaçları, saatler içinde küle döndürmesi gibi haset hissi ile birbirlerine bakan iki mirasyedi yıllarca büyük emeklerle cennete dönen adayı, bozguncu anlayışlarıyla talan etmişler. Tabii ki, hasedin ardından yalan, iftira, düzenbazlık gibi menfi değerler prim yapmış.
Adada tarafgirlik dürüstlükten daha değerli olmuş. Sağduyulular yapmayın, etmeyin dese de artık iş çığırından çıkarak geri dönülmez bir hâl almış. Boşuna dememişler en zor kapanan yara dil yarasıdır diye. Sonrasında ne olmuş olabilir?” sorusuna Mark cevap verdi:
“Kavga, dövüş, savaş gibi bir şey herhâlde.”
Siyah İnci:
“Daha kötüsü… İnsanlar kavga eder yorulur ve barışır ama psikolojik harp en kötüsüdür. Düşünebiliyor musunuz, zalim krala karşı en ön safta mücadele eden mazlumların evlatları birbirlerini Kâbil diyerek suçlamışlar! Şimdi anlıyor musunuz, asırlarca sizin adadakiler bize, bizim adadakiler size niçin Kâbil’in Adası ve çocukları dediklerini. Küçük bir haset kıvılcımı asırlarca sönmeyen bozgunculuk yangınlarına neden olmuş.”
Noah, bir an için düşündü:
“Dışarıdaki dünyada çıkan savaşlar, görünürde toprak ve para gibi nedenlerden çıkmış gibi gözükse de asıl sebep hep hasetti. Para, güç ve maddi-manevi hasetlerin nedeniyle dinler tahrip edilmekte, köyler, şehirler yağmalanmakta, günahsız küçük yavrular katledilmekte ve aileler parçalanmaktaydı.”
Odesa, dışarıdaki dünyada da böyle şeylerin yani savaşların, cinayetlerin, fitne, fesatların olduğunu duymuştu. Endişe dolu bakışlarla sordu:
“Peki, sebep neydi? Onları bu kadar çok öfkelendiren hasedin kaynağı?”
“Hiçbir şey. Belki yan baktın, saygı göstermedin, belki arazi, belki su… Anlayacağınız hasetten dolayı koca ada küçülürken kendilerini büyütmüş olmalılar ki sığmamışlar.”
Noah, rehberin son sözleriyle karşısındaki adamın siyah renkli bir melek olduğunu düşünmeye başladı.
“Bu adada ne normal ki bu adam normal olsun? Dış dünyanın tohumu niteliğinde her karakter var. Bu güzel öğütlerden sonra birazdan kanatlanıp uçarsa şaşmam. Seth’in dediği gibi: ‘O Kâbil’se biz neyiz? Biz insansak bu siyah adam ne?’” diye aklından geçirdi.
“Bu yüzden nesiller atalarından gelen her mirası almak zorunda değiller! Özellikle inançsal meselelerden kaynaklı haset ve sonrasında asırlarca süren başkalarını Kâbil görme anlayışına karşı reddimiras yapmalılar.”
Siyahi rehber dinlenmek için odasına çekilince Mark utanarak sordu:
“Habil, Kâbil meselesindeki hasedin sebebi neydi?”
Abraham:
“Sorsaydın ben sana anlatırdım.” diye Mark’a takıldı.
Noah:
“Önce kısaca hikâyeyi anlatayım.” dedi.
“Eskiden Hz. Âdem’in çocukları kız ve erkek ikiz olarak dünyaya gelmişler. Kâbil ve kardeşi ilk, Habil ve kardeşi de ikinci ikizdir. Onlardan sonra da ikizler dünyaya gelmiş ve beş bin kişilik bir nüfusa ulaşmışlar. Hz. Âdem, evlatlarına onların kendi ikizleri haricinde biriyle evlenmelerini emretmiş. Ama Kâbil, kendi ikizini Habil’in ikizine göre daha güzel gördüğü için onunla evlenmek istemiş. Kâbil, babası Hz. Âdem’e bu anlayışın Tanrı’nın emri değil, kendi reyi olduğunu söyleyerek karşı çıkmış. Hz. Âdem meselenin çözümü için ikisinin de Tanrı’ya kurban kesmelerini söylemiş.
Hayvancı olan Habil en iyi hayvanını, Kâbil ise en değersiz tarla ürünlerini kurban olarak sunmuştur. Kardeşinin kurbanının kabul edildiğini kendisinin kurbanın ise kabul edilmediğini öğrenen Kâbil, hasedinden Habil’i öldürmeye çalışınca Habil demiş: ‘Benim günahım nedir, niye beni öldürmek istiyorsun?’ Kâbil: ‘Bundan sonra senin çocukların benim çocuklarıma övünecekler ha?’ demiş.”
Mark, sessizce dinledikten sonra dedi:
“Hıı sorunun cevabını buldum. Ayrıca çıkardığım başka dersler de var. Kâbil’in babasını suçlamasından anlıyoruz ki haset başka günahlara da kapı açan bir günah tohumu diyebiliriz. Haset tohumu birçok günahın meyvesini verebilir!”
Abraham da izin alarak söze karıştı:
“Hikâyenin devamında Habil’in Kâbil’e: ‘Ben asla seni öldürmek için elimi uzatıcı olmayacağım!’ sözünden anlıyoruz ki, iyiler kendilerini nefsi müdafaa olarak savunabilir ama yine de karşısındakini öldürmemelidir. Asıl anladığım şu ki, Habil gibi iyiler böyle durumlarda: ‘Ben onu öldürmesem o beni öldürecek veya tuzak kuracaktı!’ gibi bir anlayışta olmamalılar. Ayrıca fiziki bir saldırı olmadıkça zanla hareket edip karşı tarafa zarar verilmemeli. Daha açıkçası masumlar her zaman haklılığını korumalı ve öldürüp de yaşamaktansa idealist bir şekilde ölüp değerlerimi korumaya çalışmalıyım anlayışında olmalıdırlar.”
Noah, gençlerin yüzüne teker teker bakarak sordu:
“Sizce tezatlık yok mu, Kâbil kendi ikiziyle evlenmek istemesine rağmen neden en değersiz ürünlerini kurban olarak sunmuştur?”
Kısa bir süre gençlerin düşünmesini bekledikten sonra kendi sorusunun cevabını anlatmaya başladı:
“Bu durum Kâbil’in Allah’a imanında ve ikizine olan aşkında samimi olmadığını gösterir. Allah onun kalbindeki bu anlayışları biliyordu fakat ilahi beyanlardan anladığımız üzere Allah fiiliyata ve söze dönüşmemiş, kalpte kalmış bozguncu düşünceleri ve arzuları cezalandırmayacaktı. Kalbindeki hisleri ortaya çıkarsın diye kurban verme imtihanını ortaya çıkardı. Zaten Kâbil’in en değersiz ürünü Habil’in ise en değerli ürünü vermesinden anlıyoruz ki Allah’ın kalplerde bildiği, tezahür etmiştir.
Seven sevdiği için her şeyi yapar. Kâbil ikizine olan aşkında samimi olsaydı en değersiz mahsulü sunmazdı. Kalbi, aşktan ziyade menfi şehvet hislerinin ağında olduğu için böyle bir tercih yaptı. Bu da bize Kâbil zihniyetinin bir mirasının da sevgiyi değil şehveti tercih etmek olduğunu anlatıyor. Sevgi ve aşk insanı etkiler ama aklını başından almaz. Şehvet ise akli ve kalbî melekeleri yok eder.”
Abraham, Mark’ın Melisa’yı hatırlatırcasına muziplik olsun diye kendine baktığını fark edince ona fısıldayarak cevap verecekti ki Odesa’nın yanlış anlamaması için susmayı tercih etti.
Noah:
“Kâbil’in: ‘Bundan sonra senin çocukların, benim çocuklarıma övünecekler ha? Buna izin vermem!’ ifadesini nasıl anlayabiliriz?” diye sordu.
Odesa:
“Verilen mesaj açık. Sadece para, mal, maddi, manevi makam meseleleri ile ilgili haset olmaz. Aile gibi önemli değerler nedeniyle de haset oluşabilir. Kâbil, aklı sıra çocukları için yani onların Habil’in çocuklarından daha ezik olmaması için bu cinayeti yaptığını ve kendi ikiziyle evlendiğini iddia ediyor. Ama çocuklarına en büyük kötülüğü ilk cinayeti yapanın çocuğu olma mirasını bırakıyor.”
Noah, başıyla Odesa’yı onayladıktan sonra fısıltı ile devam etti:
“Planladığımız gibi siz dış dünyaya çıkıp insanları tanıdıkça fark edeceksiniz. Neden o mutluyken ben değilim? hasedinden dolayı yalanlarla, iftiralarla ve hatta büyülerle mutlu aileleri parçalamak isteyenleri göreceksiniz. Ya da çocuklarını bahane ederek yoksulluğa, cinayete, dolandırıcılığa, zehir satmaya karışmış ebeveynler göreceksiniz. O çocuklar ailesinden aldığı kötü manevi miras ve nam ile maalesef o bataklıktan çıkmak için büyük efor harcamalı.”
Siyah İnci, telaşla yanlarına girince bu tatlı sohbet sona erdi:
“Dostlarım, beni affedin bu gençler sizi gelirken görmüşler. Sizi istiyorlar.”
“Ee ne var bunda? Tanışalım.” diyen Noah’a Siyah İnci yüzü kızararak cevap verdi:
“Bu öyle tanışma gibi bir istek değil! O gördüğünüz gençlerin neredeyse tamamı kadındı. Nasıl desem ki biraz vahşice tutkulara sahipler. Onların size zorla bir şey yaptırmak istemelerinden korkuyorum!”
Noah, Siyah İnci’nin kırmızıya dönmesinden neyi kastettiğini anlamıştı. Seth haricinde diğerlerinin yanaklarının al al olmasından adamın neyi kastettiğini anladıklarını fark etti. Açıklama yapmak zorunda kalmayacağı için sevindi. Seth aklından:
“Benim için hiç sorun yok.” diye geçirse de geldiği şehirdeki âşık olduğu kız, gözünün önüne gelince:
“Aman boş ver. Bunlar efsanedeki amazon kadınları gibidir. Beni parçalarlar.” diyerek yönünü gruba çevirdi.
“Peki, nereye gideceğiz?”
Siyah İnci:
“Bir önerim var. Adanın kuzeyindeki sazlıkların olduğu yerdeki kayanın hemen yanında bir sandal var. Acil durumlar için saklıyorduk, kısmet sizeymiş. Kendi adanıza dönmeyeceğiniz için Çevre Ada’ya gidebilirsiniz. Orada bir süre kalabilirsiniz.” diye anlattıktan sonra eliyle dağın zirvesini gösterdikten sonra:
“Çok yakında patlayacak, bu adayı tamamen terk etmeniz gerek! Aksi durumda…”
Grup zaten bu tehdidin farkında olduğu için bu adada karşılaşacağı tabloya göre plan yapacaktı. Bu adaya gelmelerinin bir sebebi zalim Lord’dan kaçmak olsa da diğer sebebi yıllardır anlatılan Kâbil Adası efsanesinin doğruluğunu veya aslını öğrenmekti. Üstelik hem Noah hem Seth, insanlık adına kilometrelerce yol katettikten sonra yeni bir keşif umudundaydı. Tabii her ikisinin de asıl amaçları ayrı olsa da onları birbirine bağlayan verdikleri ortak söz vardı. Noah, yanlış anlamış gibi gözünü kısarak ekledi:
“Bu ne demek şimdi? Sen ve arkadaşların da bizimle gelebilir. Belki bir şekilde birlikte oradan adayı da terk edebiliriz.”
Noah cümlelerin devamında:
“Dışarıdan gemiyle bizi kurtarmaya gelecekler.” demeyi düşünse de Seth’in sert bakışlarını görünce bundan vazgeçmişti.
“Hayır, biz gelmiyoruz. Ada olarak biz lavların altında kalmayı hak ettik! Her ne kadar ben onları kısmen uyarmaya çalışsam da yeterli tepkiyi vermediğimi düşünüyorum. Bu hatamın cezasını burada çekmek istiyorum. Belki sahip olduğum ilimle gelen azgınlaşma tehlikesini zamanında görseydim iş bu noktaya gelmezdi.
Dışarıdaki dünyada insanların olduğunu biliyorum. Onlara bizim sonumuzu anlatın. Ne din bahanesiyle insanlara zulmetmelerinin ne de bilim ve özgürlük bahanesiyle Tanrı’ya savaş açmalarının doğru olmadığını anlatın. Her iki durumda da Tanrı’dan önce kendi halklarının dayanılmaz psikolojik sıkıntılar yaşayacaklarını söyleyin.”
Siyah İnci, gençlere verdiği uyutucu içeceklerin etkisinin geçmek üzere olduğunu acele etmeleri gerektiğini söyleyince Siyah İnci’yle gözyaşları içinde vedalaştılar. Cüce onlara eşlik edip yolu göstermişti. İyiler grubu, geldikleri sayıyla Kâbiller diye adlandırdıkları göl adasını terk ettiler. Sandal kıyıdan ayrılmıştı ki adaya bakınca nasıl bir tehlikeden kıl payı kurtulduklarını anladılar. Delirmiş gibi gözlerle saçı başı dağınık kadınların kıyıdan onları izlemekle kalmayıp boğulacaklarını bile bile göle girmeye çalıştıklarını gördüler. Kızların ayık hâllerinin ne kadar çok korkutucu olduğunu o an anlamışlardı. Abraham ve Mark, Çevre Ada’ya önceden geldiklerini onları bekleyen ciddi bir tehlikenin olmadığını anlatınca tedbiri elden bırakmadan rahat bir şekilde adaya adımlarını attılar.




Write a comment ...