20

20. BÖLÜM: KÖPEKLER TANRI’NIN CEZALANDIRICISI OLABİLİR Mİ?

İki cesur, kendilerini karanlık koruluğa attıklarında yorgunluktan yere düştüler. Yerde uzanırken şatoya baktıklarında Lord’un dışarıdaki adamlarının bahçe kapısına varıp öfke dolu gözlerle birbirlerine bakıp etrafı süzdüklerini gördüler. İki cesur birbirlerine bakıp mırıldandılar:

“Başardık! Ama neye niyet neye kısmet.” diyerek durumu özetlediler.

Abraham ve Mark’ın kalktıktan sonra ilk işi, kayıp üç genci ailelerine kavuşturmak oldu. Tabii aileleri onlara teşekkür ederken Lord’a hakaretler saydırdılar. Psikolojik yaralarını tekrar deşmemek ve yaşanılan tacizleri hatırlamamak için gençlerin Lord’un kendilerine nasıl davrandığını anlatmak istemeyeceğini düşündüler. Bunu ailelerine anlatmadılar ama gençlerin durup dururken ağlamalarından, herkesten kaçıp yalnız yaşamayı istemelerinden dolayı onların yaşadıkları sıkıntıları ailelerine anlatmaya karar verdiler. Böylece ailelerin evlatlarına daha hoşgörülü olmalarını ve onlara doğru yaklaşım tarzını bulmalarını amaçladılar.

Bununla birlikte mesele, sadece ailelerin duyması ile kalmadı. Hadise, dilden dile yayılınca adada Lord’un bu iğrençliğinden haberi olmayan kalmadı. Adalılar bu gençleri bağırlarına basıp toplumlarına yeniden kazandırmak için seferber oldu. Bu durum Lord’un bazı fanatik destekçileri hariç halkın zulme ve hurafe tarzındaki boş inançlara karşı birleşmesine vesile oldu.

Linda ve Petrus, boş durmayarak halkı bilinçlendirmeye çalıştılar. Onlara şatonun bahçesindeki üç kuyunun üç farklı madde içerdiğini, mühürlü dedikleri kişilerin dişlerindeki sarı ve kahverengi lekelenmenin onlara verilen farklı su kuyusundan kaynaklandığını, ellili yaşlardaki erken ölümlerin sebebinin kabir çukurunda verilen sudaki bir zehirli madde olduğunu anlattılar.

   Anlattıklarını desteklemek için üç ayrı kuyu suyuyla sulanan üç ayrı fare grupları gösterildi. Birinci gruptaki normal kuyu suyu içenlerin sağlıklı olmasına rağmen ikinci kuyu suyu içen farelerin dişlerinin renklendiğini, üçüncü gruptaki farelerin ise öldüklerini anlattılar.

Aslında üçüncü kuyu suyu içen fareler ölmemişti ama hareketlerindeki uyuşukluk ve iştahsızlıktan onların sudan olumsuz etkilendiğini fark ettiler. Her ne kadar Abraham onaylamasa da Mark:

“Sen bu milleti bilmezsin, onların anlayabilmeleri için fareler ölü gösterilmeli!” dedi ve onları öldürdü. Mark haklıydı, görsellik her zaman daha inandırıcıydı. Üstelik ölüm gibi ciddi hadiseler varsa halkın bunu umursamaması düşünülemezdi.

Beklenen tesir olmuştu, halk Lord’a karşı sesini yükseltmeye başlamıştı. Önceleri birkaç cılız ses olur sonra unutulur diye düşünen Lord, bu sefer çok iyi tanıdığını zannettiği halkın kontrolden çıkmak üzere olduğunu ve her an şatoyu basabileceklerini düşündü. Lord, kendini aklamak için dışarıdan gelen adamların bu iğrençliği yaptığını anlatarak paçasını kurtarmaya çalıştı.

Biraz rüşvet biraz tehditle kaçırılan gençlere önceki iğrençliklerden bahsetmemelerini amaçladıysa da planında başarılı olamadı. Dışarıdan gelen adamları kodese attığını ve halkın isteğine göre onları cezalandıracağını duyurması Abraham’ın, Odesa ve Melisa’yı kurtarmada acele etmesine neden oldu.

Lord, idam dâhil her şeyi yapabilirdi. Hâlâ bu adamların sırrını çözemese de onları bu hâlde bırakamazdı. Abraham, kar maskeli birilerinin bu gençleri şatonun koruluğuna atıp gittiklerini söyleyerek Lord’un hışmının üzerlerine gelmesini önlemişti. Lord ise içtikleri süte ancak içeriden birinin bir şey atabileceğini göz önüne alarak içeriden bir hainin bu gençleri şato dışına çıkardığını düşündü.

Lord, hainin kim olduğunu düşünürken aklına biri geldi. Yakın adamını gönderip ağzını yokladı. Adam kendisinin ve ailesinin bu olayla ilgisi olmadığını anlattı. Yakın adamı ise dedi:

“Böyle diyor ama babalık rolünü benimsediği için bize yalan söylüyor olabilir.”

Lord, gizli talebesinin yalan söyleyip söylemediğini düşünürken sır küpü olan yardımcısı telaşla içeriye girdi:

“Efendim haberler kötü! Şato önünde toplanan kalabalık her an içeriye girmeye teşebbüs edebilir.”

“Kimlermiş bu efendisine karşı çıkanlar?” dedi Lord telaşsız ve rahatça.

“Yani öğrenebildiğimiz kadarıyla aslında sadece belirli bir grup şatoya girmek istiyor. Diğerleri göstermelik tepki veriyor gibi.”

Lord sırıtarak sordu:

“Kimler var bu grupta?”

“Çoğunluğu mühürlüler. Bir de bu üç gencin aileleri var. İsterseniz sertçe müdahale ederim. Kodese alınca akıllanırlar.”

“Bence hiç elimizi kirletmeyelim. Halkın gözündeki merhametli Lord imajımız bozulmasın. Ama Tanrı onları cezalandırırsa bilemem…”

Lord’un yardımcısı efendisinin neyi kastettiğini anlamıştı. Hemen halkın arasına gönderdiği adamlarıyla halkı uyardı:

“Bu son iftiralardan dolayı Tanrı çok kızdı. Onun bilmediğiniz orduları, her an asileri cezalandırmak için buraya gelebilir. Kim bilir belki bir yaratık belki fırtına belki korkunç bir deprem belki de göremediğimiz kutsal bir ruh… Lord’un Tanrı’dan yeni isteği toprakla teması olan her asinin cezalandırılması. Bu yüzden ya ağaca çıkın ya da evinizin çatısına çıkın ama asilerin nasıl cezalandırıldığını görmek için mutlaka meydana bakın.”

Lord’un anlattıklarını duyan Mark:

“Aklı sıra milleti korkutmaya çalışıyor.” deyip önemsemese de Abraham, Lord’un bir şeyi planladığını anlamıştı. Hayal dünyasıyla topraktan veya gölden bir canavarın çıktığını düşündü. Havada her zamanki gibi bulut olsa da şiddetli bir fırtınanın ortaya çıkacağını gösteren kara bulutlar yoktu. O anda aklına Ad Kavmi geldi, onlar da gökteki bulutu gösterip bu bize yağmur verici buluttur, demişlerdi. Ama bulutun Tanrı’nın rahmeti yerine gazabını anlatan korkunç bir kasırgayı taşıdığını kısa bir süre sonra anladılar.

Lord’un halkın helak olan kavimlerle ilgili hikâyeleri bildiği için bu yöntemi kullandığını anladı. Lord’un adamının, belki de korkunç bir ses ve deprem derken sözlerini tutmayıp Tanrı’ya iman etmedikleri gibi mucize olarak kayadan çıkan Hz. Salih’in devesini kesen Semud kavminin korkunç bir ses ve depremle helak edilmesine atıfta bulunduğunu düşündü. Kutsal bir ruh derken Lord’un büyü sihir gibi bir şey yapabileceğini düşündü ama sihir konusunda tecrübeleri olan adalıların basit uçan sopa gösterilerine kanmayacaklarını düşündü.

Abraham’ı asıl düşündüren belki bir yaratık ifadesiydi. Çok uzaklardan duyduğu köpek havlamaları zihnindeki sorunun cevabını bulmasını sağlamıştı. Mark’a dönerek:

“Hemen ağaca çık!” dedikten sonra kalabalığın arasından bulduğu Melisa’nın annesini hızla çekerek ağaca çıkmasını sağladı. Kadın, Abraham’a güvendiği için bir şey sormadan hemen isteğini yaptı. Havlama seslerinin artmasından yaklaşan tehlikeyi anlamıştı. Avazı çıktığı kadar bağırdı:

“Herkes kaçsın, ağaçlara ve yüksek yerlere çıkmalısınız!” Abraham’ın uyarısını duyabilenlerin çoğu birbirlerine baktı.

“Bu genci bu kadar çok telaşlandıran ne?” dedikten sonra onun akıllı ve birçok başarıya sahip biri olup boş konuşmayacağını göz önüne alarak yavaş da olsa bulabildikleri yüksek yerlere çıkmaya başladılar.

Mark ise ağacın tepesinde bir yandan meyve yerken diğer yandan rahat bir ses tonuyla seslendi:

“Hayatında hiç köpek görmedin mi oğlum? İki, üç tane uyuz köpekten dolayı milleti ne diye ayaklandırdın.” dedikten sonra sırıtarak ilave etti:

“Şimdiden diyorum ben seni tanımıyorum, seninle bir bağım yok.”

Mark cümlesini bitirmişti ki meydan bir anda ana baba gününe döndü. Büyük ve sivri dişli, kırmızı gözlü, uzun yassı kafalı siyah köpekler her taraftaydı. Köpekler daha önce adalıların gördüğü, bildiği köpeklerden neredeyse iki kat daha büyüktü. Sanki havlamıyor, kükrüyorlardı. Kalın pençeleri, parlak ve keskin dişleri, ürkütücü kırmızı gözlerini gören ve kükrer gibi havlamalarını duyanın onları canavar olarak tanımlamada hakkı vardı. Aheste aheste ağaca çıkanlar bir anda hızlandı.

Köpeklerin sayısı tam olarak bilinmediği gibi onların verdiği zarar da anlaşılmıyordu. Çünkü her tarafı toz bulutu kaplamıştı. Bu karışıklıkta göz gözü görmemekte ve ne olup bittiği tam kestirilememekteydi. Duyulan çığlık ve inlemeler olayın dehşetini daha da arttırıyordu. Fakat bu feryatlar korkunun sonucu mu yoksa köpek ısırığından kaynaklanan acının tezahürü mü anlaşılmıyordu. Toz dumanı kalkmaya başlayınca Abraham, bu yarı yaratık yarı köpek canlıların nedense Lord’un adamlarına saldırmadıklarını daha doğrusu üzerlerine atılmadıklarını fark etti. Hâlbuki bu siyah yaratıklar, sadece toprak üstündekilere değil ağaçtakilerine de çılgınca atılıyor ve zıplıyorlardı. Neyse ki köpekler sadece birkaç metre zıplayabiliyordu, köpeklerin birkaçı ağaçlara tırmanmaya çalışsa da kafalarına inen ağaç parçaları ile kendilerini yerde buluyorlardı.

Abraham, Mark’ın kolundan tutarak onu aşağıya ittirir gibi yapıp:

“Ee hani ‘İki, üç uyuz köpekten korkulur mu?’ diyordun, hani beni tanımıyordun?” dedi.

Mark dehşete düşmüş gözleriyle cevap verdi:

“Dostum bunlar köpekse benim bahçedeki tatlı köpeğim Lesy’ye tatlı farem Lesy demeliyiz. Nereden geldiler? Bunca sene niçin bunları hiç göremedik? Bunlara ne oldu da çıldırmış gibi zıplıyorlar?”

Toz bulutu biraz daha dağılınca her şey daha net gözükmüştü. Korkulan olmadığı için adalılar Tanrı’ya şükrediyorlardı. Köpeklerin insanların üstlerine zıplamalarına rağmen onları ısırmadıkları görüldü. Köpeklerin güçlü pençelerinin izleri kollarının ve vücutlarının farklı yerlerinde çıkmıştı. Yerde yatanlar, birbirlerinden destek alıp yüksek bir yere çıkmaya çalışırken köpekler bir süre daha onların üzerine atlamaya devam ettiler.

Birkaç dakika sonra Lord’un özel hizmetlerini yapan adamın ot ile dolu at arabasıyla meydandan geçtiği görüldü. Köpekler, meydandaki insanlarla uğraşmayı bırakıp at arabasını izlemeye başlamıştı. Siyah canavarcıklar bir yandan hızla giden at arabasına yetişmeye çalışırken diğer yandan zıplayarak üzerine çıkmaya çalışıyorlardı. Neyse ki at arabası çok hızlıydı ve arabanın etrafı kalın kalaslarla çevriliydi. Köpekler kağnının üzerine çıkamıyordu ama hızı biraz yavaşlasa kağnıya yetişip devirmeleri uzak bir ihtimal değildi.

Herkes gibi bu olayı izleyen Abraham:

“İlginç! Arabada köpeklerin ilgisini çeken bir şey olmalı ama ne? Belki de otlar.” dedikten sonra diğer ihtimali de sırıtarak söyledi:

“Lord un dediği gibi bunlar günahkârları cezalandıran yaratıklarsa bu arabadaki hizmetçi azap meleklerini yöneten Malik olmalı.”

“Kanatları da yok. Bence hiç meleğe benzemiyor. Aslında bence Lord’un foyası belli.” diyen Mark devam etti:

“Köpeklerin en çok bilinen özelliği nedir? Tabii ki koku almaktır. Onlar burunlarındaki güçlü koku alma duyusuyla bizim hiç farkına varmadığımız maddeleri algılayabilirler. Asıl soru onlar neyin kokusunu, nereden aldılar? ‘Asilerde günah kokusu var.’ açıklamasıyla Lord ancak hurafecileri kandırabilir.”

Abraham, dikkatini çeken bir sahneyi hatırlamıştı. Köpek yan yana iki adamdan birinin üzerine atılırken diğerine hiçbir şey yapmıyordu. Ayaktaki adam hengâme sırasında düşürdüğü kutsal kolyesini almaya çalışmıştı ama köpekten korkarak kolyesini bırakıp kaçmıştı ve hiçbir köpek onu takip etmemişti.”

Mark’a her adalı gibi boyunlarında olan kolyeyi işaret ederek sordu:

“Neden herkeste bu kolyeler var?”

Mark omuzunu silkeleyerek:

“Yani doğduğumuzdan beri boynumuzdalar. Çıkarmak istediğimizde büyüklerimiz kızar, kötü ruhlardan ve cinlerden bizi koruduğunu söylerler.”

Abraham kolyenin üstündeki kapağı açınca dua olduğunu düşündüğü bir yazı ve bir ot buldu:

“Duayı anlarım ama bu otun bizi değil Lord’u, başka bir deyişle onun zulüm çarkını koruduğundan eminim.”

Mark otu koklayınca el ayasını havaya kaldırarak:

“Bu mandrake bitkisi!” dedikten sonra fısıltı ile devam etti:

“Süte karıştırdığımız ot işte, köpekleri bununla eğitmiş olmalılar. Köpek için bu bitkiyi bulmak ödül demektir. Köpeğin de bizim gibi canı var, büyük ihtimalle eğitimi sırasında bu otu bulan köpeğe ödül olarak et, kemik verdiler. Köpeklerin amacı insanlara saldırmak değildi kokusunu duyarak varlığını anladıkları kolyelerin içindeki mandrake bitkisine ulaşmaktı. Zaten giden kağnı arabasında da bu otlardan vardı ki köpekler hep beraber ona yöneldi.”

“Ee, araba nereye gidiyordu?”

“Tabii ki köpeklerin geldiği yere, yani çiftliğin yanındaki hiç kimsenin içine giremediği Lord’un özel hayvan çiftliğine. Oradan birçok defa havlama sesi gelirdi.”

Abraham başını sallayarak olayların iç yüzüne dair son noktayı koydu:

“Lord, köpekleri böyle zor günler için yetiştirdi ve sakladı ki foyası ortaya çıkmasın.”

O anda Lord’un adamlarının:

“Biz size demedik mi? Neden bize hiç saldırmayıp sadece bu asilere saldırdılar? Çünkü biz Lord’a itaat ederek Tanrı’yı kızdırmadık.” sözleri duyuldu.

Abraham ilave etti:

“Adamlarında kolye ve içindeki ot yoktu. Bu yüzden köpekler onlara saldırmadı.” Sonra halkı göstererek “Millet Lord’un planını yutmuş gibi. Baksana şimdiden şatoya dönüp Lord’a yalvarmaya başladılar.” dedi.

Mark üzgün bir yüz ifadesi ile:

“Sanki Lord başarılı olacak gibi. Şimdi ne olacak, tekrar başa mı döneceğiz?” diye sordu.

Abraham ümit dolu gözleri ve kendinden emin bir sesle cevap verdi:

“Biz görevimizi yapar, anlatırız. Tercih insanların.”

İki cesur arkadaş Odesa, Melisa ve dışarıdan gelen iki adamı kodesten çıkarmaya kararlıydılar. Tamamen bu işe motive olmuşlardı. Onları kodesten çıkardıktan sonra ya Lord’un devrik olduğu herkesin özgür,eşit ve kandırılmadığı bir adada yaşayacaklardı ya da bu adayı terk edeceklerdi. Belki Çevre Ada’da belki de Kâbillerin Adası’nda kendilerine yeni bir dünya kuracaklardı.   

Abraham, düşünceler içinde şatoya girmenin hesabını yapıyordu. Çıkış için babasının bahsettiği gizli tüneli kullanabilirdi ama bu kadar adamın arasından geçip nasıl mahzendeki kodese ulaşacaktı? Üstelik o kalın kilitli, kapalı kapıyı nasıl açabilecekti? O bunları düşünürken annesi yanına yaklaştı.

“Abraham yine hangi fikir yangınlarının içindesin?”

O ise annesine boş gözlerle bakıp:

“Yangın?” diye mırıldandı. Linda açıklama yapmaya ihtiyaç duydu:

“Yangın derken mecazi olarak diyorum.”

Abraham ise sol gözünü biraz yukarı kaldırarak sordu:

“Anne, niçin benim adım Abraham?”

“Cevabı biliyorsun ama hatırlatayım. Sümerler döneminde yaşamış olan ve yerli halkın bir kısmı tarafından Yüce Baba diye bilinen tevhit inancını benimsemiş peygamber Abraham’dan esinlenerek bu ismi verdik.”

 “İyi ki adımı Abraham koymuşsunuz. O her konuda benim rehberim, plan kurmakta da dâhil.” dedikten sonra oradan ayrılıp Mark’ı buldu. Abraham, kuşları avlamak için kullandığı sapanla yerden aldığı taşı fırlattı. Arkasına dönerek işte planımız bu.

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned