14

14. BÖLÜM: KARDİNAL VE DR. WİCKENS KAÇMALI

    

İhtiyar muhbir gece düzenlenen ayinde bazı ifadeleri net duymuştu. Mistik grubun lideri olduğunu düşündüğü adam, kod adları kullanarak üyelere emirler yağdırmaktaydı. John Wickens’in öldürülmesi emrini veren adam bu işin önceki metotlarla halledilmesini istiyordu. Bunun için de Katolik Kilisesi’nin Londra’daki en yetkilisi olan kardinali kullanacaklarını anladı. Eski yöntem derken adamdaki şeytani gülüşten bunun linç etme gibi bir şey olduğunu anlaması zor değildi.

Sabah olunca sessizce fıçıdan çıkan muhbir ihtiyar, Samuel’in ziyaretine gelmesini bekledi. Samuel istihbaratçı olduğu için onu tanıyan olmadığı gibi onun babası rolünde olmasından dolayı hiç kimse bu görüşmelerden şüphelenmezdi. Muhbir duyabildiği her şeyi anlattıktan sonra:

“Bazı ifadeleri tam olarak duyamadım. Anladığım kadarıyla önümüzdeki ayin, öncekilerden çok daha farklıymış. ‘Kurban edilecekler hazır.’ gibi bir şey dediler. Bir de kırk yedi sayısı ile ilgili bir şey söylediler. Ama ne olduğunu anlayamadım.”

Samuel o an kayıp rahibe adayları ile bu mistik grubun bağlantılı olduğunu anladı. Kırk yedi sayısının anlamını çözmek için araştırmalara başladı. Bunun için de bazı tarihçilerden yardım aldı. Tarihçiler, Avrupa’daki kanlı ritüellerin kaynağının Mezopotamya’daki Sümer medeniyeti olduğunu anlattılar. Sümerlerle ilgili kazılara katılmış olan tarihçiye ulaşınca kırk yedi sayısının ne anlama geldiğini ve bu kadar çok insanın neden kurban edilmek istendiğini anladı. Londra’daki en yetkili kardinal, çocukluk arkadaşıydı. John Wickens’ın öldürülmesini engelleyerek sadece onun canını kurtarmayı değil, kayıp rahibe adaylarını da bulmayı ümit ediyordu ama başaramadı.

Bu mistik örgüt istihbaratın tepesine çökmüş gibiydi. En yetkili kişisi örgütün üyesiydi. Zincir misali bir yapı oluşturmuşlardı. Müdür emekli olmadan önce yerine geçecek kişiyi özellikle örgüt üyelerinden hazırlamaktaydı. Üstelik adayların hepsi bu yapının üyesiydi. Gizlilik o kadar önemliydi ki müdürün yerine geçecek adaylar bile birbirini tanımazlardı. Bu konumu hak ettiklerini krala göstermek için iyi bir eğitim ve başarılı operasyonlar yapmıyor değillerdi. Örgüt üyesi dışındaki memurların bu eğitim sürecinden haberleri olmadığı gibi çoğunun aklı fikri para ve kadındaydı.

Örgüt, belli bir ideolojiye ve hedefe sahip olduğu için şarap ve diğer zevkleri tamamen yasaklamıyor ama belirli sınırın aşılmamasını üyelerinden istiyordu. Diğer memurlar para ve kadın arzusuyla kör olurken mistik örgüt durmaksızın çalışıyordu.

İstihbaratçı amirin ihanetiyle Samuel’den haberdar olan örgüt, ihtiyar muhbiri de deşifre etti ve infazını gerçekleştirdi. Mistik örgüt, her şeyin tekrar yola girdiğini ve hatta ayinleri de sorunsuzca yapabileceklerini, ertelemeye gerek olmadığını düşünüyordu. Tanıdıklarını zannettikleri kardinalin aslında tarih boyunca önlerine takoz koyan, onları tam engelleyemeseler de hızlarını kesen, tevhit inancına adanmışlardan biri olduğunu bilseler de asıl mücadelenin şimdi başladığını anlarlardı.

Kardinal, onun gibi Hz. İsa’nın emanetlerini korumaya kendini vakfetmiş, kendi çağının ve önceki çağların adanmışlarından aldığı tecrübelerle bu örgütün peşini bırakmayacağını biliyordu. Kendisi hakkında çok bilgileri olmasa da Samuel’in kendisine kanlı ritüellerden ve amaçlarından bahsettiğini düşünmeleri, öldürme gerekçeleri için yeterliydi. Onlar için sır her şey demekti.

    Kardinal, yaveri ile Wickens’in evini öğrendi. Bu adamın sadece kısa bir süreliğine Londra’da kalıp tekrar Alplere döneceğini hatırladı. Son hadiselerle biraz panikleyen mistik örgütün bu işi yani onun infazını geciktirmeden halledeceğini düşündü. “Onlardan önce bu bilim adamına ve onun hocasına ulaşmalıyım.” diye mırıldandı yaverine.

     Uzun bir yola çıkacaklarını ve belki de geriye dönemeyeceklerini söyleyince sadık yaveri anladı yıllarca kendilerine dost olarak gördükleri Azrail’in etraflarında dolandığını. Yaverin gözlerindeki hüzün ve enerjiyi gören kardinal:

“Biz tedbirimizi alalım. Son nefesimize kadar sözümüzü tutmaya çalışalım. Sonrasını Tanrı bilir.” dedikten sonra ekledi:

“Ne yani, tüccar gibi Tanrı ile pazarlık edecek hâlimiz yok. Onun hükmü en güzeldir.”

Kardinal ve yaveri kilisenin arka kapısından çıkıp Dr. Wickens’in evine doğru yola çıktılar.

Londra’da tek yaşayan iki tip insan vardı ya kardinal gibi milletinin dertleriyle ilgilenen kalp kaynaklı ızdıraplılar ya da ilmiyle buluşlarıyla gözlemleriyle yanlış kabullerin doğrusunu bilen akıl kaynaklı ızdıraplılar. Kardinal Dr. Wickens’in tahmin ettiği gibi yalnız olduğunu pencereden bakınca fark etti.

“Doğru adamı bulduk. O da bizim gibi yalnız.” dedikten sonra kapıyı çaldı. Dr. Wickens, karşısında kardinali görünce saygıyla içeriye buyur etti. Bu din adamından kendisine bir zarar gelemeyeceğinden emin gibiydi.

“Burayı terk etmelisin, birileri seni öldürmek istiyor!”

Dr. Wickens, önceden sorduğu sorulardan dolayı kardinalin şaka yapmak istediğini düşünerek onu önemsemeyip:

“Ee ne yapalım efendim buraya kadarmış deriz! Çok iyi biri olmasam da insanlık için faydalı işler yapmaya çalıştım. Siz demediniz mi Tanrı’nın bunun mükâfatını vereceğini? Yeter ki onu doğru tanıyalım.” dedi.

Kardinal adamı karga tulumba buradan çıkaramayacaklarını, biraz konuşup onu rahatlatması gerektiğini düşünerek, yaverine dışarıyı gözetlemesini, cadde başında yabancı görünümlü birilerinin girdiğini görür görmez haber vermesini istedi. Yaver de gözleriyle o meymenetsizleri tanıyorum, der gibi bakıp ayrıldı.

Dr. Wickens  bir şeyler ikram ettikten sonra:

“Neden hep üstü kapalı konuşuyorsun? Diğer din adamlarından farklısın, herkes doğrudan sonuç cümlesini söyler. Sen gerçekleri anlatıp sonucunu benim bulmamı istiyorsun.” dedi.

Kardinal tebessümle:

“Evet, aklını kullandığın belli. Peki, sence sadece akıl kafamızdaki sorulara cevaplar bulmaya yeterli midir”

“Tabii ki yetersiz.” diye cevapladı Dr. Wickens ve ilave etti:

“Tanrı, peygamber gibi önemli ve deneyle ispatlanamayacak mevzulardan bahsediyorsun. Kişinin öncesinde belirli bir bilgi birikimi olmalı ki aklıyla doğru sonuca ulaşabilsin. Sadece akıl kişiyi doğruya götüremez. Bu bilgi okuma yazma dahi bilmeyen birinden de senin gibi bir kardinalden de elde edilebilir.”

“Büyük ihtimalle o son anlattığım mevzu biraz kafanı karıştırdı. Tekrar anlatayım, sonuca sen ulaş. İnsanın gözleri olmasa ona görmekten bahsetmek de çok bir anlam ifade etmez, kulakları olmasa duymanın ne anlama geldiğini bilmez. Çevremizde uçan kuşlar olmasa uçmayı dahi hayal edemeyiz işte Tanrı, kendisinde olan sonsuz görmekten, duymaktan, uçmaktan ve bunun gibi vasıflardan insana da biraz veriyor ki kendisini kullarına tanıtabilsin.”

“İnsanın Yaratıcının bazı özelliklerine sahip olması tanrılaşabileceği anlamına gelmeyeceğini söylüyorsun. Bununla birlikte doğma, yeme, çoğalma gibi özelliklerin Tanrı’da olamayacağını ima ederek bir gerçeğe üstü kapalı gönderme yapıyorsun.” dedi Dr. Wickens anlamlı tebessümle.

“Kâinattaki işlerin düzen ve intizamının olması bu gücün, irade sahibi olduğunu gösterir. Bu yüzden biz ona Allah, Tanrı gibi isimler veriyoruz. Tabiat, yıldız gibi düşünemeyen, iradesiz bir varlığı Yaratıcı olarak kabul etmediğimiz gibi insan gibi âciz ve irade sahibini de Tanrı olarak kabul edemeyiz.”

“Peki, senin görüşünü nasıl olur da başka bir papaz dile getirmemiş?”

“Zamanımızda da önceki çağlarda da gönlünü Hz. İsa’nın öğretilerine adamışlar, kalben bunu tasdik etmiştir ama karanlık grupların kışkırtmalarının sonucunda avamın kolayca üzerlerine yönlendirilebileceğini düşünerek bunu açıktan söylememişlerdir. Oluşacak kaos sebebiyle konu çok ilgisiz yerlere gidebileceği gibi çok masumlar da zarar görebilirdi.”

Wickens, kardinale hak verdiğini kafasını sallayarak gösterdikten sonra:

“Düşünüyorum zaten Ortodokslarla Katolikler arasında yüzyıllar boyunca mücadele olmuş. Hatta aralarındaki şiddetli savaşlardan dolayı birçok şehir yakılmış, yağmalanmış, insanlar ölmüş. Konstantiniyye bu şehirlerden tek bir örnek. Ee günümüzde Protestanlarla yaşanılan süreçte de azımsanmayacak olaylar, gerginlikler, vahşetler yaşandı. Tarihsel tecrübelerimizi de gözönüne alırsak sana hak veriyorum.” dedi  

“Hristiyanlıkta yeni bir mezhep ifadesi çok yanlış olur. Kan akmayacağını bilsek bile bu anlayışı yeni bir mezhep olarak tanıtmak hata olur. Zaten şu anki üç mezhepte de benim gibi düşünen çok insan var. Matta beşinci bölümde (44,45)  ‘Ama ben size diyorum ki düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki göklerdeki babanızın oğulları olasınız.’

Anlam açıktır, eğer kul Tanrı’nın buyruğu için hakkından, kavgadan vazgeçer ve ırk, inanç farklılığı gözetmeksizin maddi ve manevi olarak herkese iyilikte bulunmaya çalışırsa Tanrı’nın oğlu olur.

Şüphesiz o çağda bunu en iyi yapan Hz. Mesih’ti. Bu yüzden ona Tanrı’nın oğlu denilmiş ve teslis inancı ortaya çıkmıştır. Yani mecazi olan Tanrı’nın oğlu ifadesi, belki kasıtlı olarak bozguncu bir amaç için belki de kasıtsız gerçek anlamıyla anlaşılmıştır. Onun babasız doğması sadece bir mucizedir. Teslise inanmayıp Tanrı’nın tek olduğunu, doğmadığına, doğurmadığına iman edenler çok.”

 Dr. Wickens hafif alay dolu tebessümle dedi:

“Bence abartıyorsun, farklı şehirlerde kiliselere gittim ama senin gibi düşünen papazı görmedim.”

Kardinal başını sağa sola sallayarak:

“Hakikat talep edene ve sindirilebileceği izlenimi verene anlatılır. Kilise anlayışına göre evren dünyanın etrafında dönmekteydi ki ben hâlâ anlayamadım kilise neden böyle işlere karıştı? Evren dünyanın veya güneşin etrafında dönmesi neyi değiştirir? Gereksiz bir inatla ne Tanrı var olur ne yok olur! Bilim üzerinden Tanrı yok çıkarımları yapmaya çalışıyorlarsa tabii ki kilise bununla mücadele edebilir. Ama böyle yaratılış gibi mevzularla bağlantılı olmayan konulara kiliseyi de müdahil ederek Tanrı inancının yıpranmasına neden oldular.” dedikten sonra kardinal asıl söylemek istediğini hatırladı:

“Kilisenin asırlar süren iddiasının aksine 16. yüzyılda Nikola Kopernik kâinatın güneşin etrafında döndüğünü gösterdi. Birçok bilim adamı bunu desteklemesine rağmen hâlâ Vatikan bunu kabul etmiyor. Aslında Vatikan ilme değer verir, ilim ilerledikçe Tanrı’nın ilminin sınırsızlığı ve tesadüfün olmadığı anlaşılacak. Yine bu mistik örgütün içerdeki adamlarıyla papayı yanlış yönlendirdiğini düşünüyorum.”

“Yani zamanla bazı gerçeklerin ortaya çıkabileceğini söylüyorsun ama teslis inancı; güneş, dünya meselesi gibi bilimsel bir konu değil.” diye araya girdi Dr. Wickens

“Gelenek olarak söylenilen “Tanrı Baba” ifadesi zamanla dinî bir anlayış olarak kabul edilmiş. Ama dediğim gibi birçok arkadaşım Tanrı Baba derken saygının gereği olarak bunu diyor. Bununla birlikte Tanrı Baba ifadesi ile Hz. İsa’nın gerçekten Tanrı olduğuna inanarak söyleyenler de yok değil. Hatta çoğunluk diyebilirim. Tanrı’nın onları da affetmesi için dua ediyorum.”

“Peki, onlar kâfir mi oluyor?”

“Matta İncil’de Mesih’in dediğini hatırlayalım: ‘Göklerin egemenliğinin kapısını insanların yüzüne kapıyorsunuz.’ (23:13) Açıkçası ben Mesih’in eleştirdiği din adamları gibi değilim. Ben doğruyu, yanlışı ilahi beyana göre anlatırım ama kişilere ait hüküm veremem. Tanrı bana kim kâfir kim mümin diye bir liste de vermediği için bilemem.”

Dr. Wickens, cevaptaki inceliği anlayarak hem utandı hem güldü.

Kardinalin asıl amacı, Wickens’i evden çıkartmaktı. Onu nasıl ikna edebileceğini düşünüyordu zaten onu korkutmak için konuşmasında sıklıkla mistik örgütün varlığını ve acımasız yüzünü anlatmaya çalıştı. Güneşin batmaya yakın olmasından vakitlerinin az olduğunu anladı.Bir ümit sordu:

“Hocan kim?”

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned