15

15.BÖLÜM: DR. WİCKENS’IN GİZLİ ÜSTADI KİM?

    

Dr. Wickens, kardinalin “Hocan kim” sorusuna tebessümle cevap verdi:

“Bence onu tanıyorsun o da senin gibi düşünürdü, yani teslis inancına inanmıyordu.”

Kardinal başını sağa sola sallayarak:

“Teslise inanmayan iki elin parmağı kadar değil ki herkesi tanıyayım.”

Kardinal anlamıştı Wickens’in hocasını gizlemek istediğini. Bu konuda ısrarcı olursa ters tepkiye maruz kalabileceğini düşündü. Uzlaşmacı bir üslupla:

“Dostum…” diyerek devam etti:

“Seni sadece katedrale gelip sorduğun sorulardan tanıyorum ve senin aklı başında biri olduğunu o zamandan beri anlamıştım. Senin aklınla hareket edeceğini düşünerek buraya sana ve hocana yardım etmek için geldim.” diye başlayan kardinal önce istihbaratçı arkadaşı Samuel’den duyduklarını sonra istihbaratçının bahsettiği şekilde Başkan Yardımcısı Samiri’nin gelip açıkça onun taşlanmasını, linç edilmesini kiliseyi temsil eden kendisinden istediğini anlattıktan sonra devam etti:

“Hatta senin Alplerdeki kulede şeytanla görüştüğünü söyledi. Aslında adamın klasik bilinen ruh çağırma seanslarından bahsettiğini düşünmüştüm ama içerideki adamı her kimse senin sesinin haricinde hiç kimse olmamasına rağmen perde arkasından bir borudan ses oluyor gibi bazı ifadeleri net duymuş.”

Dr. Wickens, kardinalin dediklerini dinledikten sonra aklında bir şeyleri düşünür gibi kafasını sallamakta ve gözleriyle dalıp gitmekteydi. Kardinale güvenmemesine neden olacak bir şeyin olmadığını düşünerek:

“Şimdi anlıyorum.” diyerek başladı.

“Bahsettiğin kulenin bekçisi olan adam bir gün gelmedi. Ertesi gün baktım yüzü somurtkan bir hâlde elinde haç ile yaklaştı. Ne oldu dün niye gelmedin, demeye fırsat kalmadan diğer elindeki suyu üzerime döküp haçı üstüme tuttu: “Pis şeytan, burayı terk et” dedikten sonra yanındaki papaz giyimli adamla bilmediğim dilde bir şeyler söylemeye başladılar. Zannedersem dua ediyorlardı yani onlara göre ben şeytandım, su kutsal suydu.

Şeytan kovma ayini gibi bir şey yaptılar. Bunların arkası da gelir diyerek korktum ve hemen yola çıkıp buraya geldim. Aslında bir şey daha var…”

Kardinal, Dr. Wickens’in söylemekte biraz kararsız kaldığını anlayınca:

    “Sen bilirsin ama bu işin basit bir şeytan çıkarma ayini ile bitmeyeceğini sen de biliyorsun.” dedi.

     Dr. Wickens,

“Az önce bir mistik örgütün varlığından ve sinsi faaliyetlerinden bahsettin, ağzımdan laf almaya çalıştığını düşünerek onlarla ilgili ifadelerini önemsemedim.” dedikten sonra derin bir nefes alıp verdi.

“Bundan beş, altı ay önce hocamdan habersiz evine gittim. Onun evinde olmadığını sanarak içeriye girdim. Odasında ilk defa gördüğüm adamlarla hararetli bir tartışma içindeydi. Tartışmanın konusu teslis inancıydı. Özür dileyerek hemen çıktım. Evine izinsiz girdiğim için kızdıktan sonra bir şeyler anlattı. Aslında bana hiçbir şey anlatmaz sadece çalışmayla ilgili konuşuruz ama o gün adamlara kızgınlığının verdiği etkiyle onlar hakkında serzenişte bulundu.”

“Yani mırıldandı gibi diyorsun.”

“Evet, amacı bana anlatmak değildi o anda içten gelen tepkisini açığa vurdu.”

“Ne dedi?”

“Adamlara bak! Hem bana dinlerin bilimin gelişmesinde engel olduğunu anlattılar hem de bugün gelmişler teslise inan, seninle Mesih’in benzerlikleri çok, herkes seni sıkı bir Hristiyan olarak bilsin, diyorlar. Ben zaten Hz. İsa’yı seviyorum, diyorum. Yok, sen diğer insanlardan ayrısın falan diyorlar. Daha dün kendini yüce gören din adamlarını eleştiriyorduk, bugün onlar gibi olmamı istiyorlar. Bu ne saçmalık, dedi. Sonrasında bu adamlar kim diye sordum, bana kızdı. Gizli çalışmamız haricinde bir şey soramazsın, aklına da ihtiyacım yok, dedi. Aslında hocam iyi biri alçak gönüllüdür fakat bu adamlar her kimse onlar yüzünden değiştiğine inanıyorum.”

Kardinal endişeli bir bakış atarak:

“Bu adamlar sadece sana değil hocan her kimse ona da zarar verebilir. Bence onu da uyarmalıyız. Tamam, anlıyorum ismini benden gizlemek istiyorsun, sen kendin onu bul ve uyar!” dedi.

“Evini kapattı. O, isterse beni bulur. Hem onu bulsak da dediğim gibi bizi tınlamaz. Artık eskisi gibi değil, dik başlı, sadece ben bilirim havasında.”

“Şeytan mevzusu ne,  kulenin amacı ne? Nasıl bir araştırma yapıyorsunuz?”

Başını sağa sola sallayan Wickens,

“Bu çalışmasından ve hayatla ilgili diğer çalışmasından bahsedemem. Evet, bunun bir sebebi ona verdiğim söz ama asıl sebep senin veya bir başkasının başının belaya girmemesi. Sana şu kadarını söyleyeyim insanlık tarihinin şimdiye kadar ki en değerli iki buluşu olacak! Sonuca ulaşamazsak da mevcut sonuçlarımız bile çok değerli. Bizi asıl kaygılandıran bulacağımız sonuçların insanlık için iyiye mi kötüye mi kullanılacağı? Bunu bilemiyoruz.”

“Ne gibi bir şey olduğunu bilmiyorum ama neden kötüye kullanılsın ki?” diye sordu kardinal meraklı gözlerle.

“Basit bir örnek vereyim, bıçak bugün mutfakta ihtiyacımız olan yemeği hazırlarken bizim için olmazsa olmaz bir şeydir ama aynı aletle insanları da öldürebiliriz. Sana ipucu vereyim ama gerisini sorma, kule ile ilgili çalışmada sonuca ulaşırsak dünyanın her yerinde bulunabilecek yenilmez bir ordu yapılabilir. İkinci buluşu herkes kullanırsa dünyaya sığmayız. Kendimize yeni bir gezegen bulmak zorunda kalırız. Ama bunun için daha çok çalışmalıyız. Tabii bunlar dediğim gibi buluşların kötü yanları iyi yanları ise saymakla bitmez. Tek cümle söyleyeyim artık ayrılık acısı olmayacak!”

Kardinal alt çenesini sağa sola oynatarak bir şeyler düşünse de aklına somut bir açıklama gelmedi. İçinden:

“Tanrı sonumuzu hayretsin, insanlık için iyiyse olsun değilse olmasın.” diye geçirdikten sonra sordu:

“Böylesine önemli buluşlarda başka kimse yok mu?”

“Var ama günümüzde yoktur.” deyince kardinalin merakı daha da arttı.

“Simyacıları daha önce duymuşsundur, hatta onların şeytanın taraftarları oldukları gerekçesiyle bazılarının yakalanıp ağır işkencelere maruz kaldıklarını, öldürüldüklerini de bilirsin. Bundan yaklaşık on altı asır önce üç simyacı arkadaş kendilerinden önceki simyacıların bahsettiği iki çalışmaya bir şekilde ulaşmışlar. Özellikle çalışmaların birinde sonuca çok yaklaşmışlar. Fakat o sırada zalim bir kraldan dolayı diğer insanlarla beraber gemilerle kaçmak zorunda kalmışlar. Bu sırada ortaya çıkan fırtınadan dolayı iki simyacının olduğu gemi bilinmeyen başka bir yere sürüklenmiş.

Üç simyacı sağ salim Roma’ya ulaşsa da hayatla ilgili buluşun önemli bilgileri diğer simyacılarda kalmış. Bu simyacılar ikinci buluşla ilgili bir şey yapmasa da birinci buluşla ilgili ilerlemeler kaydetmişler. Fakat pratik olarak bunu deneyebilecek ortam bulamamışlar. Belki de benim gibi şeytanla konuştu muamelesine maruz kalmaktan korkuyorlardı.

Üstat-talebe ilişkisi ile bu bilgiler hep aktarılmış. Sadece sözle sonrakilere aktarılmamış, yazılı olarak papirüslerdeki formüller de miras gibi verilmiş. En son hocamın üstadı ona verince hocam kule ile ilgili olan birinci buluşu pratik olarak denemeye karar vermiş. Alplerdeki ve buraya yakın bir yerdeki bahsettiğim kuleler, bu bilgiler kullanılarak inşa edildi.” dedikten sonra korku dolu gözlerle kardinale baktı.

Kardinal:

“Ne oldu, birden duraksadın?”

“Hocamın hayatı hakkında endişelenmek yerine, dış dünyadan habersiz adalı masumlar hakkında kaygılanmalısın. O bekçi onların yerini de duymuştur. Şeytanın karargâhı diye o bahsettiğin kötü adamlara adanın yerini anlattığından eminim.”

Kardinal:

“O ada ne, masumlar da kim?” diyecekti ki yaveri hızla içeriye girip:

“Çıkmalıyız, o meymenetsizler buraya doğru geliyor!” deyince kardinal, Wickens’a dönerek:

“Bana güvendiğini düşünüyorum. Evden çıkalım o adamların evine haydutça bir tavırla girdiklerini görünce bana hak verirsin.”

Wickens ve kardinal, ağaçlık bir yerde dalların arasında evi izlemeye başladılar. Adamların kapıyı kırarak girmelerinden, bahçeyi talan etmelerinden, başlarındaki dazlağın öfkeyle sağ elini yumruk yapıp sol avucuna vurmasından ve birçok papirüsü etrafa dağıtıp bir şey arıyor olmalarından onların iyi niyetli olmadıklarını anlamışlardı. Dr.Wickens, kardinale özür dileyen bir bakış attıktan sonra:

“Şimdi ne yapacağız?” dedi.

Kardinal, bu mistik örgütün elinin uzanmadığı bir yer olmadığını düşünüyordu. Onları rahat bırakmayacaklarından emindi ama en azından örgütün etkisinin zayıf olduğu bir yerde kendilerini güvende hissedebilirlerdi. Yöneticilerinin mistik örgütün etkisinde olmadığı bir devlet bulmaya çalıştı. Böylece en azından hayatta kalmayı başarabileceklerini düşündü. Bir yer bulmuştu ama bu yerden dolayı Wickens’in kendisini ajanlıkla suçlayacağını ve hatta kendisinin başka bir dinden olduğunu düşüneceğini öngörerek söyleyip söylememekte kararsız kaldı:

“Avrupa’da tutunabileceğimiz bir dal yok. Hasta olsa da hâlâ güçlü olan birine sığınmalıyız. Yanlış anlama ama onların adaletinin bizden iyi olduğu da aşikâr. Güçlü ama hasta, eski gücünde olmamasına rağmen hâlâ ağırlığı olan ve adaletle hükmeden devlet olarak akla tek gelen bir ülke. Osmanlı İmparatorluğu yani İstanbul. Onlar kendilerini imparatorluk olarak değil Devlet-i Aliyye olarak tanımlıyorlar. Bence başka şansımız yok gibi. Asırlardır farklı milletler ve inançlar onların topraklarında huzurla yaşıyor.”

Dr. Wickens’in kendine şüpheli gözlerle baktığını anlayan kardinal devam etti:

“Ben ajan veya hain değilim. Gördüklerimi ve duyduklarımı söylüyorum.”

Aslında Dr.Wickens, önceden birkaç defa Osmanlı uleması ile görüşmüştü. “Acaba kilise bunu duydu ve sırf zarf atmak için mi kardinal Osmanlı’yı övüyor?” diye düşündü. Ulemanın bahsettiği tevhid inancı ile kardinalin anlattığı birbirine çok benziyordu. “Acaba kardinal bu şekilde ağzımı mı yokluyor?” diye düşünmekten kendini alamadı. Ayrıca az önce anlattığı Hz. Musa kıssasının kutsal kitapta olmayıp başka bir ilahi kaynakta olduğunu da biliyordu. Kardinal ve Dr. Wickens birbirlerine güvenseler de casusluk suçlamasına maruz kalmaktan korkuyorlardı.

Dr. Wickens, üstadının emanetlerini yanına aldı. Ona bir şey olursa onun vasiyetini yerine getirmek için İstanbul’un uygun bir yer olduğu da aklına geldi. İki kader arkadaşı gemi ile İstanbul’a ulaşmışlardı. Kardinal, eski dostlarıyla buradaki Ortodoks Kilisesi’yle de irtibat kurmuştu. Kısa süre sonra ise meşhur bilim adamı Newton’un öldüğü haberini aldılar. Onun öldürüldüğüne kati olarak inanan Wickens, kardinale:

“Sen her konuda haklı çıktın.” dedikten sonra fısıltıyla söyledi:

“Sana her şeyi anlatacağım, hocamın bana emanet ettiği sırları da uygun birine anlatmalıyız. Ama kime güveneceğimize sen karar ver.”

  Kardinal şaşırarak sordu:

“Hani hocana sözün vardı kimseye söylemeyecektin?”

“Sözüm o ölünceye kadardı. Zaten o istemişti bu sırrı, uygun bir Müslüman âlime anlatmamı.”

Kardinal neye şaşıracağına kararsız kalmıştı. Dr. Wickens’in hocasının Newton olmasına mı, gizli sırların Müslüman bir âlime anlatılmasını istemesine mi?

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned