26

26. BÖLÜM: KABİLLER ADASI’NIN İÇ YÜZÜ

Noah arkadaşlarına rahatlatıcı cümleyi söyledi:

“En azından burada Lord gibi otorite sahibi birinin olmadığı belli oldu, şimdiye kadar karşımıza asker çıkmaması bunu gösteriyor.”

Grup akıllardaki kaygılardan bir nebze olsun uzaklaşmıştı ki karşılarına çıkan derin çukur onların hislerini tekrar değiştirdi. Kafalarını uzatınca birçok iskeleti gördüler. Altta kemiği kalmış cesetler varken üst taraflarda ise eti tam çürümemiş derisi kararmış insanları gördüler. Cesetlere dikkatle bakınca aralarında; bebek, genç, ihtiyar, her yaş grubundan insanların olduğunu gördüler. Az önce onları rahatlatan Noah, bu sefer yüzü solmuş, benzi atmış bir şekilde:

“Uyarmak zorundayım! Her yaştan insanın olması onların aileleriyle vahşice katledilmiş olabileceklerini gösteriyor. Bu yüzden acaba…” deyince cümlelerin devamında Noah’ın geri dönmeyi kastettiğini herkes anlamıştı.

Birbirlerine boş ve korku dolu gözlerle bakarken Abraham, ağır ceset kokusunu almamak için burnunu kapatarak çukurun kenarına kadar geldi:

“Dikkatinizi çekmedi mi? Cesetlerin hiçbirinde bıçak ile öldürmeyi gösteren kesik veya yarık izi yok. Baksanıza etin ezilmesi, kemiğin kırılması gibi şiddet belirtileri de yok. Hatta kurumuş kanı gösteren ne kırmızı ne siyah lekeler var.”

Mark, Odesa ve Cindy’ye geride kalmalarını söyledikten sonra:

“Bu tabloyu neye yoracağız?” dedi.

“Bu tabloyu daha önce geldiğim yerde görmüştüm, vebadan ölen insanlardan hastalık geçmesin diye onlar böyle toplu bir mezara gömülmüştü. Ürkütücü de olsa hastalığın yayılmasını önlemek için kurbanlar dokunulmadan böyle bir çukura atılır. Ama tabii üzeri böyle açık bırakılmaz önce kireçle sonra toprakla kapatılır ki etraftaki kuşlara da hastalık geçmesin.” dedikten sonra ekledi:

“Tabii kirecin ne olduğunu bu adadakiler biliyor mu bilemem?”

Petrus, kirecin eskiden beri hastalık yayılmasını engellemede kullanılan beyaz bir şey olduğunu kendileri gibi buradakilerin de bunu bilebileceğini, söyledi. Grup gördüklerinden biraz korksa da yola devam etmeye karar verdi. Noah’ın önerisi ile salgın hastalık tehlikesine karşı ağız ve burunlarını bezle kapatarak yollarına devam ettiler. Daha çok yol almamışlardı ki karşılarına birçok mezar çıktı. Mezarların etrafı kendi adalarındakiler gibi taşlarla çevriliydi. Fakat her mezarın başındaki yılan figürlü oymalar dikkat çekiciydi. Seth bir anda grubun önüne geçerek:

“Bu oymalar yılan tohumu adıyla bilinen öğretiyi doğruluyor.” deyince Noah içinden: “Hayır o saçmalığa inandığını söyleme!” diye geçirdi. Tabii Seth tüm bakışları üzerine çekmişti. Söyleyeceklerine devam etti:

“Çoğu din adamına göre saçma kabul edilse de şeytan yılan kılığına girerek Havva ile birlikte olmuştur ve Kâbil dünyaya gelmiştir. Bu yüzden Kâbil’in şeytanın soyundan geldiğine inanılır. Tabii bu durumda onun soyundan gelenler de lanetlidir.”

“Yani bu yılan figürü ile babalarına göndermede mi bulunuyorlar?” diyen Mark’a Seth kafasını sallayarak onay verdi. Noah aklından:

“Seth, Allah sana akıl verir fikir versin! Gençlerin kadınların yanında anlattığına mı üzüleyim komplo teoricisi papazların bile dile getirmediği sapkın bir hikâyeyi anlatmana mı hayıflanayım?” diye geçirdikten sonra:

“Ama yılan, kartal, aslan gibi hayvanlar her toplumun ilgisini çeker. Örneğin eski Yunan’da hekimler kendilerini ve tedavilerini temsil etmek için yılanları kullanırlarmış.”

“Evet ama  Yuhanna üçüncü bölümdeki: ‘Şeytana ait olup kardeşini öldüren Kâbil gibi olmayalım.(3,12)’ sözü bu anlattığıma gönderme yapıyor.” diye cevap verdi Seth

“Şeytana ait olma derken kastedilen şeytanın evladı olma değil o lanetli varlığın vasıflarını karakterini taşımamayı kastediyor. Kâbil’in Habil gibi bir masumu suçsuz yere hasedinden öldürmesi onun şeytanın vasıflarına meyilli olduğunu gösterir. Bu gerçeğe işaret etmek için şeytana ait tabiri kullanmıştır.”

Noah, konu ile ilgili daha birçok şey söyleyecekti ama Seth’in kızabileceğini düşünerek sustu. Hem kendi canı hem de masumların canı için onun yanında mümkün olduğunca bir tür din ve efsanenin birbirine karıştığı konulara girmeme ile ilgili kendi kendine verdiği sözü hatırladı. Grup tekrar yoluna devam etmişti ki karşılarına harabe hâlinde bir yerleşim yeri çıktı.

 Evlerin harabiyetinden dolayı buranın çok eskiden terk edildiğini düşündüler. Merakla evlere yaklaşıp içine girmek istediler, en sağlam gibi görünen bir evi gözlerine kestirdiler. Noah, çatının ayakta kalan tek direğini göstererek onlara buraya çok yaklaşmamalarını söyledi. Bahçe kapısından bakınca kendi evleri gibi bunların da tahta ve pişmiş çamurdan yapıldığını, küçük ön bahçesinde sebze, meyve yetiştirilip arka bahçesinde tavuk gibi zahmetsiz hayvanlardan yararlandıklarını anladılar. Burada da evler bitişikti ama bu kulübelerin bahçelerini birbirinden ayıran duvarlar yoktu.

Diğerleri olmasa da Petrus, bu ayrıntıyı fark ettiği gibi bahçenin köşesindeki çukur ve üzerindeki taşın ne için kullanıldığını anlamıştı. Hem evler arasındaki duvarın olmaması hem de bahçe köşesindeki tuvaletin etrafının duvarlarla çevrilmemesi buradakilerin mahremiyete ve ahlaka önem vermediklerini gösteriyor. Bizim adada küçük bir yerde bu anlayışta insanların yaşadığı birkaç düzine hane varmış ama onlar da bir süre sonra Lord’un baskısından dolayı evlerini diğerlerininki gibi yapmışlar. Yani tuvalet etrafına ve evler arasına duvarlar örmüşler. Noah duvarları göstererek dedi:

“Bir delik veya kırığın olmaması savaş kavga gibi durumların olmadığını gösterir.”

Yerleşim yerlerinin merkezine doğru ilerlemeye devam ediyorlardı. Abraham, dikili iki putu görünce adadakilerin put yapıp ona taptıklarını yani putperest olduklarını düşünmüştü. Biraz daha yaklaşınca:

“Aman Tanrım!” diyerek Mark’a işaret etti ve ekledi:

“Şatoda gördüğümüz gibi bir şey!”

Mark onun üstü kapalı neyi anlattığını anlamıştı. Cindy ve Odesa da Abraham’ın bakışlarından buraya gelmeyin, dediğini anlamışlardı. Ama asi karakterli Odesa, bakmak istedi. Heykelde anatomik yapılarından kadın ve erkek oldukları anlaşılan iki kişinin şehvetle birbirlerine yaklaşmaları anlatılmaktaydı. Üstelik cinsel duyguları kışkırtan bu heykel, şehrin merkez yeri olduğu anlaşılan alanın orta yerindeydi.

Noah, Seth’e seslendi:

“Bu sana neyi hatırlatıyor?”

Seth espri yapıp:

“Karım ve beni.” deyince Noah sırıtarak cevap verdi:

“Ama sen taşlaşmamışsın. Fakat bunlar...”

“Tabii ki Pompei’den bahsediyorsun, oradaki taşlaşmış birçok beden onların iş üzerindeyken taşlaştıklarını gösteriyor. Fakat bunu onlara gerçekten Tanrı’nın yaptığını bilemeyiz. Tesadüfen günah olarak kabul edilen fiili işlerken yanardağ patlamıştır belki, nereden bilebiliriz?”

Noah aldığı kararı uygulayarak sustu. Biraz daha ilerleyince yerleşim yeri bitmişti. Karşılarına geniş tarım arazileri çıkmıştı. Bu durum kendi adalarıyla benzerlik göstermekteydi, fakat nedense bu araziler ekili olmadığı gibi yüksek otlardan uzun zamandır buranın tarım arazisi olarak değerlendirilmediği anlaşılmaktaydı.

Petrus, elini süpürür gibi yaptıktan sonra dedi:

“Az önce kocaman bir yerdeki yüzlerce evden geçtik. Burası her ne kadar bizim adadan küçük gibi görünse de ev sayısına bakılırsa bize yakın bir nüfus yaşamış. Bu insanlar uzun zamandır bu arazileri ekmediyse ne yemiş olabilirler? Diğer soru neden bu alanı ekmemişler? Tarım yapmayı dahi bilmeyen geri kalmış bir toplummuş diyeceğim ama ev yapmışlar kendilerine. Mesken yapmasını bilen tarımı da bilir.”

Abraham, arazideki devasa otların arasında biraz ilerleyince arkadaşlarına seslendi:

“Bence bizden çok daha fazla ilerlemişler.” dedikten sonra onları çağırıp arazinin her yerine dağılan hendek ve pişmiş topraktan yapılmış boruları göstererek devam etti:

“Bu sulama sistemini düşünmek, suyun hızını, arazinin eğimini hesaplamak, onların akıllı ve çalışkan bir toplum olduğunu gösteriyor.”

Noah, boruların ince deliklerle delindiğini fark edince:

“Yeni bazı çalışmalara göre damla hâlinde sürekli verilen su, çok verilen sudan çok daha fazla verimli olmaktadır. Bu insanlar, bu sistemin faydalarını uzun uğraşlar sonucu bulmuş olmalılar. Bu da onların zeki, çalışkan ve ilerlemiş bir medeniyet olduklarını gösteriyor.”

Geniş arazilerin atılmış çöpe dönüşmüş hâline bakarak hayıflanan grubun ada hakkındaki merakı artmıştı. Seth’in ifadeleri meraklarını daha da arttırmıştı.

“Kâbil hikâyesini hatırlarsınız, Kâbil tarımla Habil ise hayvancılıkla uğraşırdı. Bir insan ne ile uğraşırsa o konuda kendini geliştirir. Az önce siz dediniz çok gelişmiş bir sulama sistemi kurmuşlar diye, bu da burada Kâbil’in yaşadığını gösteriyor.”

Noah, dev gibi otları göstererek “Ee, neden araziyi hiç ekmemişler?” diye sorunca Seth, sırıtarak cevap verdi:

“Habil’in çocukları olan iyi insanların ahde vefa etmediğini, mirasyedilik yaptığını anlatmıyor musunuz? Görünen o ki Kâbil’in çocukları da Habil’inkiler gibi çıkmış.”

Bu sözleri duyan Abraham, içinden geçirdi:

“Ne yani sen Habil’in çocuğu değil misin ki anlatırken siz ifadesi kullanıyorsun?”

Fakat nesillerle beraber Habil, Kâbil çocuklarının da birbirlerine karıştığı aklına geldi ve Seth’in buna gönderme yaptığını düşündü.

Beyin fırtınaları içinde ilerlerken biraz ileride yüksek binalar görmeye başladılar. Kendi adalarındaki en yüksek bina üç katlıydı ve o da adada tek olan Lord’un şatosuydu. Fakat girmek üzere oldukları şehirde dört, beş katlı birçok evi görmekteydiler. Şehrin girişindeki ilk evi büyük bir dikkatle incelediler, evin alt katlarının taş bloklardan yapıldığını gördüler. Ayrıca ev ve oda köşelerindeki muntazam dikdörtgen sütunların ev tabanından yukarı katlara kadar uzandığını gördüler. Yukarı katlardaki bu sütunların aralarının tahtalarla kaplandığını da fark ettiler.

Ahşap duvarlar üzerindeki çeşitli figürler ve oymalar toplumun sanata önem verdiğini gösterirken bu evlerin de tuvalet ile banyolarının bahçede olması onların ahlaki değerleri hiç önem vermediklerine işaret ediyordu. Grup, geldikleri bu şehrin adanın merkezi olduğunu evlerin güzelliğinden ve ihtişamından anlamıştı ama nedense hâlâ hiçbir insan görememişlerdi. Mark, sağ elini yukarıya kaldırarak:

“Durun durun, kulak verin bazı sesler geliyor!” dedi.

Ayaklarını dahi kıpırdatmayınca önce gelen vızıltının rüzgâr olduğunu düşünseler de sese doğru biraz ilerleyince bunun çalgı sesleri olduğunu anladılar. Biraz daha dikkat kesilince bayan olduğu anlaşılan birilerinin yüksek sesle şarkılar söylediğini fark ettiler. Seth, tezini doğrulamak için bulduğu fırsatı yine değerlendirdi.

“Bakın çalgı sesleri ve güzel sesli kızlar! Tüm işaretler Kâbil’i gösteriyor.” dedikten sonra Noah fısıldadı:

“Volkanmış molkanmış boş ver! Ben burada kalacağım, sen dön, onlara böyle bir adanın olmadığını söyle, rahatsız etmesinler.”

Arkadaşı zoraki olarak tebessüm etti ve aklından geçirdi:

“Hadi senden kurtulduk diyelim fakat senin ağababalarından yakamızı kurtarmamız Kâbil’in insan ırkı haricinde olduğuna inanmak gibi imkânsız bir şey.”

Grup ilerledikçe çalgı sesleri ve raks ettirici hoş sedalar artmaktaydı. Evlerin sıklaşmasından şehrin ve adanın merkezine gelmek üzere olduklarını anlamışlardı. Gelen su sesi ve çalgı seslerinin birbirine karıştığı son evi de geçince karşılarına oldukça sürpriz bir tablo çıkmıştı. Yüksek bir şelaleden akan masmavi, berrak suyun içe ferahlık veren bir görüntüsü vardı.

    Şelaleye doğru biraz daha yaklaşınca alttaki küçük gölet ve etrafındakileri görebildiler. Seth haricinde hepsinin yüzü kızarmıştı. Noah yüzünü diğer tarafa çevirince yüzündeki kızarma ve utanma ifadesi daha da artmıştı. Arkasına dönünce Seth haricinde diğerlerinin kararsız gözlerle birbirlerine baktıklarını fark etti. Hem göletin etrafında hem de göleti gören binaların balkonlarında birçok genç vardı ve hepsi çıplaktı. Seth mırıldanmaktaydı:

“Onlar için Kâbil değil şeytan olmaya bile razıyım.”

Noah içinden:

“Allah’ım beni affet! Yüzümü onlara doğru çevirmezsem bunu saygısızlık olarak değerlendirebilirler, bu durumda onlarla hiç iletişime geçemez ve derdimize derman bulamayız.” diyerek ilerlemeye devam etti.

Odesa ise annesine fısıldadı:

“Bir de bana kızıyorsunuz açık giyiniyorsun diye, baksana üstlerinde hiçbir şey yok!”

Cindy evladına:

“Kızım onlar insan değil!” diyecekti ki bunun kutsal kitapta olmayan yılan, Havva meselesini kabul etmek olarak anlaşılacağını düşündü. Mecazi olarak söyleyeceği cümlenin zamanla gerçek anlam gibi anlaşılacağını düşünerek bundan vazgeçti.

Uzun kamış benzeri ve tahtadan yapılmış çalgı aletlerinden, duydukları müziğin geldiğini anladılar. Ama bir terslik vardı, etrafta oynayıp raks eden bu gençler neden onlara hiç tepki göstermiyordu. İnsan en azından giyimleriyle farklı gözüken ve yabancı oldukları anlaşılan bu gruba göz ucuyla bir bakar. Onlarda hiçbir tepki yoktu. Abraham gördüğü tablodan dolayı önce utansa da şimdi korkmaya başlamıştı. Aklındakini Noah’a fısıldadı:

“Bunlar insan mı?”

Noah’ın kendisini yanlış anlayacağını “Sen de mi?” ifadesinden anlamıştı.

“Hayır, Kâbil meselesini demiyorum, baksana hiç tepkileri yok. Acaba cin, şeytan gibi bir şey mi bunlar? Hani belki de bir şekilde başka bir âlemin boyuta girdik. Ben bir yerde on sekiz bin âlemin var olduğunu anlatan bir ifade okumuştum. Belki de bu adada farklı boyutlara açılan kapı var.”

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned