17

17. BÖLÜM: ABRAHAM’IN ÇÖZDÜĞÜ İLK GİZEM

      

İkiz Ada her ne kadar yüz yıllardır kendini dış dünyadan soyutlayabilmiş olsa da orada da dış dünya ile benzer sorunlar vardı. Adadaki bazı karakterlerin öyle  geçmişleri vardı ki insan İkiz Ada’yı mı dış dünyadan, dış dünyayı mı İkiz Ada’dan korumak gerek diye sormaktan edemiyordu. Bununla birlikte dış dünya için despot karakterli bir insan daha artmış ne önemi vardı ki? Zalim tarifi, kişilere göre hemen hemen aynıdır ama kim zalim diye sorsak farklı cevaplar alırız.

Bugünlerde bu soru Abraham’a sorulsa onun cevabı belliydi. Adada Mark ve yeni misafiri Odesa ile başlatacağı iyilik hareketine taş koyduğu için en büyük zalim babası Petrus ve işbirlikçi annesi Linda’dır. Görünen o ki bu seferki durum önceki kırgınlıklardan ve ergen-erişkin çatışmalarından çok daha çetin geçecek gibiydi. Adanın ne kadar büyük olduğunu, adadan başka yerlerde yaşamın olup olmadığını bilmeyen Abraham’ın ruhu gün geçtikçe daralmaktaydı. Ruh hâletinin etkisiyle kendi kendine soruyordu:

“ Hayat bir kavga mı? Fedakârlık, yardımlaşma ve kardeşlik gibi ortak evrensel değerler yerine ihanet, adaletsizlik ve menfaatçiliğin hâkim anlayış olduğu bir yer mi?”

Abraham parlak ay ışığının görüntüsünün göle düştüğü ve birçok yıldızın gökyüzünü ışıl ışıl aydınlattığı gecede çok uzaklardan mı, kalbinin derinliklerinden mi, yoksa beynindeki nöronların arasından mı geldiğini anlamadığı ilhamlarla hayatın bir cidal (kavga) yeri insanların da sokak dövüşçüleri olmadığını, hayatın bir yardımlaşma ve af yeri, insanların da iki ayaklı yürüyen sevgi ve kardeşlik organizmaları olduğunu düşünerek karamsarlıktan uzaklaştı. Bununla birlikte içinden geçirdi:

“O kızcağızı zalim birine verseler de, beni üzseler de, onları affedeceğim ama nefsim için değil onların hatalarını anlayıp kendileri de muhasebe etmeleri için bir süre sessiz kalacağım.”

Abraham, ebeveynlerinin aslında samimi olarak hatalarını anladıklarını bilseydi bu oyunu daha fazla uzatmayacaktı. Bu arada şeytanın bu süreci provoke etmemesi de gerekti. Abraham sebebini tam bilmese de ayakları onu Melisa’ya götürmekteydi. Abraham’ın kalbi, aklına Melisa’ya ilgisinin olduğunu kabul etmekle beraber yalnızlığını gideren bir dost, bir sırdaş olarak gördüğünü söylüyordu.

Abraham, Melisa’nın olduğu çiftliği bir süre uzaktan gözlemledi. Adamların yemek için buldukları yeri terk ettiğini fark edince uygun bir yerden tel örgüleri aşıp içeriye girdi. Onu nerede bulacağını biliyordu. Tahmininde yanılmamıştı, ibadethanenin bahçesinde bir köşede onu buldu. Melisa da onun geleceğini biliyordu ama onu görünce gelmesini hiç beklemiyormuş gibi davrandı. Abraham, onun şaşkınlığını normal karşıladığını söyleyince Melisa duymak istediği ifadeleri işitmek için:

“Hayır, beni hiç görmeyeceğini sanmıştım.” dedikten sonra:

“Kim bilir, belki de göl canavarı seni yemiştir diye düşündüm.” diye ilave etti.

Abraham, onun niyetini sezmişti, tebessümle cevap verdi:

“Beklediğin cümleyi söylemeyeceğim bugün, açıkçası moralim bozuk.”

Melisa ondan güzel haberler bekler gibi gülen gözlerle ona bakmaktayken ters giden bir şeylerin olduğunu anlayınca hemen somurtmaya başladı. Abraham’ın aklı hâlâ Odesa’nın:

 “Bana sözünü tutmadın, beni ele verdin!” der gibi bakan gözlerindeydi.

“Bu adada sırrını çözemediğimiz birçok gizem var.” dedikten sonra sarı saçlı, kısa etekli bir kızı göl kenarında bulduklarını, kızın Kâbiller Adası’ndan geldiğini söylediğini, dış dünyada da insanların olup medeniyetin ilerlediğini, kızın agresif olduğu kadar dürüst göründüğünü anlattıktan sonra ekledi:

“Hayret, kız gerçekten dinî ve bilimsel konularda bilgiliydi, açıklamaları da gayet makuldü.”

“Ee ne oldu bu kıza?”

Abraham kötü bir iş yapmış gibi başını yerden kaldırmadan cevap verdi:

“Benim haberim yoktu, annem ve babam kızı görmüş, bana zarar verebileceğini düşünerek Lord’a haber vermişler.” dedikten sonra başını sağa sola salladı:

“Maalesef şimdi şatodaki zindanda olmalı.”

Abraham, aslında Melisa’nın:

“Ebeveynlerin haklı olabilir, o kız seni kandırıp zarar verebilirdi!” demesini bekliyordu ama hiç ummadığı bir tepki aldı:

“Ya şimdi Odesa o kapalı, karanlık yerde tek başına mı?”

Abraham kafasını kaldırıp:

“Evet.” diyecekti ki Melisa’nın koşarak ondan uzaklaştığını gördü. Arkasından koşmayı düşünse de görevlilerin içeriye girdiğini gördü. Bu kadar sorunun arasında bu adamlara yakalanıp apar topar Lord’un önüne atılmak istemiyordu. Aklı kalbine demişti:

“Duygusallığın zamanı değil! Bu adamlara yakalanmanın hiç kimseye faydası olmaz zaten evine gidecek hâlimiz de yok.”

Abraham olanlara anlam veremeden geldiği gibi uygun bir yerde çitten atlayarak dışarıya çıktı. Birkaç adım atmıştı ki biraz ilerisinden kırmızı başlıklı birinin, atladığı çitlerden hızla geldiğini gördü. Atın hızına bakılırsa acelesi vardı. Çitten geçmesine bakılırsa kaçaktı. Kırmızı başlıklının minyon tipine bakılırsa kızdı. O anda aklına bir şey daha geldi:

“Kızın adının Odesa olduğunu söylemediğime göre Melisa onun adını nasıl bilebildi?”

Abraham kafasında soru işaretleri ile adanın merkezine doğru ilerliyordu. Zaten kafasında cevabını bulamadığı birçok sır vardı. Mühürlülerin dişleri neden damgalıydı? Gerçekten Tanrı’nın onları cezalandırması mıydı? Kule, kaplumbağalar, Kâbiller Adası, her tarafın sular altında olduğu efsaneleri, kayıp üç genç ve erken yaşta vefatlar ve daha bunun gibi birçok cevapsız sorular üstüne bir de Odesa’dan sonra Melisa’daki beklenmedik tavırlar ortaya çıktı. Melisa’nın çitle çevrili bu yerden kaçmasına sebep ne olabilirdi? Yakalanırsa başına gelecekleri biliyor olmasına rağmen Odesa ile ilgili anlattıklarını büyük bir merakla dinlerken onun zindana konulduğunu duyunca birden tavırları değişti. Bu kaçışının Odesa ile ilgisi vardı ama ne olabilirdi?

Abraham, zihnini biraz zorlayınca önceki gelişinde ibadethaneye girince Melisa’nın yanında olan kızın birden kalkıp uzaklaştığını görmüştü, Abraham, Melisa’ya odaklandığı için giden kıza çok da dikkat etmemişti ama o kızın uzun sarı saçları Odesa’nınkilerle aynıydı. Sarı saçlı kız Odesa mıydı? Eğer böyleyse Melisa ve Odesa ona karşı beraber bir hesabın mı içindeydiler? Fakat Melisa ile tanışmasının tamamen tesadüf olduğu belliydi. Babasıyla kendisinin çiftliğine beraber gidip mühürlü denilen bu insanları ve Melisa’yı gördüğü günü hatırladı.

    Abraham, içinde zindanın da olduğu şatonun önünden geçmek üzereyken kalabalığın bir yerde toplandığını fark etti. Ne olduğunu anlayamamıştı ama kalabalık arasından bir atın çıkartıldığını gördü. İçinden geçirdi: “Evet bu at az önce kırmızı başlıklı kızı götürendi. Onu beyaz kuyruğundan tanımıştım.”

    Biraz ilerleyip kalabalığın arasından geçince tahmininde yanılmamanın üzüntüsünü yaşadı. Melisa, elleri bağlı bir hâlde parmaklıklı at arabasına bindiriliyordu. Konuşulanları duymuştu:

“Damgalı kız çiftlikten kaçtığı gibi zorla şatoya girmek istemiş. Lord, ona nasıl bir ceza verecek acaba?”

Melisa ise suçluluk psikolojisindeki biri gibi başını öne eğmişti. Bir ara başını kaldırınca Abraham ile göz göze geldi. Odesa’nın gözlerinde gördüğü anlamın aynısını Melisa’da da gördü. İçinden: “Utanması gereken varsa bu sen değilsin önce ben ve sonra bu halk olmalı! Ama neden zindana girmeyi ister gibi davrandın, peki neden benden yardım istemedin?” dedi.

Abraham, üzgün bir şekilde adanın batısındaki evlerine doğru gidiyordu. Bir süre ormandaki ağaç kulübesinde yalnız kalmayı düşünüyordu. O anda azımsanmayacak şiddette bir deprem daha olunca anne ve babasının durumunu kontrol etmek için eve yöneldi ama hâlâ eve girmek istemiyordu. Eve gidenleri kontrol etmek için yaptığı mini ağaç evinden, anne ve babasını görmeye çalıştı. Evde bir hasarın olmayıp durumlarının iyi olduğunu anladı ama nedense annesi babasına araştırmalarında kullandığı sıçanları gösterip bir şeyler anlatmaktaydı.

Annesine ne tür araştırmalar yaptığını anlatıyordu. Annesi, anlattıkça babası da ona hak verir gibi başını sallıyordu. Bir süre sonra birbirlerini suçlar gibi davrandıklarını fark etti. Arada bir yüksek sesle gelen konuşmalardan konunun kendisi olduğunu da anladı. Ebeveynlerinin biraz sakinleşmeleri için çağırdığı beyaz güvercinle yazdığı küçük papirüs notunu gönderdi: “Anne, baba ben iyiyim. Bir süre sonra gelirim.”

Notu alan Petrus ve Linda onun yakınlarda olup kendilerini izlediğini anladılar. İkisinin de aklına ilk gelen yer onun küçüklüğünden beri gittiği ağaç evdi. O zamanlarda annesine ve babasına küsünce oraya giderdi. Biraz sakinleşince ve karnı acıkınca kendisi dönerdi. Fakat bu sefer başkaydı. Ebeveynleri hem ona hem kıza haksızlık yaptıklarını kabul etmişlerdi. Hem kendilerini affettirmek hem de sürpriz yapmak için arka kapıdan sessizce çıktılar.

 Linda kendinden daha çok evladını tanırdı. Abraham’a sürpriz hediyeler, doğum günü pastaları ve icatlarında kullanacağı malzemeleri alınca onun nasıl da sevinçten dört köşe olduğunu gayet iyi biliyordu. Abraham, sevinince küçükken ellerini birbirine vururken büyüyünce tebessümün ardından burun deliklerini büyütürdü.

Petrus ve Linda sessizce ilerleyip Abraham’ın mini ağaç evine ulaştılar. Hiçbir sesin gelmemesinden Abraham’ın orada olmadığını düşünmeye başlamışlardı. Dalları kenara çekip tekrar bakınca orada sessizce durup düşüncelere daldığını fark ettiler. O anda Petrus ve Linda birbirlerine bakarak onun gerçekten acı çektiğini anladılar. Linda, oğlunun ödünün kopmaması ve ani bir refleksle ayaklarını sarkıttığı ağaç evinden düşmemesi için fısıldadı:

“Abraham, oğlum misafir kabul ediyor musun?”

Abraham, derin bir uykudan uyanır gibi kendine geldi, biraz naz yapmaya çalıştı. Başını hafiften çevirince bu sefer Petrus araya girerek:

“Oğlum bir konuşalım, sen buraya gel istersen ya da biz oraya çıksak? Ağaç bizi taşıyamayabilir. Sonra bize bakmak zorunda kalırsın.” dedi hafif alaycı bir yüz ifadesi ile. Abraham, aşağı iner inmez Linda dedi:

“Oğlum her insan hata yapabilir. Sadece evlatlar hata yapar, anneler babalar affeder diye bir kural yok. Bazen de ebeveynler sınırlarını aşarlar. Seni kötülükten korumaya çalışmak, masum bir kızı kötülüğün eline verebileceğimiz anlamına gelmemeliydi. Seni koruma arzumuz bu hataya yol açtı.”

“Ama o kız kötü değildi ki! Siz demiyor muydunuz insanları görüntüsüyle ailesiyle değerlendirmek yanlıştır diye.”

Linda başını sağa sola salladıktan sonra:

“Kastettiğim kız değil Lord.” dedi.

 Petrus, kaybolan çocuklarla Lord arasındaki bağlantıyı Abraham’a anlatmak istemiyordu. Çünkü Abraham’ın Lord’u sevmediği zaten biliniyordu. İleriki yıllarda Abraham’ın öğreneceği gerçeklerle Lord’u sevmek zorunda olacağı aşikârdı. Ama Linda’nın ısrarla dürtmesinden dolayı anlatmak zorunda kaldı. kaybolan üçüncü gencin beresini Lord’un askerlerinden birinde gördüğünü ve o kızın kolyesini bulduklarını anlattı. Kızın, Lord’un ölen eşiyle bağlantısının olabileceğini Abraham’ın kafasının karışmaması için söylememeyi tercih etti.

Lord ile ilgili duydukları diğer birçok dedikoduyu da anlatmamayı tercih ettiler. Abraham’ın bakışlarındaki anlamı bildikleri için konuyu Odesa’ya getirdiler:

“Odesa konusunda gayet samimiyiz, onu nasıl kurtarabiliriz bilmiyoruz fakat makul bir plan yaparsak tehlikeye girmeye razıyız. Hatırlatmak isteriz, uzun yıllar ona hizmet ettik. Zindanın yeri, depo, hizmetlilerin kaldığı yer dâhil her yeri biliriz. Fakat  üst katlar hariç.”

Petrus şatoyla ilgili bilgi vermek istemiyordu ama Linda’nın pişmanlıklarında samimi olduklarını göstermek istercesine verdiği bilgileri de engelleyemezdi.

Abraham, onların daha önce Lord’a hizmet ettiklerini bilmekteydi ama gizli kaçış tünelini ilk defa duymuştu. Aklının bir tarafı hâlâ Melisa’daydı. Onun da tutuklanıp zindana götürüldüğünü anlatması anne ve babasının yanında doğru olmazdı. Bu yüzden susmayı tercih etti. Zaten adanın merkezine gidince kendileri duyar diye düşündü. Herkes kızı kurtarmak için bir çözüm bulmaya çalışıyordu.

     Sessizliği Linda’nın: “Unutmadan sana bir şey göstermeliyim oğlum.” sözü bozdu. Beraber deney sıçanlarının olduğu yere gittiler. Abraham, bir gruptaki sıçanların dişlerinin diğer gruptakilerin dişlerinden farklı olduğunu fark edince “Şimdi bir şey anlaşılıyor.” diyerek anlatmaya başladı:

“Siz de görmektesiniz, Melisa gibi damgalı kızların dişlerindeki lekeler gibi bu sıçanların dişlerinde lekeler var. Fakat diğer grupta böyle lekeli dişli sıçan yok. Neden böyle?” diye sorduktan sonra cevabı da kendisi verdi:

“Bu kontrol grubu dediğimizdeki sıçanlar, bizim içtiğimiz suyu, yani annemin her gün şatodaki kuyudan getirdiği suyu içtikleri için dişleri normal çıktı ama deney grubundaki sıçanlar göl suyundan içtikleri için dişleri bu şekilde lekeli çıktı. Yani anlayacağınız gölün suyuna karışan bir madde dişleri böyle yapıyor. Daha açıkçası Lord’un iddia ettiği gibi damgalıların dişlerinin lekeli olması onların Tanrı’nın sözünü dinlemeyip dinin emrettiği kızdan başkasıyla evlenmeleriyle bağlantılı değil! Lord, çiftlikteyeni doğan  bebeklere bu göl suyundan içirterek onların dişlerinin lekeli olmasına neden oluyor.”

Linda araya girdi, Abraham’a haklı olduğunu söyledikten sonra:

“Şatodaki su kuyularının olduğu yere biz giremezdik ama birkaç defa kapıdan içeriye baktığımda birbirinden uzakta üç ayrı yerde su kuyusunun olduğunu gördüm. Bu kuyulardan birinde gölün suyuna karışan o madde olabilir. Mühürlülere o kuyudan, bize de diğer kuyulardan su veriliyor olabilir.” dedi.

Abraham, sağ elini yumruk yapıp çenesinin altına koydu. “Ayrıca gölün suyunu damıtma projemize karşı çıkmasının da sebebi bu foyasının ortaya çıkacak olmasıydı. Hem damgalıların hem diğerlerinin aynı damıtılmış sudan içmesi onun yıllardır kurduğu çarka çomak sokulması demekti.”

Abraham, ayağa kalkıp volta atar gibi yürümeye başlamıştı. Beş, altı adım atıp geri dönüyordu. Onun bu durumunu izleyen Linda, aklından bir şeyler geçirdiğini biliyordu. Petrus’a sessizce söyledi:

“Birazdan yumurtasını çıkartır.”

Abraham aniden durup sordu:

“Anne, dedem kaç yaşında öldü?”

“Elli bir.”

“Büyükbabam da o yaş civarında öldü. Aklımıza gelen birçok kişi de bu yaş civarında öldü. Sizce tüm bu ölümler tesadüf mü?”

Petrus:

“Evet, haklısın ama aynı coğrafyadalar belki yedikleri belki içtikleri bir şeyin sonucu olarak uzun ömürlü olamıyoruz.”

“Ben de bunu diyorum. Ne yiyor veya içiyorlar da benzer yaşta ölüyorlar?”

Linda araya girdi:

“Biliyorsunuz adamızdaki bir uygulamadır. Belki inançsal belki de âdettir, elli yaşına yaklaşanlar hem ölüme hazırlansın hem de ölümden sonraki sorgu suali hayalinde canlandırıp samimi bir şekilde tövbe etsin diye yaklaşık bir ay kadar yer altındaki daracık sığınakta, kabirde yatar gibi uyuyorlar. Böylece ölüm gerçeğinin, hesap verme sorumluluğunun hatırlanacağı hesaplanıyor.”

“Anne bu dediğin yer, kabir gibi dar dedin. Peki, burada ne var, mesela ne yerler, ne içerler?”

“Babamdan hatırlıyorum, herkes yemeğini kendisi getirirmiş. Su ise orada hep hazır bulunurmuş.” dediği anda Linda gerçeği fark etti. Gözlerini dört açarak devam etti: “Yoksa üç kuyunun suyu da mı farklı?”

“Gölün suyunu arıttıktan sonra fark etmiştim iki ayrı maddenin kapta kalıp birbirine karışmadığını. Tamam, biri dişlerde leke yapıyor ama bu madde neyse insanları öldürmüyor olmalı ki damgalı dediklerimiz hayatlarını sürdürüyor. Diğer ikinci madde zehirli bir şey olmalı ki bu yaşlı insanlar ölüyor. Zaten gölde bitki ve balık olmamasının sebebi de bu ikinci madde olmalı.”

Petrus ellerini açarak sordu:          

“İyi ama Lord’un amacı ne olabilir?”

“Tam olarak bilmiyoruz. Baba aslında bir tahminim var küçüklüğümden beri hep düşünürüm bu adadaki insanlar hiç ölmezse ne olur?”

“Bu durumda aşırı derecede fazlalaşmış nüfusa hayvanları yetmez. Acaba Lord da benim gibi düşünüp yiyeceğe göre nüfus planlaması mı yapıyor? İkiden fazla çocuk yapılmasının yasak olması bu görüşümü destekliyor.”

Petrus ve Linda birbirlerine bakmaktaydı. Akıllarından aynı şeyi geçirmekteydiler, Petrus yıllar önce Lord’un gizli eşini mezara tek başına gömerken yağan yağmurun etkisiyle mevtanın sarılı olduğu bez yırtılmıştı. O anda mevtanın sırtındaki sekiz köşeli yıldızı görünce şaşırmıştı. Adada böylesine büyük dövme yapıldığını hiç duymamıştı. Üstelik dövme, beş köşeli normal yıldızlardan farklıydı. Bir diğer önemli ayrıntı, yıldız şeklinin üzerindeki bıçak izlerinde çok fazla miktarda kan birikmekteydi. Bu da kurbanın ölümünden önce bu işaretin yapıldığını gösteriyordu.

Petrus, o gün başının belaya girmemesi için Linda haricinde hiç kimseye bu olaydan bahsetmemişti. Sonrasında ise eşine bahsettiği için büyük pişmanlık yaşamıştı. Abraham, kütüphanede okuduğu bir kitabı anlatıncaya kadar bu olayı da unutmuşlardı. Kitap Mezopotamya’daki Sümerlerin inançlarından ve ritüellerinden bahsediyordu. Onları şok eden cümle şuydu:

“Jüpiter Tanrısı için vücutlarına sekiz köşeli yıldız yapılmış insan kurbanları sunarlar.”

Abraham, onların bir şeyi söylemekte kararsız olduklarını fark edince dedi:

“Siz yine benden bir şeyler saklıyorsunuz.”

Petrus tebessümle:

“Yok oğlum.” deyip mezara gömdüğü kadından bahsetti.

Abraham:

“Kadın kim?” diye sorunca Petrus kaşlarını çatarak:

“Konumuzla ilgisi yok, kimse kim.” dedi.

Abraham babasının kızmasına anlam veremese de çok önemsemedi. Babasına sordu:

“Yani adada böyle insan kurbanlarıyla ritüellerin yapıldığını mı söylüyorsun baba?”

Petrus, “Zannetmiyorum, kadın güzel ve dikkat çekici görünmek için bunu yapmış olabilir.” cevabını verince Linda araya girdi

“Bence olabilir.”

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned