23

23. BÖLÜM: ORTAYA ÇIKAN SIRLAR

Abraham’ın bakışlarından onun iç dünyasını anlayan Noah dedi:

“Evet, birçok gizli işin arkasından pis kokular çıkabilir ama iyi amaçlara sahip gizli işler de vardır.”

Melisa’nın duyulan sesiyle dikkatler ona yönelmişti:

“Anne, dışarıda birileri var. Sesler geliyor, kontrol edeyim mi kim?”

Melisa, mağaranın arka tarafındaki biraz yüksek yere tırmandı. Dikkatli bir şekilde önündeki kayanın en üstüne çıktı. Yandaki kütüğü düz taşın üzerine koydu. Bir insanın zar zor sığabileceği dar, uzun boşlukta ayağa dikildi.

Melisa’nın, “Dışarıda bir genç ve iki ihtiyar var.” sözlerini duyan Abraham birden ayağa kalkıp:

“Söylemeyi unutmuştum, onlar annem, babam ve Mark olmalı.” dedi.

Melisa dikkatle yere inince Abraham anlatmaya devam etti:

“Buraya gelmek üzereyken güvercinimi ıslığımla çağırdım. Ayağına not yazarak nerede olduğumuzu söyledim. Gelirken yanlarında bazı şeyler de getirecekler. Size önemli bazı açıklamalar yapacağım.”

Petrus, Linda ve Mark açılan mağaranın ağzından içeriye girdiler. Petrus mağara deliğine ve dışarıya baktıktan sonra aklından geçirdi “Ormanın bekçisi olarak bu mağarayı hayatta bulamazdım. Lord’un adamları birazdan buraya gelseler de bu mağarayı farkedemeyip gidecekleri aşikar.”

 Abraham onlara her şeyi anlattıktan sonra Noah’a dönerek Melisa’yı gösterip sordu:

“Dişlerinin diş etiyle birleşim yerlerindeki sarı, kahverengi lekeleri görüyorsun. Bunlar dişler çıktığından beri var. Yani doğuştan diyebiliriz. Lord’a göre bu izler, dinî emir ve geleneklerin aksine anne, babanın amca çocukları ile evlenmeyip sevdiği başka biriyle hayatlarını birleştirmelerinden dolayı olmuş. Yani başka bir deyişle Habil, Kâbil döneminden kalan ikiziyle evlenmenin benzeri uygulanmaktadır. Bunu referans gösteren Lord, insanların kendi eşlerini seçebilmelerini önlüyor.” diyen Abraham son cümleyi söylerken Melisa ile göz göze gelince yanakları kızardı.

Ondaki bu değişimleri fark eden Noah, içinden: “İnsan da genç de her yerde benzer sorunlarla karşılaşıyor. İnsanlıktan habersiz bu adada bile gençleri en çok etkileyen olgu sevgi ve tezahürü olan aşk.” diye geçirdi.

Abraham anlatmasına devam etti, yaptığı çalışmada buharlaşan sudan sonra kapta birbirine karışmayan iki madde kaldığını, bunlardan birinin diş lekelenmesi ile diğerinin zehirlenme ve erken ölümle bağlantılı olduklarını düşündüğünü anlattı. Damgalı insanlar, ölüm öncesi kabir çukuru gibi daha birçok şey ifade ettikten sonra eliyle kabı işaret ederek sordu:

“Bu maddenin dişlere bu etkiyi yaptığını düşünüyoruz. Bununla ilgili bilgin var mı?”

Noah biraz ağzına sürünce tadından da tanıdı:

“Tahmin ettiğim gibi bu flor. Fazla miktarda flor suya karışırsa daha çok dişlere sonra kemiklere bazı etkilerde bulunabilir. Ciddi olmayan kemik ve diş hastalıklarına yol açar. Bunu şundan biliyorum sizin eski ismiyle Natalia, bizim de yeni ismi ile Anadolu diye adlandırdığımız yerin güney batısında volkanik patlama ile oluşmuş ormanın içindeki krater gölünün etrafındaki su kaynaklarında ve Van Gölü’nün biraz yukarısındaki dağlık alanların sularında flor var. İhtimal, buradaki suyun florlu olması ile volkanik patlamada oluşan krater gölü arasında bir bağ var.”

“Peki, oradaki insanların da dişleri böyle mi?”

“Evet, az veya çok dişlerinde böyle renklenmeler var.” dedikten sonra tebessümle cevap verdi:

“Bu durum Tanrı’nın cezası falan değil. Allah’ın koyduğu doğa kanununun bir sonucudur.”

Ateşi düşen Odesa, kendisine gelmiş konuşulanları duymuştu.

“Bunu anlamak için o düzeneği kurmana gerek yoktu. İkizim olan Melisa’nın dişleri mühürlüyken yani lekeliyken benim dişlerim de böyle bir şey yok. Aynı anne babanın farklı sularla beslenen evlatlarıyız. Yıllarca ben babamla burada, Melisa annemle o çiftlikte kaldı.”

“Neden birbirinizden ayrı hayatlar sürdürdünüz?”

“Sebebi gayet açık, ileride adanın içinden gerçeği sorgulayan, araştıran; hurafecilerin, statükocuların değil, Tanrı’nın insana değer veren emirlerini uygulayan aydınlık insanlar olursa onlara doğruyu anlatabilmek için.”

Abraham Mark’a işaret ederek “Seni kastediyor.” deyince Odesa kaşlarını çatıp: “Deveyi yerinden kaldırmak Mark’ı harekete geçirmekten daha kolaydır.” dedi.

Abraham, Odesa’ya katılmadığını yüz ifadesiyle gösteriyordu ki birden duraksadı.

“Siz birbirinizi tanıyorsunuz. Tüm gizemlileri bir arada bulmuşum, bu fırsatı kaçıramam!” deyip kahkaha attıktan sonra devam etti:

“Hâlâ gizemlerinizi, yalanlarınızı sürdüreceğiniz korkusuyla sizleri ayrı ayrı dinleyip uydurduklarınızı yüzünüze mi çarpayım? Yoksa buna artık gerek yok mu? Kimden başlayalım?”

Mark:

“Ben zaten sana demiştim. Şu fırlatma işini halledelim her şeyi anlatacağım diye.”

Odesa:

“Melisa’nın anlatacaklarımızla bağlantısı yok.”  

Alay dolu bir bakış atan Abraham:

“Hım anladım, şu ilerideki odada olan kafatası ve diğer garip malzemeler normal şeyler ve orası Melisa’nın odası değil, öyle mi?”

Odesa, “Çok ayıp başkasının odasına mı girdin?” dedikten sonra devam etti:

“Az önce dediğim gibi benden bir dakika küçük olan Melisa’nın burada odası yok. O bahsettiğin yere tefekkür odası diyoruz. Hemen hemen her simyacının evinde böyle odalar olur. Oradaki kafatasları kimsesiz kişilerin yıllar önce çürümüş mezardaki bedenlerinden elde edildi. Yani biz hiç kimseyi öldürmedik, korkma seni de öldürmeyiz.”

“Peki amacınız ne?”

Odesa, sana açıklama yapmaya mecbur değilim, içimden geldiği için anlatıyorum der gibi gözlerini devirip baktıktan sonra “Sabırlı olursan her birini sırayla anlatacağım.” dedi ve devam etti:

“Kafatası, öldükten sonra insanın geçireceği son değişimi temsil eder.” Sonra elindeki tozları göstererek:

“Bunlar kum değil kükürt ve tuz. İnsanın dönüşümünü kolaylaştıran hızlandırıcılar diyebiliriz. Kum saati zamanın dönüşüm süresini, yanmayan mum ise insanın cahillik uykusundan uyanmasını temsil eder.” dedi.

Abraham, duvardaki tırpanı gösterince Odesa tebessümle devam etti:

“Tabii ki, o ekin biçmek için değil. Doğanın dönüştürücülüğünü temsil eder, doğanın sunduğu hediyeleri biçer.”

“Doğa mı? Doğa cansızdır! İnsanlara hediye sunamaz.” dedi Abraham sırıtarak. Odesa hiç de altta kalacak gibi değildi:

“Allah’ın memuru olursa her şey canlanır. Tabii senin gibiler hani kendilerini anlatacaklar ya güya Tanrı’yı savunacaksınız ya hemen karşı tarafı dinsizlikle itham ediyorsunuz. Hem sana ne benim inancımdan?” diye çıkışınca Mark, Abraham’a eliyle sus işareti yapıp kulağına fısıldadı:

“Onu kızdırırsan sırf sana inat olsun diye Tanrı yok, der. Bence şaka ile dahi olsa onunla alay edici ifadeler kullanma.”

“Peki dönüşüm oldu mu ya da dönüşüm ne? diye sorayım.”

Odesa başını sağa sola sallayarak:

“Hayır, dönüşüm düşündüğün gibi tanrılaşma (haşa) falan değil, dönüşümü olgun veya mükemmel insan olma olarak düşünebiliriz. Benzer durum monoteizmde de var, müminler Tanrı’nın gücünü veya ölümden sonraki hayatı tefekkür ettikçe içlerindeki kötü düşüncelerden arınıp saflığa yani hakiki kulluğa erdiklerini düşünürler, bunu da öyle bir şey gibi düşünebilirsin.”

“Yani insanın tanrılaşması gibi bir amaç yok diyorsun.” dedi Abraham ciddi bir yüz ifadesiyle.

Odesa ellerini birleştirerek devam etti:

“Bir mümin tefekkür gibi bir arınmadan çıktıktan sonra, haç da olabilir, hayatının geri kalanında hiç hataya girmeyeceğinin, kabaran enaniyetiyle nefsini ilahlaştırmayacağının garantisini verebilir misin? Ayrıca niyeti ta baştan insanlara şov yapmak olabilir. Babam ve onun gibilerden her bireyin niyeti farklı olabilir veya iyi niyet zamanla bozulabilir.”

Noah anlamıştı. Odesa’nın ailesi, kökeni Mezopotamya’daki Sümer uygarlığına kadar dayanan bir geleneği devam ettirmekteydi. Odesa’nın babası, yapılana dinî bir ritüel değil de gelenek olarak bakıyorsa tevhit inancı açısından sakıncalı bir durum yoktu. Konu ile ilgili yorumda bulunmayıp gençlerin ve orada olmayıp yatıyor olan Seth’in dikkatini üzerine çekmek istemedi.

Abraham, önce Odesa’ya sonra Mark’a bakıp sordu:

“Baban kim biliyorum, muhakkak Mark sana anlatmıştır. Çevre Ada’da gördüğümüz kule ile baban arasında bir ilişki var mı? Anladığım kadarıyla baban bir simyacıydı. Orada da sanki kanlı bir ayin yapılmış gibiydi.”

Mark, Odesa’dan bayrağı alır gibi “Dostum…” diyerek anlattı:

“Hatırlarsan Çevre Ada’ya giderken sana ormanda yaşayan meczubu son zamanlarda görüp görmediğini sormuştum. İşte o kişi Odesa ve Melisa’nın babası, benim de üstadımdı. Evet, o kuleyi kendisi ve arkadaşı yapmış. Fakat kanlı bir ayin diye bir şey hiçbir zaman olmadı. Zaten bu adada o eski arkadaşından başka simyacı kalmamış. Yani beni ve Odesa’yı da saymazsak ayin düzenleyecek yeterli kişi yok ki bahsettiğin şey olsun. Heyecan olsun diye birbirimize gizemli şeyler anlattığımız kişiler bu meseleleri bilmezler veya bilseler de kurgu olduğunu sanarlar.”

Abraham, duyduklarından bir kısmına şaşırmış gibi tepki vermekteydi. Mark’ın kendisiyle ilgili bazı gizemleri çözememiş olduğunu görünce rahatladı. Sözünü korumayı başarmanın haklı sevincini içten içe yaşadı. Duyduğu bazı şeylere ise ne güzel tesadüf diye içinden geçirdi.

 Mark’ın anlattıklarına göre sorması gerekeni sordu:

“Herhâlde artık babanla tanışabilirim.” deyince Odesa’nın gözleri dolmaya başladı.

“Günlerdir onu arıyoruz. Başına kötü bir şeyin gelmiş olmasından korkuyoruz.”

“Bu adada onu aramadığınız yer kalmadıysa geriye 2 yer kalıyor.”

Gözgöze gelen Mark ve Odesa Abraham’ın Çevre Ada ve Kâbiller Adası’nı kastettiğini anlamışlardı.

Abraham, birçok yeni şey duymaktaydı. Aklındakini unutmasa “Bahsettiğin diğer simyacı kim?” diye soracaktı. Mark, Odesa’nın bakışlarından Abraham’ın henüz tam olarak hazır olmadığını, zamanı gelince o kişiyi de öğreneceğini söylediğini hâl dilinden çözmüştü.

Abraham işaret parmağını havaya kaldırdıktan sonra:

 “Lütfen bana da hak verin, birçok yeni şey anlatıyorsunuz. Ama kafam karışıyor. Lütfen olayları sıra ile anlatın.” deyince Mark, “Çok uzun zaman önce…” demişti ki Abraham tekrar araya girdi:

“Lütfen abartma. Duyan da asırlar öncesinden fi tarihinden bahsediyorsun sanacak.”

Mark, Odesa’nın yüzünde az önce gördüğü ifadenin aynısını görünce yaş konusundan da bahsetmemeye karar verdi ve devam etti:

“Sana anlatmıştım, atalarımız bu adaya geldiğinde gemide iki simyacının bulunduğunu ve onların bazı araştırmalar yaptığını. O gün dediğim gibi oradaki kule onların araştırmalarıyla ilgili. Ne ben ne Odesa nasıl olduğunu tam bilmiyoruz. Fakat çok uzun süre kafa yorarsak bize bıraktığı emanetlerden anlayabiliriz. Neyse kulağına çılgınca gelebilir ama bu söyleyeceğimiz bir gerçek!”

Abraham merakla bekledi:

“Evet, neymiş o?”

“O kule sayesinde adanın bir ucundaki ses, diğer ucuna iletilebiliyor. Daha açıkçası adanın çok uzaklarındaki birinin sesini duyabiliriz, orada da kule varsa.”

Abraham, vermesi gereken tepkiyi gösterdi. Ellerini havaya kaldırıp “Yeni bir simyacı efsanesi!” deyince Mark devam etti:

“Düşünmen için sana sıklıkla sorardım: ‘Bahsettiğin bilgileri kütüphaneden nasıl öğrendin?’ diye. Atalarımızın bu adaya gelişinden sonra dış dünyadaki bilimsel, inançsal gelişmelerin yazıldığı papirüslerin nereden geldiğini zannediyorsun? Asırlarca dış dünyaya çıkmayan adalıların o bilgileri öğrenme imkânı olmadığını gayet iyi biliyorsun.” dedikten sonra alay dolu bir tebessümle sordu:

“Umarım perilerin, ruhların onları yazdığına inanmıyorsun! Senin gibi ilim adamına yakışır mı böyle düşünmek?”

Abraham, Mark’a hak vermişti ama hâlâ gizli birinin ada dışına çıkıp bu papirüsleri dışarıdan getirmiş olabileceğini düşünse de Lord’un adamlarına ve ispiyoncularına yakalanmadan adaya girmenin imkânsız olduğunu düşündü. Lord’un buna izin verdiğini düşünmek de ahmaklıktı. Çünkü papirüslerdeki bazı metinlerde hüküm ve emir sahibinin ancak Allah olduğu hiç kimsenin onun temsilcisi olmayacağı ancak onun emirlerine ve peygamber sözlerine dayanarak bazı fetva ve öğütlerde bulunulabileceği yazıyordu. Otoritesine çok önem veren Lord, bu yazıları oraya niye koysun? diye düşündü.

“Ee peki amacınız ne? Ben o papirüsleri okuyunca ne olacağını hesapladınız?”

Mark, “Bence cevabını biliyorsun.” diyerek devam etti:

“Önce senin sonra toplumun aydınlanmasını sağlamak. Toplumu uyandırmakta senin gibi tevhit inancı ile aklın, bilimin izdivaç ettiği kişiden daha uygun biri bulunamazdı. Aklı ile insanları düşünmeye sevk edip onları hurafelerden arındırabileceğin gibi güçlü inancın ile onlara, Lord gibi zalimlere karşı dik durabilme cesaretini gösterecektin.” diyen Mark, bir şey hatırlamış gibi başını hafifçe eğip dedi:

“Üstadım Ilius benden önce seni talebe olarak düşünmüş fakat sendeki güçlü tevhit inancını görünce senin simyacılıkla çelişeceğini düşünerek bundan vazgeçmiş.”

“Ee, bunlar sende de var.”

“Mütevazılık yapmıyorum, muhakeme yeteneğim iyidir ama kalbim senin kadar çok iman hakikatlerine sahip değil. Hatta çoğu simyacı gibi bir yere kadar toplumu düşünürüm. Onlar için kendimi riske atmam. Benim onları aydınlatmak gibi bir görevim yok. Halka doğruyu anlatacak kişi onların anlayacağı dilde konuşmalıydı. Lord’un inancı suistimal ederek kurduğu saltanatını ancak bir başka inanç sahibi biri yıkabilir. Bana ve aileme karşı sahip oldukları önyargıdan dolayı ben onları etkileyemem.”

Abraham:

“Ama son günlerde çok cesurca davrandın. Sen olmasan ben asla o şatoya girip onları kurtaramazdım.”

Mark başını sağa sola sallayarak:

“Simyacılar her zaman perde arkasında kalır. Son dönemde öyle davranmanın sebebi üstadım Ilius’un ailesini koruyacağıma ilişkin verdiğim sözdü. Tabii bu saatten sonra sıklıkla senin yanında gözüken ben de ifşa olduğum için Lord’u alaşağı etmede gizlenmenin anlamı yoktu.”

Abraham ayağa kalkıp eliyle çene altını okşayıp sordu:

“Odesa’nın Kâbiller Adası’ndan geldiği de yalandı, ama benim asıl sorum siz ikiniz neden böyle bir tezgâh kurdunuz ve amacınız neydi?”

“Dedim ya senin üzerinden toplumu uyandırmak. Kâbiller Adası’na senin gibi hiç gitmedik. Orada ne olduğunu bilmiyoruz ama eminiz ki dünyanın sular altında kaldığı yalanıyla bizim bu adadan ayrılmamamız hesaplandıysa Kâbiller Adası hurafesiyle bizim o adadan uzak kalmamız amaçlanıyor. Bu hurafenin yok edilmesi için birinin oraya gitmesi lazımdı.” diyen Mark sırıtarak devam etti:

“Tabii ki aradığımız cesur yürek sen ve senin dostun ben! Odesa’yı tanıdığımı gizlemek için onu kötüledim ve ondan uzak durmamız gerektiğini bilerek söyledim. Aslında Odesa’dan uzak durma konusunda tam olarak yalan söyledim diyemeyiz.” deyince Odesa:

“Aptal, sen kendine bak!” dedi ve ekledi:

“Sadece Kâbiller Adası’ndan geldiğim yalandı. Senin de anladığın gibi ada dışında birçok toprağın, insanların olup onların dev gemilerle seyahat ettiği yalan değildi. Babam Ilius, göremediği ama sesini duyabildiği adamdan öğrenmiş. Planımız işliyor gibiydi. Yani sen, benim Kâbiller Adası’ndan geldiğime inanmış gibiydin ama hesapta olmayan şey, annenin beni ihbar etmeseydi. Ayrıca hesapta olmayan güzel bir sürpriz daha oldu.”

“Ne oldu?”

“Senin, Melisa ve annemle tanışman tamamen tesadüftü. Tanrı senin karşına onu çıkartmasaydı kıt aklımızla mükemmel sandığımız planımız suya düştüğü gibi büyük ihtimalle kodeste çürür giderdik. Bu yüzden kadere inanıyorum ve kaderimizin biz farkına varmasak da bizim irade ve arzularımızla şekillendiğinden eminim ama bu, demek değildir her arzuladığımızı Tanrı yerine getirir.”

Odesa’nın bir şeyi anlatmaktan kaçındığını fark eden Mark devam etti:

“Aslında önceki planımızda senin Melisa’ya karşı bazı hislerinin olduğunu fark edince Odesa yerine onun Lord’dan kaçıp senden Kâbiller Adası’na gitmede yardım istemesini düşündük fakat Melisa, sevgi hissinin iyi bir amaç için dahi olsa suistimal edilmemesi gerektiğini söyleyerek bunu reddetti.”

Abraham bu açıklamayı duyunca mutlu olmuştu. Bu hem Melisa’nın duygularına değer verip incitmeme konusunda hassas olduğunu hem de onun sevgi, aşk gibi konulara önem verip aşkın çıkar amacıyla kullanılmamasına dikkat ettiğini gösteriyordu.

Noah’ın odada olmadığını ve Seth’in zaten hasta gibi uzun süredir yatmasından istifade ederek fısıldadı:

“Bu adamlarla sizin nasıl bir bağlantınız var? Ada dışındaki onlara nasıl ulaştınız?”

Mark ellerini havaya kaldırıp indirdi:

“Ee söylüyoruz inanmıyorsun. Üstadım Ilius, bize yardım etmeleri için onları çağırdı. O kule sayesinde sesini duyurabildi. Tam olarak aralarında neler konuştuklarını bilmiyorum ama adadaki volkanın patlamak üzere olduğundan ve Lord’un insanlara zulmetmekte olduğunu bahsettiğinden eminim. Baksana, adamlar eğitilmiş olmalı ki bizim dilimizi, inançlarımızı biliyorlar. Üstelik yanlarında mayınlar getirmeleri Lord gibi bir zalimden haberleri olup ona karşı tedbirli davranmak istediklerini gösteriyor.”

Odesa araya girip “Zaten kodesteyken bize: ‘Siz Ilius’un kızları olmalısınız. Bizi Dr. Wickens gönderdi.’ dedi.” sonra devam etti:

“Benim asıl dikkatimi çeken ikisinin farklı uçlardaki insanlar gibi olmaları. Noah, çok yardımsever içten, dinî konulara hâkim ve her inanca saygılı olup bireye değer veren bir fıtrata sahip. Seth ise umursamaz, kendini düşünen biri gibi davranıyor. Daha açıkçası sanki Noah, buraya kendi isteğiyle gelmiş gibi davranırken Seth zorla buraya getirilmiş gibi. Bir an önce işimiz bitse de gitsek havasında. Ayrıca birbirleriyle uyumsuz gibiler ve bence birbirlerinden bir şey saklıyorlar gibi.”

“Tamam fıtratları farklı olabilir ama son cümleyi neye dayanarak söylüyorsun?” diye soran Abraham’a Odesa tekrar cevap verdi:

“Kodesteyken Seth kapıya sertçe vurup muhafızlara seslendi, ısrar edince muhafızlar onun Lord ile konuşmasına izin verdiler. Kodesten çıkmadan önce Noah, ona sakın aptalca bir şey yapıp bizi yakma, dedi. Artık Lord’a ne dediğini bilmiyoruz ama o kodese geri dönerken muhafızlar, bu adam kafayı yemiş diye onunla alay ediyorlardı. Noah, Seth’in yakasına yapışıp insan sözünü böyle mi tutar, diye sitem etti. Yani Lord’a her ne dediyse onu inandıramamış ve Noah ile ikisinin bir sırrını ifşa ettiği aşikâr.”

Abraham biraz düşündükten sonra:

“Bence Noah, evet bir şeyler saklıyor ama bakışlarında bir hainlik yoktu. Yani bize zarar vereceğini sanmıyorum.” dedikten sonra anlamlı bir bakış yapıp devam etti:

“Sanki sizin hâlâ sırlarınız yok! İkinizin birbirinize bakışlarından anlamıyor değilim ama olsun o da ortaya çıkar.”

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned