Genç mucid, Çevre Ada’daki kulede gördükleri kan izlerini hatırladı. Duvara serpilmiş gibi olan kan izlerinin makul bir açıklamasını bulamamışlardı. Üstelik Mark’ın üstü kapalı, böyle kanlı olmasa da bazı ritüellerden bahsettiği aklına geldi. Tamam, ebeveynleri ona destek oluyordu ve Lord’a karşı yardım edeceklerini söylemişlerdi ama Çevre Ada’ya gittiklerini ve Kâbillerin Adası’na gitmekten son anda vazgeçtiklerini söylemek için erken olduğunu düşündü ve sordu:
“En son ölüm ne zaman oldu?”
“Birkaç gün önce.” diyen Petrus devam etti:
“Aklımdan geçeni yapacağını söyleme!”
“Mezarı açmayı teklif edeceğimi anlaman artık beni anlamaya başladığını gösteriyor baba.”
Petrus ve Linda, bir yandan:
“Bu kız nereden geldi de huzurumuzu bozdu?” diye söylenirken diğer yandan da kendilerine kızmaktaydılar.
Abraham, ebeveynlerine takılmadan edemedi:
“Yoksa ölüden mi korkuyorsunuz? Beyaz saçlarınız zaten size bu gerçeği hatırlatmıyor mu?”
Aslında Abraham da mezarı açıp kurbana bakmaktan korkuyordu. Ama artık bir kere erkeklik etmişti. Söylediği söze tezat bir davranış içinde olamazdı. Zaten uzaktan onu izleyen anne babasına bakıp başını salladı:
“Tahminimizde haklıymışız göğsünde yıldız var ama sekiz köşeli değil altı köşeli.” Abraham, Mark’ın yıldız tanrıları ile ilgili başka ifadelerini de hatırlamıştı.
“Sekiz kenarlı yıldız büyük Tanrı Jüpiter’i temsil edermiş. Bu yüzden ona sunulan kurban altı kenarlı diğer yıldızlar için sunulan kurbanlardan daha değerli olurmuş.”
Anımsadıklarını anlattıktan sonra tekrar sordu:
“Kim o kadın? Sekiz kenarlı yıldızlı olduğuna göre değerli biri olmalı?”
Petrus ve Linda, onun bu sorusunu duymazlıktan geldiler ama Abraham’ın içine bu merak girmişti bir kere. Mutlaka öğrenmeliydi! Aklındaki cevabını merak ettiği sorular kısmına bunu da yazmıştı. Kurbanlarda yıldız simgeleri olsa da Mark’ın bahsettiği inançsal ritüellerinin aksine bu kişiler öldükten sonra bedenlerine bu işaretler çizilmekteydi. Büyük ihtimalle de bunu yapan Lord’un hizmetkârı, mezarlık bekçisi ve ölü yıkayıcısıydı. Bu ortaya çıksa da insanlar, ölümden sonra bu simgeler çizildiği için halk bu meseleyi önemsemezdi. Suya katılan zehri ispatlamalıydı.
Gençliğinin de verdiği etkiyle bir ara Lord’un adamlarından birini kaçırıp zorla konuşturmayı ve halka dinletmeyi düşünmedi değil.
“Ee hadi bir şekilde iri yarı bu adamları kaçırdım diyelim. Halk da onların itiraflarını dinledi diyelim. Peki, sonra ne olacak? Halkın gözünde ben de Lord gibi şiddete başvurmaktan çekinmeyen biri olarak kabul edileceğim. Daha açıkçası Lord’un başka bir çeşidi gibi değerlendirecekler beni. Ee, orijinal Lord varken bana niye inansınlar? Bu yüzden Lord’un yöntemlerini kullanmamalıyım. Ona aradığı şiddet ortamını sunmamalıyım.” diye aklından geçirdi.
Abraham şatoya gitmeyi sadece Odesa ve Melisa’yı kurtarmak için değil, bahsedilen su kuyularından ve özellikle de zehirli olduğu düşünülen üçüncü kuyudan su almak için de istiyordu. Ama zehir etkisini hemen göstermiyordu. Kabir kuyusu denilen yere giren ihtiyarların bir yıla yakın bir süre geçtikten sonra ölmeleri bu gerçeği anlatıyordu. Halka “Yaklaşık bir yıl bekleyelim, sonucu görelim.” diyemezdi. Bu sürede zaten Lord onları bitirirdi. Abraham bunları hesaplarken Mark nefes nefese onun yanına geldi. Biraz dinlendikten sonra anlatmaya başladı:
“Sen nerelerdesin? Adada yer yerinden oynuyor. Dışarıdan sandalla iki adam geldi.” Abraham Mark’ın hiç beklemediği şeyler söyleyeceğini gelişinden anlamıştı ama bu kadarını beklemiyordu:
“Senin dilin ne diyor? Bırak senin, benim veya annemin ömrünü, adanın tarihinde görülmemiş bir şey bu! Ama o çılgın Odesa’nın anlattıkları haricinde. Ee, ne diyorlar, neden gelmişler?”
“Adamların dediğine göre dışarıda her yerde su varmış. Birçok yeri dolanmışlar ama kendi adalarının haricinde ilk defa burada yaşayan insanlar bulmuşlar.”
“Nasıl kişiler, yani fiziksel olarak bizim gibi mi görünüyorlar?”
O anda Mark’ın aklına hep hayal ettiği dünya dışı varlıkları betimlemek geldi. Hatta dünyadaki yaşamın kaynağının uzayda olduğunu düşünen felsefi anlayışı da hatırlayarak içinde yıldızların, tanrıların olduğu bir hikâye anlatmayı düşünmedi değil ama onun düşünceli ve gergin olduğunu ses tonundan anlayarak bundan vazgeçti:
“Biri esmer, ince bıyıklı, kısa sakallı, kahverengi gözlü, elmacık kemiği hafif çıkık, burnu düz, saçı ne çok uzun ne çok kısa, orta boylu, yakışıklı diyebileceğimiz biri.” dedikten sonra sağ elinin parmaklarının birbirine sürterek hatırlamaya çalıştı:
“Evet adı da Noah. Diğeri sarışın, bıyıklı, gür sakallı, yeşil gözlü, burnu eğik, kıvırcık saçlı, kısa boylu, kepçe kulaklı idi onun adı da Seth.”
“Her iki isim de kutsal kitapta geçer. Zamanla Noah, Nuh olmuş. Seth ise ilk defa Tanrı adını telaffuz eden kişi olarak bilinir. Tabii ne kadar doğru bilemem. Senin gibi simyacılara göre bu kişi simyacıların başıymış.” dedi Abraham. Sen demeden ben söyleyeyim dercesine arkadaşına bakarken Mark ise aklından:
“Senin onunla ilgili bilmediğin daha neler var!” diye geçirse de gelenlerden bahsetmeye devam etti:
“Dilleri bizimki gibi ve anlaşmakta biraz zorlandık. İbranice, Yunanca, Arapça karışık kelimeler birbirine girmiş öyle.” dedi.
Abraham çenesini sağa sola oynattıktan sonra sordu:
“Sence kim yalan söylüyor? Odesa mı bu adamlar mı?”
“Önceden dediğimiz gibi Odesa çok çekici bir kız ama garip biri, beni korkutuyor. Adamların dediği çoğu şey Lord’un anlattıklarına uyuyor. Belki de Lord’un adamlarıdır, halkın gözünde Lord’u yüceltmek için kurulan bir tezgâh olabilir.”
“Peki Odesa, adanın dışında insanların olduğu yalanını söyleyerek neyi amaçlamış olabilir? Dese ki adama geri dönmek için bana yardım edin. Biz ona yine yardım ederiz. Hem kız gerçekten bilgili ve akıllıydı. Yalan söylediyse de bence muhakkak bir planı vardı.” dedikten sonra sordu:
“Adamlar buraya sadece bir kayıkla mı gelmiş?”
“Yok, gemi dedikleri şey fırtınada parçalanmış diğerleri kurtulamamış. Bunlar tesadüfen botla buraya ulaşmışlar. Yani önce çevre adaya ulaşmışlar sonra dumanı görünce burada birilerinin olduğunu düşünmüşler, sandal ile gölü geçerek buraya gelmişler.
“Bu siste dumanı nasıl görmüşler?”
“Evet, ama ara sıra sis dağılmıyor değil. O ana denk gelmiştir.”
“Bence şüpheli bir durum. Bunlar büyük ihtimalle Lord’un adamları.”
“Bu imkânsız gibi. Babam şatoda da tarlada da görevi gereği bulundu ve adada görmediği kimse, gitmediği yer kalmadı. Bu kişilerin kesinlikle bu adadan olmadıklarını söyledi. Bu ada o kadar büyük bir kara değil ki Lord, gizli adamlarını böyle yıllar boyu saklayabilsin. Nereden baksan adamlar otuz yaş civarında. Sizin evin olduğu ormanın bazı yerlerini saymazsak senin ve benim bile adada gitmediğimiz tek yer şato. Zannetmiyorum otuz yıl boyunca orada saklanabileceklerini.”
“Yani aklıma Çevre Ada veya Kâbillerin Adası’ndan mı geldiler diye soru gelmedi değil. Çevre Ada’yı gördün, yetişen birkaç çeşit meyve, sebze vardı. Hiç ev, kulübe tarzında mesken görmedik. O kule sürekli kalınacak bir yer değil, zaten tatlı su olmadan hiç yaşayamazlar.”
Abraham, Mark’a hak vermişti:
“Bu adaya Kâbillerin Adası’ndan gelseler benim evimin olduğu ormana ayak basmalılar. Odesa’nın yaptığı gibi.” dedikten sonra aklındaki bir ihtimali daha söyledi:
“Odesa bize o adadan neden ayrıldığını tam açıklayamadı. Yoksa bu adamlar kaçan Odesa’yı bulmak için mi geldiler?”
Mark:
“Yani bu da olabilir, bir şekilde bizim adamızla ilgili bilgi sahibidirler. Kâbiller Adası’ndan geldiklerini gizlemek için adamıza diğer uzak taraftan adım atmak istemiş olabilirler ama zannetmiyorum. Asırlar önce atalarımız bu adaya gelmeden önce bile sadece Mezopotamya ve Konstantin’in yukarı kısımlarında birçok farklı milletin olduğunu ve en az on farklı dilin kullanıldığını anlatıyorlar. Sence de böyle bir tesadüf mantıklı mı? Benzer dili konuşan sadece iki adanın insanları kurtuldu, diğerleri suların altında kaldı! Bu anlayış, tam da bizim Lord’un kullandığı slogana zemin hazırlıyor.”
“Neymiş bu slogan?”
“Tanrı, üstün ırk olarak benim ırkımı seçti. Biz diğerlerinden üstünüz ve ben de onun temsilcisiyim! Sözlerini çok defa duyduk. Bakın benim ırkım günahkâr değil ki böyle helak edilmedik, diyecek.”
Mark, kendi kendine gülmeye başlamıştı. Abraham elini havada sağa sola çevirerek: “Delirdin mi?” diye sorunca açıklama yapmak zorunda kaldı:
“Lord adamların yanına giderken ben de oradaydım adamlara çok tuhaf bir bakışı vardı. Kalabalıktan dolayı sadece benim gibi birkaç kişi fark etmiş olabilir, Lord net bir şekilde adamların poposunu elledi.”
“Sen de abartma, eli öylesine temas etmiş olabilir. Yok daha neler, Hz. Lut’un kavmi gibi Lord’un ilgisinin kendi cinsine olduğunu söyleme. Şimdi bile midemi bulandırdın!”
“Haklı gerekçelerim var. Lord resmen avuçlar gibi yaptı. Adamlar da bunu anlayıp arkalarına döndüler ama ne yapsınlar, bilmedikleri bir yere gelir gelmez yönetici konumundaki kişiye tepki gösteremezlerdi. Zaten onun yaptığını anladıklarını da zannetmiyorum.”
Mark, Abraham’ın dikkatinin başka yerde olduğunu anlamıştı. Daha doğrusu Melisa’nın da zindanda olduğunu bildiği için onları kurtarma planı yaptığını biliyordu. Aslında buraya gelmesinin bir diğer sebebi de ona bu konuda yardım etmekti. Mark, babasından Lord’un bu akşam birkaç kişi hariç hiç kimsenin şatoda kalmamasını istediğini duydu. Bu durum Odesa ve Melisa’yı kodesten çıkarmak için en uygun zamanın bu akşam olduğu anlamına geliyordu. Abraham, Mark ile aynı görüşte olduğunu söylemekle beraber dedi:
“Birkaç adam da olsa onları nasıl geçip mahzendeki kızları kurtaracağız?”
Mark, Çevre Ada’ya gittiklerinde orada gördükleri bir bitkiyi anlatmaya başladı:
“Kökleri yukarı doğru büyüyen ve cüce bir insana benzeyen bitkiye mandrake denir. Farklı uygarlıklarda, cin yumurtası ve kızmemesi olarak da bilinirmiş. Tevrat’ta da bu bitkiden bahsedilmektedir. Bu bitkilerden beklenilen faydaya ulaşmak için çok dikkatli olunmalıdır. Çıkarılması zordur, etrafında 1-1,5 metre derinliğinde hendek açılarak bir bütün hâlinde çıkartılması gerekir. Aksi durumda yani bitkinin yara alıp zedelenmesi durumunda bozulur ve çürür. Yanlışlıkla bitkinin zarar görmemesi için açılan hendeğe et ve kan kokusu eklenir, hendeğe indirilen köpek bu kokuyla hareket ederek bitkinin etrafındaki toprağı boşaltır ve sadece bitkinin kalmasını sağlar.” diyen Mark son cümlesi ile bir trajediyi söyler:
“Maalesef köpek de ölürmüş.”
Abraham, kızgın bir şekilde Mark’a bakarak:
“Sen benimle alay mı ediyorsun bana ne bu bitkiden? Üstelik nereden buluyorsun böyle köpek öldüren bitkileri, anlatacak normal bir bitki bulamadın mı?” dedi.
“Hâlâ anlamadın mı? Bu bitki çok güçlü halüsinasyonlara sebep olur ve kişiyi uyutur. Bu adamları uyutmak için bundan daha iyi bir şey bulamazsın! Hiç kimseye zarar vermeden onları kurtarır ve çıkarırız.” dedikten sonra ekledi:
“Asıl mesele bu bitkiyi bulup çürümeden çıkartıp özütünü elde etmekte.”
Abraham ellerini beline koyarak:
“Evet, haklısın ama bu kadar çok sorunun arasında tekrar o adaya gidip riske giremeyiz. Hem sandal da yok.” dedi.
Mark tebessümle yerinden kalkıp umut ve karamsarlık arası bir yüz ifadesi ile:
“Aslında çiftlikte bir köşede bu bitkiden gördüm. Kim, neden yetiştirir bilmiyorum ama belli ki Lord, bulutların üzerinde uçmak gibi halüsinasyonlar için kullanıyor olabilir. Neyse bu bitkiyi orada bulabiliriz ama dediğim gibi çıkartılması zahmetli bir bitki. Kaçak olarak biz oraya girsek de onu uygun bir şekilde çıkartacak kadar çok zamanımız olmaz.” dedi.
Mark cümlesini yeni bitirmişti ki saygı ifade eden bir şekilde ayağa kalktı. Abraham onun bu duruşuyla bir büyüğün geldiğini anladı annesinin geldiğini tahmin ederek ayağa kalkıp arkasına dönerken:
“Anne ben sana geleceğim…” dedi ve cümlesinin devamını getiremedi. Şaşırmıştı, karşısındaki Melisa’nın annesiydi ve yalvaran gözlerle ona bakmaktaydı:
“Ne olur kızlarımı bana geri getirin, onlarsız yaşayamam!”
Abraham ne diyeceğini bilememişti. Mark ise her ne kadar biraz şaşırmış gibi gözükse de Abraham kadar değildi arkadaşına anlamlı bir bakış yapıp:
“Merak etmeyin bayan, onları kurtarmaya çalışacağız.” dedi.
Abraham, neye şaşıracağına karar verememişti. Melisa’nın annesinin çiftlikten kaçıp bu yasak ormana gelmesine mi, kızlarım ifadesinden sadece Melisa’nın değil Odesa’nın da kızının olduğunu söylemesine mi? Tüm bu yeni gelişmeler karşısında Mark’ın sanki her şey normal, yeni bir şey yokmuş gibi davranıp kadını ferahlatmaya çalışmasına mı? Hatta her fırsatta Lord’un yasaklarını çiğnemek istemeyen Mark’ın bugün hem kızları zindandan kurtarma konusunda cesur olmasına hem de damgalı bir ailenin annesi ile rahatça konuşmasına mı? Abraham, günün sabahında birçok gizemi çözmenin mutluluğunu yaşarken aradan birkaç saat geçmişti ki gizemler yani sorular zihninde yeniden yer edinmeye başladı.
Kadın Abraham’a bakarak âdeta yardım etmesi için yalvarıyordu. Abraham ise tam olarak ne anlama geldiği belli olmayan cümlelerle kadına cevap vermekteydi. Kadın, Abraham’ın utandığını kızarıp renkten renge girmesinden anlamıştı. Zaten kendisini görünce Abraham’ın heyecanlandığını önce hâl dilinden sonra da belirsiz olan ve sadece bir şeyler demiş olmak için söylendiği belli olan cümlelerden anlamıştı. Kadın onu daha fazla sıkmamak için oradan ayrılmak üzereyken Abraham, kadının:
“Kızım en son seninle konuşmuştu, ona ne dedin ki kendi elleriyle kendini kodese attırdı?” suçlamasına maruz kalmadığı için de rahatlamıştı. Mark’ın ise ona:
“Bir şey söylemeyecek misin?” der gibi kendine baktığını gören Abraham’ın aklı başına geldi.
“Durun lütfen, bize bu konuda yardımcı olabilir misiniz?” diye sorduğu sorunun cevabını beklemeden ikinci bir soru sordu:
“Çiftlikteki mandrake bitkisinden haberiniz var mı?” deyince kadın bu soruyu bekliyor gibi doğrudan cevapladı:
“Evet, Lord’un isteği üzerine ekeriz. Zamanı gelince çevresine açılan hendeğe inen köpeklerle yerinden çıkarılır.”
O anda aklına “Lord bunları ne yapıyor?” diye sormak gelse de şimdi zamanı olmadığını düşündü. Kadının bu bitkinin özütünün nasıl dikkatle hazırlandığını bildiğini düşündüler. Kadın da tüm detaylarıyla anlattı. Abraham, kadına:
“Doğrudan özütünü süte koysanız böylece şatodakiler o sütten içip önce halüsinasyonlar görüp sonra uyusalar. Biz de bu şekilde rahatça şatoya girip kızlarınızı kurtarsak?” dedi. Kadın da söylenen her şeyi anladığını bitki özütünün kolay hazırlanmadığını, süte kadar hazır olması için acele etmesi gerektiğini söyleyerek hızla ayrıldı.
Abraham aklındakini dile getirmekten kendini alamadı:
“Kadın hiçbir şey sormadı, bu bitki nasıl bu kadar etkili olur, devamında siz nasıl gireceksiniz? Sanki aklımdakileri okuduğu için sormaya ihtiyaç duymadı.”
Mark, Abraham’ı kuşku dolu dünyasından çıkarmak için dedi:
“Ee kadın damadına güvenmeyecek de kime güvenecek?”
Abraham sert bakışlarıyla Mark’a:
“Sen beni kandırdığını zannet! Adım gibi biliyorum bu kadının buraya gelmesi tesadüf değil. Senin de bu kadınla bir bağın var. Bunu da öğreneceğiz, senin de sırların ortaya çıkacak. İyi biri olduğun için ve işler zaten karmaşıkken şimdilik seninle uğraşmayacağım.” diye mesaj verdi.
Mark da onun mesajını almış olmalı ki cevap verdi:
Kader işte kadının buraya gelmesi ve en kritik konuda bize yardım edeceğini söylemesi.” Abraham onun sözünü keserek:
“Senin mandrake bitkisinden bahsetmen… Aaa tesadüfe bak! Çiftlikte yetişiyor olması ve çiftlikten birinin buraya tam zamanında gelmesi… Üst üste gelen ve bir planın parçaları gibi dizilen bu olayların arasında bir irade mutlaka olmalı. Bunlar tesadüf olamaz!”
Mark sırıtarak:
“Tamam işte o irade sahibi Tanrı.”
Abraham:
“Buna itiraz eden yok ama Allah’ın iradesi, kulun cüzi iradesine bağlıdır.” dedikten sonra anlamlı bir bakış attı. Daha açıkçası: ‘Bu süreci planlayan cüzi irade sahibi kullar kimler acaba?’ diyorum.”
Mark tam köşeye sıkışmıştı ki gelen Petrus onu kurtardı:
“Az önceki kadın buradan mı ayrıldı? Kimdi o?”
Abraham başını salladıktan sonra:
“Bir şeyler sordu bitkilerle ilgili. Sonra gitti.” dedi.
Petrus’u bu cevap tatmin etmese de Abraham ile aralarında yeni bir anlaşmazlığa yol açmamak için sustu ama bir yandan da o kadını nereden tanıdığını hatırlamaya çalışıyordu. Aylar değil yıllar öncesinden biriydi ama kimdi?




Write a comment ...