“Ben taşım ve beni şatoya fırlatacaksınız. Şatonun arkasındaki koruluktaki iki kavağın, sapanın çatalları olduğunu ve geride olan kavağın da taşın konduğu deri yer olduğunu hayal et. Cenin şeklinde duracağım ve etrafımı yumuşak ve kauçuk esaslı bir şeyle sarıp top şeklini vereceksiniz ve sonra gerilmiş lastiği bırakacaksınız. Ben de hop şatoya gireceğim.” dedi Abraham
Mark:
“Evet olabilir ama düştüğün zemin sertse sakatlanırsın.”
“O gün gördüm şatonun arkasında Lord’un kuzuları için kocaman bir saman deposu vardı. Üstü açık bu depoya düşersem saman yığını beni yaralanmadan korur.”
Abraham fırlatıldıktan sonra şatoya düşerken kendine tampon görevi görecek ve vücudunu saracak maddenin hafif olması gerektiğini düşündü. Hatta ağırlık olmaması için biraz zayıflamaya karar verdi. Cenin pozisyonu aldıktan sonra etrafını hafif kaz tüyü ve onun da etrafını ince deriyle çevrelemeyi kararlaştırdı. Kaz tüyü ve deriden oluşmuş topun içindeyken nefes almayı sürdürmek için küçük bir boruyla dışarıdaki havayı çekebileceğini düşünmüştü ama topun içine girip fırlatılmanın bir dakikayı bile bulmayacağını göz önüne alarak buna gerek olmadığına karar verdi.
Şatonun yirmi metre uzağındaki iki kavak ağacının bu işe uygun olduğuna karar verdiler. Üçer metre mesafe ile kavak ağaçlarının ortasının biraz üstüne oldukça kalın lastiği yerleştirdiler. İki kavağın arasında olup gerisinde kalan kavak ağacına da fırlatmanın gücünün artırması için büyük yaylar yerleştirdiler. Düşündükleri sistemi gecenin karanlığında kurup hemen uygulamayı düşündüler. Böylece şatodaki adamlara görünmeden ve dikkat çekmeden içeriye girmeyi hesapladılar.
Planın her ayrıntısını düşünüp matematiksel hesapla ne kadar gerilmiş lastik kauçuğun, ne kadar yükü, ne kadar uzağa fırlatabileceğini hesapladılar. Kavağın üstündeki sistem şato duvarının biraz üstünde kaldığı için fırlatmanın yukarıya doğru eğimli yapılmasına gerek yoktu. Fakat hesaplamalarına göre daha çok ileriye gidebilmesi fırlatılacak topun yer düzleminden biraz yukarıya doğru yaklaşık otuz derece açı ile konumlanması gerektiğini hesapladılar. Hesaplamalarının doğru olup olmadığını anlamak için adanın başka bir yerinde deney atışı yaptılar. Topun içinde fırlatılan Abraham’ın hedefledikleri yere fırlatıldığını ve düştüğü yerde vücudunun zarar görmediğini pratikte de gören iki mucit birbirine bakıp:
“Bu iş tamam!” dediler.
Mark sırıtarak sordu:
“Tamam, seni hedefe fırlatırız ama şato duvarının üzerinde etrafı gözetleyen adamlar üstlerinden geçen kocaman şeyi görebilirler. Ayrıca içerideki kalın kodes kapısı ve kilidini nasıl açmayı düşünüyorsun?”
Abraham Mark’a hak vermişti. Hadi adamların dikkatini bir şeyle ön tarafa çekseler de o kapı ve kilit, kolay kırılacak gibi değildi. Hatta balyozla kırılabilir mi, bu bile kesin değildi. Mark, kendi sorularına cebinden çıkardığı muz görünümlü şeyle cevap vermeye karar verdi:
“Bu gördüklerine mayın derler. Bu ip gibi şeye fitil derler. Ateşle yakarsan 15-20 saniye sonra patlar. Bulunduğun yerin birkaç metre etrafında olan her şeyi toz duman eder. Demir kilit de dâhil.”
Abraham hatırlamıştı bu üç şeyi Mark’ın o gün dışarıdan gelen adamlardan çaldığını. Mark, onun bunu hatırladığını bakışlarından anlamıştı. Açıklama yapmaya gereksinim duydu:
“Sana demiştim kendim için değil, insanlık için çalıyorum.”
Abraham kaşlarını çatarak dedi:
“Sen bunun böyle bir şey olduğunu nereden biliyorsun? Hayatında ilk defa gördüğün bir şey değil mi? Yoksa o adamları tanıyor musun?”
Mark gıcık bir kahkaha attıktan sonra:
“Bu iş bitsin anlatacağım. O güne kadar meraktan ölmezsin herhâlde. Bu arada bu mayının ne kadar etkili olduğunu göstermek için birini harcayacağım ama önce göl kenarında ıssız bir yer bulalım ki yangın çıkmasın.”
Göl kenarında iki kocaman kayanın ortasındaki boşluğun bu iş için en uygun yer olduğuna karar verdiler. Mark fitili ateşledikten sonra hızla kaçıp uzaktaki taşın arkasındaki Abraham’ın yanına gitti. Mayın büyük bir gürültüyle patladığı gibi iki kayayı da toz duman etti.
İki cesur arkadaş, mayının bu kadar çok şiddetle patladığını görünce âdeta küçük dillerini yuttular. Ancak bir süre sonra “Vay be!” deyip şaşkınlıklarını üzerlerinden atabildiler. Bu sesi sadece onlar değil adanın çoğu sakini de duymuştu. Kimi bunu volkan patlaması kimi de Tanrı’nın kızgınlığının tezahürü olarak yorumladı. İlk defa Lord, kalbinde bir sızı ve korku hissetmişti duyduğu sesle. Belki de sallanan tahtının yerle bir olup yıkılacağının işareti olarak yorumladı bu sesi. Yaklaşmakta olan tehdidin gün geçtikçe büyüdüğünü fark etti.
Kalan iki dinamitlerden birini kodesin kapısını açmakta diğerine ise Lord’un adamlarının dikkatini çekmekte kullanmaya karar verdiler.
“Lord’un adamlarının dikkatini dağıtmada bu mayından daha iyi bir şey bulamazdık. Yangın çıkartacak bir yerde kullanalım ki önce patlama sonra yangınla etrafı aydınlatırız. Hem işitsel hem görsel bir şölen!” diyen Abraham, ümit dolu gözlerle Mark’a baktı. Plan için fırlatma düzeneği ve mayınlar hazır olduğu gibi Abraham’ın samanlığa düştükten sonra kodese nasıl gideceği, patlamadan sonra vakit kaybetmeden gizli geçide ulaşıp buradan kaçmaları için her ayrıntı düşünülmüştü.
Petrus, Abraham’ın bir şeyler planladığını biliyordu. Yeni sorunlar çıkarmasını istemiyordu. Sabah olunca ormanda işimiz var bahanesiyle onu Mark’tan ve şatodan uzak tutmayı hesaplıyordu. Abraham’ın odasında yattığını zannediyordu ama genç mucit çoktan harekete geçmişti.
Karanlık örtünün her tarafı kapladığı an planlarını uygulamaya geçtiler. Herkesin işinden, tarlasından evine dönüp dinlenmeye geçtiği bir anda şatonun yeşillik alanından geldiği düşünülen büyük bir patlama duyuldu. Lord, zaten son zamanlarda kendine karşı tavır alınmasından dolayı huzursuzdu. Ne olduğu belirsiz bu patlamadan dolayı işin aslını öğrenmeleri için adamlarına emirler yağdırdı. Koruluğun içindeki kavağın tepesinden şatoyu gözetleyen Abraham ve Mark arkadaşlarının mayını cesurca patlatmasından mutlu olduktan sonra içlerinden:
“Umarım sözümüzü dinleyip etrafta kimsenin olmadığı bir yerde mayını patlatmıştır.” dediler.
Lord’un adamlarının hızla şatoyu terk ettiğini ve patlamanın olduğu yere doğru gittiklerini görünce planın ikinci aşamasına geçebileceklerini anladılar. Gerilmiş lastik kauçuk ve yay önünde hazır bekleyen Abraham eliyle hazır olduğunu gösterip kafasını da topun içine soktu ve cenin pozisyonunu aldı. Mark, kaz tüyü dolu topun açılmaması için topun etrafını saran derinin uçlarına birkaç dikiş atmıştı.
Şatonun koruluğa bakan duvarında askerlerin de olmadığını görünce topu gergin bir şekilde tutan ipi kesti. Havada “vıyt” sesi çıkartan top büyük bir hızla uçtu. Topun sapanla atılan taş gibi gittiğini gördü ama nereye düştüğünü göremedi. Fakat bir inleme veya feryat sesi duymadığı için koordinatları doğru belirleyip hedefteki samanlığa Abraham’ı fırlattığını düşündü.
Abraham, planladığı gibi samanlığa düşmüştü. Samanın sürtünme kuvvetinin düşük olmasından dolayı duramayıp depoyu çevreleyen tahta bloklara çarptı. Neyse ki hızı çok fazla olmayıp ayak kısmını çarptığı için biraz sersemlese de kısa sürede kendini toparladı. Gücünü toparlayıp gerinince zayıf olan dikişleri sökerek toptan dışarıya çıkabildi. Dikkatli bir şekilde kafasını samanlıktan yukarıya kaldırınca etrafta hiç kimsenin olmadığını gördü. Saman deposundan çıkıp batı tarafına baktığında babasının anlattığı gibi önüne zemini mozaik olan bir koridor çıktı.
Ayaklarının ucuna basarak bir süre ilerlediğinde bahçedeki koridorun kapı ile bittiğini gördü. Kapının sürgülü olmadığını anlayınca derin bir oh çekti. Elinde bu kapıyı da patlatacak mayın vardı fakat zaman kaybından dolayı Lord’un askerlerine yakalanabilirdi. Kapıyı sessizce açınca akşamın karanlığında göremese de gelen seslerden muhafızların, şato girişinde nöbet tutmaya devam ettiklerini anladı. Bu koridoru zaten önceki gelişinden hatırlamıştı. Sessizce sağa döndü ve birkaç adım attıktan sonra şatonun içine girmiş oldu.
Buradaki kapının açık olmasını ve böylece gürültü olmayacak olmasını kısmetinin yaver gitmesi olarak yorumladı. Buradan sonrasını zaten biliyordu gelen konuşma seslerinden Lord’un üst katlarda birkaç adamıyla görüştüğünü anladı. Sessizce ilerleyip merdivenlerden inerek mahzen koridoruna ve sağındaki kodese ulaştı. Kodesteki küçük parmaklıklı delikten içeriye fısıldadı:
“Odesa, Melisa orada mısınız?”
Bir yandan da mahzen koridorunun sonuna bakarak babasının bahsettiği geçidi görmeye çalışıyordu. Mayını patlattıktan sonra toplanan o kadar çok adamın arasından geçip normal şato kapısından çıkamazdı. Bu geçidi bulmak zorundaydı. Bunları düşünürken kalbinin ritmini değiştiren Melisa’nın sesini duydu:
“Abraham buradayız!”
Aslında aklından Abraham yerine kurtarıcım, kahramanım gibi hatta duygusal yakınlaşmayı anlatan başka hitapları duymak istemişti. Nefsine kızıp “Kes sesini!” emrini verdi ve Melisa’ya seslendi:
“Kimler var orada?”
“Odesa ve dışarıdan gelen adamlar.” dedikten sonra sordu:
“Adamların cebindeki mayın denilen şeyleri siz mi çaldınız?”
Abraham Mark’ın cevabını hatırladı ve sırıtarak cevap verdi:
“Çalmadık ödünç aldık, zaten geri vermeye geldim.” dedikten sonra eliyle süpürür gibi yaparak:
“Bunları boş ver, bu mayınla kalın kilidi parçalayacağım. Patlama sırasında kapı veya duvar parçaları üzerinize gelebilir, kendinize uygun bir yer bulun.”
Konuşulanları duyan adamlardan biri seslendi:
“Yerdeki yatağı üzerimize siper ederiz. Küçük olanı kullanırsanız bize hiç zarar vermez. Onun etki alanı buraya kadar değildir.”
Abraham, vakit kaybetmemek ve hemen gizli geçidin girişini bulmak için aramalara başladı. Babasının dediği gibi koridorun en sonuna kadar gitti ama karşısında ne bir kapı ne de bunu anımsatacak bir şey vardı. Sadece düz ve boş bir duvar vardı. Zemine bakınca da bir şey görememişti fakat elindeki meşaleyi biraz daha öne tutup etrafı dikkatle süzünce yerdeki yosunları fark etti. Yosunların dikdörtgen şekilli dizilmesinden buranın ayrı bir parça olduğunu anladı. Tırnaklarını yosunun içine soktuktan sonra zor da olsa taşı oynatıp yerinden kaldırabildi. Bir insanın rahatlıkla geçip merdivenle aşağıdaki tünele ulaşabileceğini gördü. Kafasını içeriye uzatınca tünelin yeterince yüksek ve geniş olup oldukça uzun olduğunu anladı.
Abraham, tünelin girişini açık tutarak hızla kodes kapısının önüne gitti, içeridekilere:
“Hazır olun patlatıyorum!” dedikten sonra cebinden çıkardığı küçük mayının fitilini ateşledi. Üstüne parça gelmemesi için koridorun sonuna kadar gitti. Mayın büyük bir gürültüyle patlayıp her tarafı toz duman içinde bırakmıştı. Bu şiddetten kilidin kırılmama ihtimalini düşünmese de kaygılı gözlerle toz bulutundan esirlerin çıkmasını bekliyordu.
Toz bulutunun arasından esmer tenli, kahverengi gözlü ve siyah saçlı bir adamın çıktığını ve kucağında sarı saçlı bir kızın olduğunu gördü. Adam sanki etrafına ışık saçıyor gibi göründü. Esmer tenli olmasına rağmen böyle algılamasının sebebini, kodes kapısını açmada başarılı olmaları olduğunu düşündü. Adamın fiziksel özelliklerinden onun, Mark’ın anlattığı Noah olduğunu anladı. Kucağındakinin yüzünü görmese de sarı saçlarından tanıdı ve:
“Odesa olmalı.” dedi.
Odesa’nın annesinin onun hakkında söylediği kapalı mekân korkusu var, sözleri aklına geldi. Melisa bunu bildiği için kendisini zindana attırmıştı. Kızın vücudunda patlamadan kaynaklı bir yaralanmanın olmadığını görünce biraz rahatladı. Noah’a eli ile işaret yapıp:
“Haydi, acele edin buradan tünele girin!” dedi.
Noah bir yandan şaşkın bakışlarla Abraham’a bakıp ona ne diyeceğini düşünürken diğer yandan önce kendini tünele atıp sonra Odesa’yı tekrar kucağına aldı. Onların hemen ardından Melisa’nın geldiğini gördü, yanındaki adamın da Seth olduğunu tahmin etti. Toz bulutu dağılmak üzereydi. Kopan gürültü ile Lord’un adamları her an gelebilirdi.
Noah’ın aksine Seth’in canını kurtarmak istercesine önündeki Melisa’yı hiç gözetmeden âdeta balıklama içeriye daldığını görünce adama kızsa da bunu belli etmedi. Son anda Melisa’yı tutarak onun düşüp yuvarlanmasını önledi. Aslında bu durumdan memnun da olmuştu. Melisa arkasına dönüp ona tebessümle teşekkür edince dikkati dağıldı. O anda Lord’un adamlarının geldiğini anlayamamıştı. Kendisini de tünel girişine attıktan sonra tam başını da içeriye sokacakken kafasını sola çevirince üzerine doğru gerilmiş bir yay ve ortasındaki oku gördü. Bu kısa mesafeden kolaylıkla avlanabileceğini bildiği için adamı ürkütmemek amacıyla elleri havada kaldı.
Adamın bakışlarından oku atacağını da anlamıştı. Adam, tam oku serbest bırakmaktaydı ki Abraham, Lord’un gelip önce ona baktığını sonra da adamın koluna vurduğunu gördü. Ok “vıyyt” diye ses çıkartarak Abraham’ın kulağını sıyırdı. Ölümden son anda kurtulan Abraham, can derdiyle kendini tünele attı. Kalkıp hızla koşmaya başladı. Noah, kucağındaki Odesa’yı taşırken sekerek koşan Abraham’a destek olmaya çalışıyordu. Melisa, meşaleyi tutarak onların önünü aydınlatmaya çalışırken Seth âdeta karanlık tünelde uçup gitmişti.
Abraham’ın aklı hâlâ tünel girişinde ölümden son anda kurtulmasındaydı. Onu asıl düşündüren ölümden kıl payı kurtulması değildi. Lord’un onu ölümden kurtarmasıydı. Nasıl olur da Lord gibi bir acımasız ona bu iyiliği yapabilirdi. Üstelik saltanatının yıkılmasına neden olabilecek bir olay pahasına! Abraham, Noah’ın bir şeyler söylediğini duysa da ne dediğini tam anlamıyordu. Evet, Noah onların diliyle konuşuyordu ama kelimeleri yuvarlamasından onun sonradan bu dili öğrendiğini düşündü.
Onun eliyle cebindeki mayına ve geriye işaret etmesinden ne söylemek istediğini anlamıştı. Zaten gittikçe yaklaşan ayak sesleri de aynı şeyi dile getirmekteydi. Lord’un adamları her an onlara yetişebilirdi. Abraham, gelen sesten gelen muhafızların önünde Lord’un olduğunu anlamıştı. Karşılarına çıkan kavisi geçerken avazı çıktığı kadar bağırdı: “Gelmeyin, patlatıyorum tünel çökecek!”
Gelen dumandan Abraham’ın yalan söylemediğini anladılar. Lord adamlarını birden durdurup geri gitmelerini söyledi. Abraham ise mümkün olduğu kadar uzaklaşarak tünelin göçecek kısmının altında kalmamayı hesaplıyordu. Tünel büyük bir gürültüyle çöktükten sonra çıkan toz bulutundan hiçbir şey görmeseler de hâlâ koşabilmelerinden göçük altında kalmadıklarını anladılar. Bir eliyle burnunu ve ağzını kapatan firariler diğer elleriyle duvara dokunarak yollarını bulmaya çalışıyorlardı.
Noah ise kendi yüzünü ve kucağındaki Odesa’nın yüzünü toz bulutundan korumaya çalışıyordu. Abraham, tünel duvarlarına çarpmalarını önlemek için zaman zaman onları çekmekteydi. Melisa’nın nefes nefese kalıp çıkardığı sesle düşmeyip önlerindeki yola devam ettiğini anlamıştı. Abraham arkadaşlarının iyi olduğunu anladıktan sonra içinden geçirdi:
“Zalim Lord, niçin hayatımı kurtardığını bilmiyorum ama tünelin çökeceğini bağırarak ben de senin hayatını kurtardım. Böylece ödeştik. Sana borcum yok, minnetini de almam.”
Önce toz bulutu tamamen bitti, sonra zor duyulsa da gelen kurbağa seslerinden çıkışa yaklaştıklarını anladılar. Uzakta gördükleri loş ışığın ay ışığı olduğunu fark edince kurtulduklarını anlamışlardı ki yerde birine takılarak yuvarlandılar. Abraham duyduğu cümleden emindi.
“Lanet olası adaya niçin geldim?”




Write a comment ...