22

22. BÖLÜMORMANDAKİ GİZLİ EV

Abraham önce telaşlandı ama yerde takıldıklarının onları bekleyen Seth olduğunu anladı. Seth hakkındaki ilk izlenimi, onun korkak ve bencil olduğuydu. İkinci izlenimi ise küçük bir şive farklılığı olsa da adalı gibi akıcı ve anlaşılır konuşabildiğiydi. Abraham, tünelin çıkışının da kaya ile kaplandığını açık kalan küçük aralıktan çıkışlarının zor olduğunu görünce cebindeki mayını çıkarttı. Kanı daha çok ısındığı için Noah’a dönüp dedi:

“Kendi malım olsa bu kadar kolay harcamazdım.”

Noah, tebessüm edince onun yaptığı espriyi anladığını fark etti. “Demek ki en azından o beni net anlayabiliyor.” diye aklından geçirdi.

Abraham için artık oyun gibi bir şey olmuştu mayının fitilini yakıp patlatmak. Tünelin bu çıkış noktası göle bakan kayalık bir alana çıkmaktaydı. Dikkatle önce tünelden çıktılar sonra nereye basacaklarını büyük dikkatle belirleyip birkaç metre kayadan biraz tırmandılar. Odesa açık havayı görünce kendisine gelse de hâlâ tam olarak yürüyecek gücü hissedemiyordu. Onun iyileşmesini bekleyecek zamanları da yoktu. Abraham:

“Keşke yanımda ip getirseydim.” diye mırıldanınca Noah araya girdi:

“Biz ip olabiliriz. Yani birbirimize sıkıca bağlanıp ip gibi yukarıdan aşağıya sarkıp onu kayalığın üstüne çıkartabiliriz.”

En yukarıdaki Noah, Melisa’nın ayaklarını o da Abraham’ın ayaklarını tuttu. En uçtaki Abraham, Odesa’yı sıkıca kavradı, Noah’ın onları yukarıya çekmesiyle bu sorunun da üstesinden geldiler. Abraham daha yeni tanıştığı Noah’ın gerçekten samimi, yardımsever, fedakâr biri olduğundan  emindi.

Seth ise hiçbir şey yapmayan biri imajı oluşturmamak için o da Noah’ı çekiyormuş gibi yapsa da Abraham onun yapmacık tavırlarını fark etmişti. Firariler hiç vakit kaybetmeden oradan ayrıldılar. Ama tam olarak nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Abraham, bu tünelin nereye çıkacağını önceden bilmediği için tünel sonrası için sadece uygun ve güvenli bir yere gitmeyi düşünmüştü. Melisa:

“Beni takip edin. Sizi hiç kimsenin bilmediği bir yere götüreceğim.” dedikten sonra öne geçip gruba yolu göstermeye başladı. Gittikleri yolun ailesinin bekçiliğini yaptığı batıdaki yasak ormana çıktığını anlayan Abraham sordu:

“Nereye gidiyoruz? Sakın benim evime gittiğimizi söyleme!”

Melisa tebessümle önlerindeki ormanı gösterip:

“Burada sadece senin evinin olduğunu mu sanıyorsun? Bu koca arazi için hiç de cömert bir yaklaşım değil.” dedikten sonra karşılarına çıkan ve yasak ormanın başladığını gösteren duvarın dibine kadar yaklaştı. Duvarın yanındaki çalıları ve yaprakları kaldırdı. Abraham kafasını uzatınca duvar altındaki delikten diğer tarafa geçebileceklerini gördü:

“Aman Tanrım bu ormanda bu deliği yapacak kadar büyük köstebek de mi varmış?” diyerek Melisa’ya takıldı.

Noah ise zaman zaman yerden ot koparmaktaydı. Abraham göz ucuyla bakınca bunların belirli bir ot türü olduğunu anladı. İçinden: “Ne yapacaksa bu otları?” diye de geçirdi.

Abraham, ormanın bu kısmına da gelirdi ama yılanlardan dolayı daha yükseğe çıkmaması gerektiğini babasının öğütlerinden bilirdi. Çekincesini dile getirince Melisa ona cevap verdi:

“Yılın bu döneminde zaten yılanlar ortada gözükmez. Havalar ısınınca da onlara bir şey yapmazsan en fazla tıslayıp giderler. Yuvalarına ve yavrularına zarar vermeyeceğini bilirlerse sana selam verip gittiklerini ve seni komşuları olarak gördüklerini düşünebilirsin.”

Abraham o an içinden:

“Sakın yılanlarla komşuyum deme!” diye geçirmişti ki Odesa araya girdi:

“Bu patikanın bir kısmı onların yuvasından geçiyor. Onları rahatsız edersek can havliyle bize saldırabilirler. Yolu uzatsa da yukarıdaki patikadan gidelim.”

Abraham iki kardeşin de buraların yabancısı olmadıklarını anlamıştı. Gecenin karanlığında gece lambası gibi olup önlerini aydınlatan ay yerini güneşe bırakmak üzereydi. Kâinatın sahibi dünya hanındaki misafirler dinlensin diye gündüz ışığı olan güneşi kapatıp her yeri karanlık yapıyordu. Firari misafirler gece boyunca yürümüşlerdi. Üstelik yaşadıkları yakalanma korkusu, patlamalar ve gelecek kaygısı gibi etkenler de eklenince yorgunlukları dayanılmaz noktaya geldi. Neyse ki Odesa’nın sesiyle herkes zorlu sürecin bitmek üzere olduğunu anladı:

“Durun, beni bekleyin. Gizli evimize, daha doğrusu mağaramıza geldik.”

Önce kocaman kurumuş dalları sonra da muntazam kesilmiş gibi duran taşı ittirince mağaranın ağzı ortaya çıktı. Abraham içinden geçirdi:

“Ormanın sıklaştığı Yılanlı Bölge’de kurumuş dalların ve kayanın altındaki bu mağarayı şimdiye kadar görmemem bence normal. Normal olmayan burada yaşayanlar.”

Sırayla mağaraya girdiklerinde onları Melisa’nın annesi karşıladı. İçerisinin evden farklı olmadığını, odaların olduğunu, ayrı bir mutfağının olduğunu gören Abraham bir yandan da kadına anlamlı gözlerle bakmaktaydı. Kadın:

“Abraham, burası benim ikinci evim. Ayrıca o hadiselerden sonra çiftliğe dönemezdim. Lord’un bizi bir süre sonra cezalandırıp hapse atacağını sen de biliyorsun.” dedi.

Abraham’ın yorgun göz kapakları daha fazla dayanacak gibi değildi. Yanına baktığında Noah ve Seth’in çoktan uyuyakaldıklarını gördü. O da ev sahibinin gösterdiği uygun bir yerde, derin bir uykuya daldı.

Abraham saatler boyunca uyuduktan sonra göz kapaklarını açmaya başlamıştı. Misafir olduğu evde derin bir sessizliğin olmasından diğerlerinin hâlâ uyuduğunu düşünüyordu. Kafasını kaldırınca ileride sağdaki Odesa’nın odasından tıkırtıların geldiğini fark etti.

Aklına birkaç gün önce şatoda gördüğü görüntüler gelince birden ayağa kalkıp oraya doğru gitti. Noah’ın Odesa’nın yanında olup bir yandan elindeki sıcak içeceği tutarken diğer yandan onun alnına dokunduğunu fark etti. Tam insanlara karşı duyduğu güvensizlik hissi ile “Elini ondan çek.” diyecekti ki Noah’ın kendisine bakıp “Odesa’nın hâlâ ateşi düşmemiş. Umarım bu bitki çayı ona iyi gelir.” ifadesinden dolayı âdeta yuları çekilmiş at gibi içindeki güvensizlik hislerini dizginledi.

Aklına geldi, Noah değil miydi tünel boyunca onu taşıyan ve ondan destek almasını sağlayan. Bu fedakârlıkları unutup nankörlük yapmak, üstelik ahlaki, vicdani değerlere önem veren bu iyilik sevdalısına iftira atmak yakışır mıydı?

Abraham sordu:

“O çay ne?”

“Geldiğim yerde adaçayı deriz. Sakinleştirici etkisi vardır. Kapalı ortam korkusundan dolayı sinirleri epey yıpranmış. Melisa anlattı, küçüklüğünden beri kapalı yerlerde kalmakta zorlanırmış.”

Abraham yanındaki otları görünce onun gelirken Odesa için adaçayı bitkisini topladığını anladı. Noah’ın yüzündeki sima ona güven veriyordu. Aklındaki soruları sormaya karar verdi:

“Bu bilgileri nereden biliyorsun? Hekim misin?”

Noah, çayı odaya gelen Melisa’yı uzattı. O da kardeşinin çayı içmesini sağlıyordu. Noah başını kaldırarak cevap verdi.

“Sadece hekim değilim. Dinler tarihi konusunda dersler verirdim. Genellikle monoteizmden biraz farklılıklara sahip olan tevhit inancı hakkında dersler veririm.”

Abraham biraz Noah’ı denemek için biraz da gerçekten cevabını merak ettiği için sordu:

“Bir söz var: ‘Muhakkak ki Allah insanı Rahman suretinde yaratmıştır.’ benzer konulu başka sözler de var. Örneğin İncil’deki Tanrı’nın krallığı içinizdedir (Luka, 17:21) Zebur’daki, sizler ilahsınız… (82:6)  Tanrı, insanı kendi suretinde yarattı. (Yaratılış,1:26-27)’ tüm bu ifadeleri kabul etmemiz mümkün mü? Oysa bildiğim kadarıyla yaratılmış olan insanoğlunun yaratıcıya benzemesi söz konusu değil.”

Noah sorunun kalitesinden soruyu soranın da akıllı ve bilgili olduğunu anlamıştı. Soruyu cevaplamadan önce şaşkınlığını dile getirdi:

“Bahsettiğin ilk sözü sen nasıl duydun ki? O sözü söyleyen peygamber, senin atalarının bu adaya gelmesinden sonra dünyaya teşrif etti. Onun sözüyle Hz. İsa’nın kutsal kitaplardaki ifadeleri aynı amaç için söylenmiş sözler olarak kabul edebiliriz ama benzer bir söz gibi gözüken ‘Sizler Tanrı olduğunuzu bilmez misiniz?’ hermetik özdeyişin söyleniş amacı çok farklı. Yani semavi dinlerin peygamberlerinin sözleri ile insanın tanrılaşabileceğini iddia eden inançları birbirinden ayırt etmek gerekir.”

Abraham, Noah’ın konuya hâkim ve bilgili olduğunu daha ilk ifadelerinden anlamıştı. Noah anlatmaya başlayınca: “Bu bilgiyi kütüphanedeki papirüslerden öğrendim.” demeyi unuttu.

“Konunun daha iyi anlaşılması için bir benzetme ile başlamak istiyorum. Bir sanatçı örneğin heykeltıraş, yaptığı eserle bilinir. Yaptığı birçok heykel onun tesadüfle başarılı olmayıp gerçekten bilgili ve kabiliyetli olduğunu gösterir. Heykellerindeki ölçümsel hassasiyet, düzen, simetrik, geometrik şekiller mühendislik gerektiren ince ayarlar gibi matematiksel özellikler ile güzellikler, mükemmellikler, ahenk ve uyum gibi göze hoş gelen durumlar heykeltıraşın vasıflarını ve yeteneklerini izleyicilere gösterir. Heykel ile heykeltıraş hem kendini izleyicilere tanıtır hem kendi eserini görerek mutlu olur. Bu örneği sadece insan, heykel için değil bir varlık için de düşünebiliriz.

Teşbihte hata olmasın kâinatın sureti olan yeryüzüne, insan suretine ve diğer canlıların suretlerine bakarak Yaratıcı’yı tanırız. Eserlerindeki farklı şekilleri görünce onun Musavvir (Dilediği şekil ve surette yaratan), yarattıklarındaki ölçüyü görünce O’nun Mukaddir; en güzel şekilde düzenlediğini görünce Munazzım; sonsuz cömert ve ikram sahibi olduğunu görünce Kerim olduğunu anlarız. Tüm bu güzellik ve mükemmelliklerin belirli bir gayeye yönelik ilimle yapıldığını idrak edince Yaratıcı’nın Âlim ve Hâkim olduğunu görürüz. O’nun kullarına olan şefkatini, onları yedirmesini, içirmesini ve onların ihtiyaçlarını karşılamasını da idrak edince onun Hannan, Mennan, Semud ve Rahim olduğunu anlarız.

İnsan suretine baktığımızda da bir denge ölçü ve simetrinin olduğunu görürüz. Bu da insan suretinin tesadüfi yapılmayıp belirli bir hikmet ve ilimle yapıldığını gösterir. Örneğin ağızdaki alt üst dişler ve birbirleri arasındaki muntazam bir denge ve ölçü sayesinde besinleri keser, öğütür ve mideye gitmeleri için hazırlar. Dişsiz insanlar bilir, sıradan gibi gördüğümüz bu hadisenin ne kadar önemli olup bu sayede besinlerin tatlarının alınabildiğini.

 Benzer örneği birbiriyle simetrik duran, belirli büyüklüğü aşmayan kulak, göz ve burun delikleri için de verebiliriz. Yüzümüzdeki her aza, insan ihtiyacını karşılayacak en mükemmel yerdedir. Ağzımız gözümüzde, gözlerimiz kulağımızda olsaydı hâlimiz ne olurdu? Şüphesiz insan yüzündeki denge, intizam ve hassas ayar tüm bu azaların tesadüfi olarak olmayıp sonsuz ilim sahibi bir Yaratıcı tarafından yapıldığını göstermez mi?

 İnsanın açlık gibi en önemli ihtiyacının ağzıyla ve besinleri parçalayan dişiyle karşılanması O’nun kullarına karşı ne kadar şefkatli olduğunu göstermez mi? Aynı azalara sahip olmasına rağmen insanların birbirinden farklı yüz şekillerine sahip olması,  iradesiyle her canlıya farklı muamele yaptığını göstermez mi? Ayrıca O’nun her canlıyı farklı şekilde yaratması kullarına değer verip onlarla ilgilenmekten mukaddes haz aldığını da gösterir.

Sonuç olarak insan suretinin fiziksel olarak Allah’a benzediği anlatılmıyor. Az önce anlattığım isim ve sıfatlar gibi, insan sureti Allah’ın birçok vasfının cisimleşmiş  hâlidir. Bu sözle amaç kişinin insan suretine bakarak Allah’ın sonsuz yüceliğini, ilmini ve kudretini tefekkür etmesini sağlamaktır. Maalesef eski mistik öğretileri kendilerine rehber edinip güya Tanrı’yla boy ölçüşmeye çalışanlar bu sözleri heveslerine göre yorumlamaktadır.

Akılları sıra Tanrı’ya savaş açan bazı menfi ideolojik grupların, ilahi beyanların arasına kendi sözlerini yerleştirmeye çalıştıklarını biliyoruz. Kutsal kitapları kendi davalarında haklı göstermek için hangi orijinal metinde nasıl bir oynama yapmış olabilirler, bilemem. Bence Tanrı’nın krallığı içinizdedir, ifadesini de bahsettiğim şekilde Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisinin insanda olması şeklinde anlayabiliriz. Tanrı’ya yönelmeniz, kalben onu tasdik etmeniz ve O’nun hayatınıza rehberlik etmesine izin vermenizle başlar. Daha sonra ibadet, helal ve haramlar diyebileceğimiz dini emirler gelir.”

Abraham, Noah’ın akla ve kalbe hitap eden açıklamalarını büyük bir dikkatle dinledi. Noah’ın üslubundan değişik peygamberlerin kavimlerine aynı bütünün farklı yönlerini anlattığını anladı. Atalarından kalan kitabelerde farklı toplumların kendilerine gelen peygamberlerin diğerlerinden daha üstünmüş gibi sunmaya çalıştıklarını okuduğu metinlerden hatırladı. Belki peygamberler arasında derece farkı vardı ama bunun ayrıntı olduğunu, asıl olanın temel tevhit esaslarında bir araya gelmek olduğunu düşünüyordu. Birkaç değişik kavimden oluşan kendi adalarında bile bu anlamsız tartışmayla tevhit inancındakiler arasında ayrışma ve kendini haklı göstermek için yalana başvurma oluyorsa adanın dışındaki dış dünyada çok daha büyük tartışmaların gerçekleştiği aşikârdı. Abraham Noah’ın anlattıklarından kütüphanedeki papirüste okuduğu gibi atalarının bu adaya gelmesinden sonra kutsal kitaplarda ismi müjdelenen bir peygamberin geldiğini anladı. Onunla ilgili sorular sormak istediyse de aklındaki ilk soru daha baskın geldi:

“Anlattıklarınızdan anladığıma göre bu adanın dışında yaşayan birçok insan var. Zaten bu yüzden atalarımın adaya gelmesinden sonra bir peygamber yeryüzüne teşrif etmiştir. Bu yeni dinden ziyade sormak istediğim, niçin dış dünyada sadece birkaç adanın kaldığı yalanını söylediniz?”

Noah anlamıştı Abraham’ın adaya gelir gelmez etraflarında toplanan kalabalığa söyledikleri yalanı kastettiğini.

“Öncelikle, bu yeni bir din değil. İlk insan Hz. Âdem’den var olan tevhit inancının ahir zamanın insanları tarafından daha iyi anlaşılması için Allah’a, ahirete iman gibi hakikatlerin dünyanın bu son dönemine uygun bir şekilde anlatılmasıdır. Ayrıca önceki kutsal kitapları tasdik etmekte ve her peygamberden övgü ile bahsetmektedir.” dedikten sonra tebessümle:

“Asıl merak ettiğine gelelim.” dedi.

“Haklısın yalan söyledik. Ama sen de bize hak verirsin ki buna mecburduk. Lord’un olduğu bir ortamda: ‘Bu adanın dışındaki kocaman kıtalarda, sayısız insanlar yaşıyor. Büyük gemilerle insanlar, dünyanın her yerine gidiyor. Tamamen kalkmasa da insanlar eskisi gibi birilerine kölelik yapmıyor. Birçok farklı millet değişik dilleri konuşmakta ve inançlara sahiptir. Kimliği ayrı, değerleri aynı olan idealistler, bir araya gelerek zulme maruz kalanlara yardım etmek için en ücra yerdeki adalara dahi ulaşabilecek diğergâmlıktalar.’ diye söylesem sence Lord bizi yaşatır mıydı?”

Abraham, onun son cümlesi ile kendilerini kastettiğini anlamıştı. O zaman güçlü bir idealist birlikteliğinin onları buraya gönderdiğini de tahmin etti. Ayrıca onun ifadelerinden sanki onların bu adaya gelmeden önce Lord gibi bir zalimden haberdar olup bu durumu göz önüne alarak buraya geldiğini düşündü:

“Yani geminizin fırtınada battığı ve sizin sandalla kurtulup tesadüfen buraya geldiğiniz de yalandı. Daha açıkçası, buraya gelmeniz planlıydı öyle mi?”

Noah eliyle Odesa’yı işaret ederek:

“Bu zor sorularının cevabı bu bayanda. Arkadaşlarınla senin arana girmem doğru olmaz. Aslında bu adada benim efendim, bu genç bayan ve onun akıllı ve iyi biri diye bahsettiği başka biri de ikinci efendim.”

Abraham aklından: “Bu adada tek normal ben gibiyim. Neden herkes gizli kapaklı işler çeviriyor?” diye geçirdi.

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned