Noah’ın anlattığı hikâyelerden sonra Abraham önceki hâlinden kurtulmuştu. Dikkatini hikâyeye vermesi anlatılan hikâyeyi ve çıkartılan hususları beğendiğini gösteriyordu. ‘Ama bunlar hikâye mi gerçek mi?’ diye bir şüphe ile içindeki kötülüğe meyil harekete geçince sordu:
“Hikâyelerini beğendim ama bunlar sonuçta hikâye.” deyince Noah sorunu anlamıştı.
“İlahi beyanlarda ve peygamber sözlerinde net olarak anlatılan hususların daha iyi anlaşılması için hikâyeler vardır. Örneğin, zor şartlarda ve topluma çok büyük faydalarımız olduğunda sevapların artmasıyla ilgili referans aldığımız ayet şu:
‘Mallarını Allah yolunda sarf etmekte olanların misali yedi başak bitiren bir danenin hâli gibidir ki her bir başakta yüz tane vardır. Allah dilediği kimseye (ecrini) kat kat (fazlası ile) verir. Çünkü Allah, Vasi; (lütfu geniş), Âlim (hakkıyla bilendir.) olandır.(2,261)’
Mal deyince aklımıza bireye ait her şey gelmeli, yani sadece eşya, mal, mülk değil. İnsan duygusu, azası, ilmi, zekâsı dâhil kullanımı fertlerin tasarrufunda olan akla gelen her şeyi mal olarak anlayabiliriz. Bu çerçeveden bakarsak sefalet sonrası gelen âcizlik hissi, zenginliğin sonucu olan cömertlik, ahlaksızlığa karşı boyun eğmeyen hayâ hissi, ilmin sonucu olan hayra teşvik, sakatlığın sonucu olan sabır hissi sayesinde sevaplar katlanarak artabilir.”
Abraham daha önce de aklına gelip sormaya fırsat bulamadığı sorusunu sordu:
“Bahsettiğin son ilahi kitapları ve peygamberlerini de bana anlatsan?”
Noah:
“Onların şefkatinden ve merhametinden anlatmaya başlayayım. Ama bunun için günler, aylar yetmez.” diyerek başlamıştı ki Seth’in sesini odanın dışından duyunca “Sonra inşallah…” diye geçiştirdi. Abraham anlamıştı bir şekilde Seth ile onun arasında inançsal bir farklılık vardı.
Seth, uzun süredir yatmaktaydı başının ağrısı yeni yeni geçmekteydi. Oda gibi bölmelerin arasındaki koridorda ilerlerken selam verip Odesa ve Mark’ın bulunduğu odaya girdi. Duvardaki tavşan ayağı, dört yapraklı yonca, uğur böceği ve at nalını görünce ilk defa arka dişleri görünecek kadar tebessüm etti ve anlatmaya başladı:
“Bunlar büyü objeleridir. İnanışa göre kişi beden ve ruhsal özelliğe uygun seçilmiş büyü objesini yanında taşırsa işleri yolunda gider. Dünya dışı enerjilerin yani tanrıların bu objelerle insanları etkiledikleri inancı vardır.” diyen Seth, etrafına baktıktan sonra beraber bir şeyi gizliyormuş gibi yaparak fısıldadı:
“Bunları evinizde bulunduruyorsanız siz de simyacı olmalısınız?”
Odesa, o anda Seth’in Noah’a göre kendileri hakkında bazı şeylerden habersiz olduğunu anladı. İkisi aynı yerden geldiklerini söylemelerine sağmen ayrı dünyaların insanları oldukları belliydi. Üstelik “Siz de simyacı olmalısınız?” ifadesinden onun da simyacı olduğunu anladı. Babasının da simyacı olmasından dolayı bunu önce iyi bir haber olarak görse de aklına gelen diğer ihtimal onu korkuttu. Ya Seth diğerleri diye anılanlardansa?
Odesa, babasından duymuştu. Diğerlerinin çok acımasız olup şiddet içerikli marjinal bir ideolojiye sahip olduklarını biliyordu. Babasına diğerleri ile ilgili birçok sorular sorsa da babasının net açıklamalar yapmadığını hatırlamıştı. Bununla birlikte onun son cümlesi unutulacak gibi değildi:
“Onların teki bile gerçek niyetini gizleyerek bu adayı altüst etmeye yetiyor.”
Odesa’nın: “Bu tek kişi kim?” sorusu da cevapsız kalmıştı. Farklı odalardaki sohbetler Cindy ve Petrus’un kendilerine gelip hemen Abraham’ın yanına gitmeleriyle sona ermişti. Abraham, anne ve babasına uzun bir ayrılıktan sonra kavuşmuş gibi büyük bir özlemle sarıldıktan sonra:
“Benim asıl annem, babam sizlersiniz! Sizlerin evladı olduğum için Tanrı’ya ne kadar şükretsem azdır.” dedi.
Linda, yıllarca Abraham’ı büyük bir titizlikle büyütmüştü. Hastalandığı zaman günlerce başından ayrılmayıp biricik bebeğinin ateşinin düşmesini beklemişti. O günlerde evlatlarını kaybetme kaygısı ateşinde yanan Linda, benzer kaygısını bugün de yaşamıştı: “Ya Abraham bizi terk ederse? Ya gerçeği gizlediğimiz için bize kızarsa?” Yıllardır sahip olduğu bu endişeler son günlerde zirveye çıkmıştı ama Abraham, gerçekleri öğrenince yine kendine yakışanı yapmıştı.
Linda ve Petrus, o gün omuzlarından büyük bir yükün kalktığını hissettiler. Acı ve hüzünle akan gözyaşları günün sonunda mutluluk damlalarına dönüşmüştü. Farklı duyguların, fikirlerin, anlayışların, inançların birlikte olduğu bu yerde ortak düşman Lord ve bozguncu anlayışlardı. Bu aydınlık insanlar için bu küçük sığınak bir tür iyiliğin karakolu gibiydi. Kalplerindeki gerçek niyetler bilinmese de sözlerinden tavırlarından anlaşılan buydu. Sevgi karakolundaki güzel atmosferi Mark’ın soluk soluğa gelişi bozmuştu:
“Lord’un adamları ve birçok insan buraya doğru geliyor. Görebildiğim kadarıyla her yerde bizi arıyorlar. Hemen içeriye girip sığınağımızı kamufle etmeliyiz.”
Herkes mağaranın içinde sessizce beklemekteydi. Dışarıdan gelen asker seslerinden ve hışırtılarından gelenlerin sayısının oldukça fazla olduğunu düşündüler. Bu durum hem Lord’un öfkesinin büyüklüğünü hem de onları bulmadaki kararlılığını gösteriyordu. Bazen gelen çığlıklardan bazılarının yılanlar tarafından sokulduğunu anlıyorlardı. Yılanlar, Abraham için asla düşman olmamışlardı. Bununla birlikte Petrus’un ayağını soktukları için onları itici hayvanlar olarak kabul ediyordu. Ama duyduğu çığlıklardan sonra onların iyileri korumakla görevlendirilmiş memurlar olduklarını düşündü. Hatta sabahki yılan ısırma olayını, yılanların: “Buradan uzaklaşın, başınızı belaya sokmayın!” anlamında bir ikaz olarak yorumladı.
Abraham, Odesa’nın yardımıyla gizli gözetleme yerinden dışarıyı gözetleyince gelen birçok hışırtı sesinin sebebini anlamıştı. Gelenler yılanların saldırılarını da göz önüne alarak o bölgeyi terk etmeye başlamışlardı. Abraham, sesinin duyulup yakalanma ihtimalinin ortadan kalktığını anlayınca:
“Rahat olun, gittiler!” dedi.
Herkes derin bir nefes alıp terleyen alınlarını siliyor, birbirlerine ümit ve mutluluk dolu gözlerle bakıyordu.
“Cahildim, bilmiyordum, demek makul bir bahane olabilir mi?” diyen Abraham’a bakan herkes onun bu soruyla bir şeyler anlatmak istediğini anlamıştı.
“Lord, birçok insanı toplamış buraya getirmişti. Hep beraber bizi arıyorlardı, yüzlerindeki öfkeden belliydi bizi yakalarlarsa ne yapacakları. Hiç kimse demesin: ‘Bunlar cahil. Lord, bir şekilde onları kandırmış.’ Bence onlar iyiyi kötüyü umursamıyorlar. İşlerine geldiği gibi davranmaktalar.” dedikten sonra ekledi:
“Sözün özü, Tanrı’nın arzı geniş! Biz de bu diyardan, adadan gitmeliyiz.”
O anda herkesin aklına aynı yer gelmişti: Kâbiller Adası. Çevre ada’da suyun olmadığını Abraham ve Mark onlara anlatmıştı ama Kâbiller Adası’nda zaman zaman göğe yükselen dumandan biliyorlardı orada yaşayan birilerinin olduğunu. Aslında bu adayı terk etme arzusu hepsinin ortak amacıydı fakat ellerindeki küçük kayıklarla adanın etrafındaki fırtınalardan sağ çıkmayacaklarını ve köpek balıklarının onları yemek için fırsat kolladıklarını biliyorlardı. Abraham, yan yana duran Mark ve Odesa’ya dik dik bakarak mesajı vermişti. Mesajı alan Mark, el ayalarını ona doğru açarak dedi:
“Emin ol simyacılar adına diyebilirim ki bizden hiç kimse o adaya gitmedi. Orada ne olduğunu bilmiyoruz.”
Odesa, kıkırdadıktan sonra alaycı bir ses tonuyla devam etti:
“Ama korkma, yaratık falan yok. En azından uçmadığından eminiz.”
Abraham önce Noah ve Seth’e sonra sırasıyla anne ve babasına ardından Cindy ve Melisa’ya bakarak aynı soruyu onlara da sordu. Noah konuşmak için izin isteyen bir öğrenci gibi elini kaldırdı:
“Niçin o adaya Kâbiller Adası diyorsunuz?”
Petrus omuzunu silkerek cevapladı:
“Kendimizi bildik bileli orada Kâbil’in torunlarının kaldığına inanırız. Dedem de böyle derdi. Tanrı, ikinci Nuh Tufanı’ndan sonra onları bu adaya hapsedip bizi de onların başına bekçi yapmış.”
Seth içinden geçirdiğini söyledi:
“Ne iyi tutsaklarmış hiç kaçmaya çalışmamışlar! Kim iyi, kim kötü?”
Petrus’un tuhaf tuhaf kendisine baktığını fark edince açıklama yapmak zorunda kaldı:
“Yani espri yaptım.”
Noah, Seth’i işaret ettikten sonra:
“Bence Seth haklı. Benim bildiğim Kâbil kötüdür ama ondan dolayı evlatlarını suçlayamayız. Ailesinden gördüğü kötü davranışların yanlış olduğunu idrak edemeyen çocuklarının etraflarına âdetleri ve fikirleriyle zarar vermemesi için Hz. Şit, onların bulunduğu yere gidilmemesini öğütlemiş ama bir süre sonra bu öğütler unutulmuş.” dedikten sonra:
“Demem o ki bugün, kim Kâbil, kim Habil bilemeyiz. Siz söylediniz halkın gözündeki kin ve nefretin boyutunu. Bence de burnumuzun dibindeki Kâbil vasıflı insanlardan kurtulup ön yargısız ve tedbiri elden bırakmadan gidelim.”
“Siz nasıl yardıma geldiniz, bu adaya gelirken? Başkalarının sizden haberi yok mu? Ne bileyim dışarıdan birileri bizi kurtarmaya gelemez mi?” diye soran Odesa’ya Noah, ne cevap vereceğini bilemedi. Seth yüzünü diğer tarafa çevirerek:
“Beni karıştırma.” demişti.
“İnsanlara böyle bir adanın var olduğunu söylediğimizde ve onların sesini duyduğumuzu anlatınca bizim deli olduğumuzu düşünmüşlerdi, inanmış gibi değillerdi ama yine de birilerinin bizi aramak için geleceğini ümit ediyoruz.” diyerek asıl cevabı saklamayı tercih etti.
Abraham, herkesin adayı terk etme konusunda hemfikir olduğunu görünce vakitlerinin az olduğunu bunu en kısa zamanda yapmaları gerektiğini anlatıp:
“Hemen işe koyulmalıyız!” dedi.
“İhtiyacımız olacak her şey hazır. Kalas, tahta, sivri uçlu, uzun tahta, çiviyi çakmakta kullanabileceğimiz düz sert taş ve diğer malzemeler… Babam her an o adaya gidecekmişiz gibi her şeyi hazırlamıştı ama kısmet bizeymiş.”
Adanın iyilik hareketi, hemen işe koyuldu ve kısa sürede tahta botu hazırlayarak suya indirdiler. Niyetleri herkesi götürmekti ama botun büyüklüğünden ve yolda alabora olma ihtimalinden dolayı iki kişiyi alamayacaklarını anladılar. Misafir olarak baktıkları Noah ve Seth’i burada bırakamazlardı. Kısa bir toplantıdan sonra Melisa ve Linda’nın kalmasını karar verdiler.
Sandalla kürek çektikçe sadece Kâbiller Adası’na yaklaşmıyorlardı aynı zamanda asırlardır gizlenen akıllarındaki soruların cevaplarına da yaklaşmaktaydılar.
Seth’in aklında oradaki insanların siyahi olup olmadığı vardı. Hatta dev yılanlar bile görebileceğini düşünüyordu. Noah, rivayetlere göre Kâbil’in soyundan gelenlerin çaldığı aletleri ve kadınlar ile diğer insanları baştan çıkarmaya çalıştıklarını biliyordu. Bu adadan yüksek sesli şarkılar, müzikler duyulmadığını Abraham’dan duyduğu için adada gerçekten kimse varsa bunun Lord ile bağlantılı bir sır olacağını düşünüyordu.
Abraham, Mark’a: “Bu adaya önceden gittiğini bir şekilde anlarsam sana ne yapacağımı biliyorum!” der gibi bakarken Mark ise üstadı Ilius’un anlattığı çalışmaların daha ayrıntılı ve başarıyla neticelenmişlerini bulmayı hayal ediyordu. Odesa, bu adadan geldiği yalanını söylediği günü hatırlayarak orada daha rahat ve konforlu bir hayatın olabileceğini düşünüyordu. Cindy ise kaybolan eşi İlius’u bulma hayalindeydi. Herkes Kâbiller Adası’na gitme konusunda hemfikir olunca Petrus bir şey diyememişti, dönüşte yapacağı açıklamayı düşünüyordu.
Abraham, Kâbiller Adası’na yaklaşınca babasına:
“Bu adaya gelmek bu kadar kolay mıydı?” dedi. Babası:
“Gitmek kolay ama dönmek mesele! Muhtemelen Lord’un askerleri bizi gölde görmüşlerdir. Teyakkuzda olacakları kesin. Teker teker haneleri kontrol ederek kimin bu cüreti gösterdiğini bulacaklardır. Sonrasında bu gidişi engellemedikleri için gidenlerin yakınlarına ömür boyu hapis, gidenler geri gelirse onlara da ölüm cezası olur. Anlayacağın ailesine sıkı sıkıya bağlı adalılar için bu adaya gitmek intihardan farksızdı. Kaldı ki bence hâlâ Kâbiller Adası’nda bizi bekleyen tehlikeler olabilir.”
“Ne gibi baba?”
“Gerçekten Kâbil iseler bizi öldürürler. Etimizi yiyen yamyamlar da olabilirler.” dedi Petrus omuzlarını silkeleyerek. Grubun gitmekten vazgeçebileceği ümidiyle kan ve vahşet dolu ihtimalleri sıraladı ama başarılı olamadı.
Uzaktan gördüğü Kâbiller Adası hakkındaki ilk izlenimleri kendi adalarından farksız olduğuydu. Büyük bir sazlıktan sonra burunlarına kadar gelen çürük yumurta kokusunu tanımışlardı. Tahmin ettikleri gibi balçık toprak ve meşe ağaçlarının birbirine karıştığı arazi bitince bu koku da kayboldu. El ele tutunarak zincir oluşturmuşlardı. Bu sayede birbirlerinin batmasını engellemeyi hesaplıyorlardı. Neyse ki en öndeki Noah, attıkları her adımı ve önlerini uzun sopalarla kontrol ettiği için bataklığımsı yeri sorunsuzca geçebildiler. Ağaçların şekli, yeşili, yaprağı da değişince balçık araziyi tamamen geride bıraktıklarını anladılar.




Write a comment ...