13

13.BÖLÜM: MİSTİK ÖRGÜT VE KANLI AYİNLERİ

 Samuel, yeni ikametinde ertesi sabah gözlerini açabilmesine rağmen ağzını açamıyordu. Karşısındaki iri yarı adamlar ağzını sıkıca bantladıkları gibi ellerini de bağlamışlardı. Samuel’in o anda aklına gelen ilk ve hayatının son sorusuydu:

Hain kim?

Bahsettiği mistik örgütle ilgili bir şeyler bildiğini sezdiği ve bazı şüpheli tavırları olan eski dostu kardinal mi, yoksa ihtiyar muhbiri öğrenmek için birçok sorular soran ve bu mistik yapının tehlikeli olduğu gerekçesiyle evinden ayrılıp daha ıssız bir yere yerleşmesini isteyen amiri miydi? Dün akşam amiriyle görüştükten sonra hiç kimseye görünmeden bu yeni ikametine geldiğinden emindi. Aslında amirinin Londra’nın dışındaki bu tenha yere gelmesini ondan istemesini biraz garipsemişti ama yine de onun bir bildiği olduğunu düşünerek sesini çıkarmamıştı.

Evet, muhbirin gerçek adını hatırlamamıştı. Ama onu birkaç hafta önce şehrin huzurevine yerleştirdiklerini ve onun sayesinde binanın mahzeninde dönen dolapları ve örgütün yeni hedefini öğrendiklerini anlatmıştı. Adamların suratlarındaki meymenetsizlikten evini basanların mistik örgütle bağlantılı olduklarını anlamıştı. Dazlak olan grubun lideri konumundaki adamın üst tarafında hiçbir giysisi yoktu. Havanın serinliğine rağmen belki gayesi güçlü pazılarını, abdominal kaslarını sergilemekti. Ama asıl niyetinin kendine göre Tanrı kabul ettiği vücudundaki şekilleri göstermek olduğunu anlamıştı Samuel. Adam onun ses çıkaramayacağını anlayınca:

    “Bay Samuel.” diyerek oldukça kibar bir ses tonuyla anlatmaya başladı:

“Sizi tanrılarımla tanıştırayım. Şu gördüğünüz hilal şekilli Sin Tanrısı’dır. Bu etrafı şualarla çevrili olan yuvarlak olan sizin de tahmin edebileceğiniz gibi güneştir yani Samas Tanrım. Sekiz çıkıntılı olan yıldız da Jüpiter’i anlatan İsmar Tanrısı’dır. Sakın onu diğer altı çıkıntılı yıldızlarla karıştırmayın onlar küçük tanrılardır ve sayıları on dokuz olur. Bu üçü ise büyük tanrıdır.”

Samuel şimdi anlamıştı kırk yedi yıl önce, on dokuz rahibe adayının haricinde üç kişinin neden daha önce kaybolup sonra cesetlerinin bulunduğunu ve şu an neden on dokuz kayıp dindarın olduğunu. Adam anlatmaya devam etti:

“Tabii ki, büyük tanrıya büyük kurban gereklidir. Doğanın kanunu tanrılar için de geçerlidir. Daha doğrusu bu kanunu tanrılarımız koymuştur. Büyük tanrılarla küçük tanrıların kurbanı aynı olamaz. Aslında Sin ve İsmar tanrılarına sunacağımız kurbanlar hazırdı ama Sames Tanrısı’na kimi kurban edeceğimiz belli değildi, ta ki düne kadar.”

Adam kahkaha attıktan sonra korkunç bir canavar gibi bakan gözlerini Samuel’in gözlerinin bir karış önüne getirdi.

“Sakın kendinin kurban olacağını sanma! Senin gibi sıradan bir memuru kurban edersek Sames bizi lanetler.” dedikten sonra Samuel’in kulağına fısıldadı:

“Aramızda kalsın biraz değil çok kıskançtır. Diğer büyük tanrılardan değersizmiş gibi davranırsak sonumuz hiç iyi olmaz.”

Samuel adamın sözlerinden bu işin sadece eski vahşet dolu inançlarla açıklanamaz olduğunu, bu adamların psikolojilerinin hiç de iyi olmadığını anladı. İçerideki muhbiri, valisi, iş adamı, kral yardımcısı gibi birçok etkin ismin huzurevindekilere ziyaret ve yardım bahanesiyle düzenli aralıklarla geldiğini anlatmıştı. Belki birkaçı gerçekten ihtiyar tanıdığını ziyaret etse de çoğunun mahzendeki ritüele katılmak için geldiği belliydi.

Samuel, bu örgütü araştırırken kütüphanedeki tarihçinin anlattıklarını hatırladı. Yıldızlara tapanların ahiret inancı gibi hesap verme sorumluluğu yoktur. Hata yapanın yanlışını düzeltme, haklının yanında olma gibi hassasiyetleri de yoktur. Zaten yaratılıştan akıllı, güçlü ve iktidarlı olanların tanrılaşacağını diğer insanların da doğanın kanunu gereği yok olmaya mahkûm olduklarına inanırlar.

Dazlak, sapkın inancını anlatmaya devam etti:

“Sames için ona layık kurbanı belirledik. Belki de seni üzeceğiz, arkadaşın kardinal makamıyla ve bilgisiyle ona layık bir kurban olur. Aslında senin sayende bu adamı hedefimize koyduk. Evet, onun diğer kardinallerden farklı olduğu duyumlarını alıyorduk, seni izlerken şüphelerimizde haklı olduğumuzu anladık. Bu arada unutmadan az önce seni kurban etmeyeceğimizi söyledim ama bu ölmeyeceğin anlamına gelmez. Farkı ne dersen, senin için bir fark yok.

Sonuçta ölüyorsun ama seni kurban olarak seçersek göğsüne sekiz kenarlı yıldızımızı yani İsmar’ı çizmemiz gerekecek. Tabii bu bizim için hiç de iyi olmaz çünkü seni bizim öldürdüğümüz anlaşılır ve bu durumda kamuoyunu ve dikkatleri üzerimize çekeriz. Biliyorsun bizde gizlilik en temel düsturdur. Dikkatli olmalıyız, kabul etmeliyiz ki kiliseyi eskisi gibi kolay kullanamıyoruz. Sebebini tam bilemiyoruz ama onları eskisi gibi kolay pohpohlayamıyoruz.”

Samuel, ağzındaki banttan kurtulup adama küfretmek istiyordu. Bir yandan da dostu kardinalin de başını belaya sokmuş olmanın ızdırabını yaşamaktaydı. Üstelik ona şüpheli gözle baktığı için kendine de kızmaktaydı. Ölümün soğuk yüzünü hissetmek yerine hâlâ mesleğinin verdiği sorumluluk hissi ile çevresindekileri korumayı düşlüyordu.

“Bu arada bu yeni çıkan inanç anlayışı bizi korkutmadı değil. Kul ile Tanrı arasına hiç kimse giremez anlayışının bizi bitireceği aşikârdı. Ne yapıp edip oraya bizim güdümümüzde din adamlarını sokmalıydık. Her çağda işe yarayan yöntemimizi uyguladık. Onların önde gelen bazılarına vazgeçilmez olup, seçkin olduklarına inanmalarını sağladık. Bu sayede oraya da nüfuz edebildik.”

Samuel’in gözlerindeki öfkeyi umursamayan adam son sözlerini söylüyordu:

“İnsanı en çok etkileyen duygu meraktır, ölmeden önce sana bir iyilik yapayım. Ayrıca muhakkak merak etmişsinizdir bu adamlar neden rahibeleri öldürüyor diye. Kısaca hatırlatayım 359 yılında Aziz Paul’un mektubunu okuyan İskenderiye Kilisesi’nin halkı tahrik edip diri diri köpeklere yedirdiği Pagan Rahibesi Hypatia’nın intikamı için böyle kapalı monoteist rahipleri öldürüyoruz.

     Merakını gideremeyeceğim konu da şu, John Wickens’i, Sin; kardinali, Sames için kurban edeceğiz ama en büyük tanrımız İsmar için kimi kurban edeceğiz? Küçük bir ipucu, Wickens’in hiç kimselerin bilmediği ve hocası olan, bilimin zirvesindeki bu kişi öyle bir buluşa imza attı ki inan bizden yüzyıllar sonra bile herkes onu konuşacak. Zaten bu buluşu bilinmesin diye Wickens’i gözlerden uzak, Alplerin zirvesinde, çalışması için görevlendirdi. Duyduğuma göre bulunduğu yerin yaptığı icatla da ilgisi varmış. İnan ben de bilmiyorum, dağın zirvesini özellikle neden tercih etti? Fakat efendilerimin bildiğinden şüphem yok.

     Bu sırları saklama bazen beni de sinir etmiyor değil. Neyse bilimin Alp Dağı, belki de güneşi, diyebileceğimiz bu adamı neden kurban etmek istiyorsunuz diyeceksin. Evet, tanrımıza layık çok değerli biri olması bir sebep ama asıl sebep şu, adam bizden mi değil mi anlayamıyoruz, çok gelgitler yaşıyor. Biz adamı kaybetmemek için ona Mesih olduğunu inandırmaya çalışıyoruz, bunun için bazı doğruları çarpıtarak anlattık, bazılarını da biz uydurduk.

    Onun prematüre dünyaya gelmesini, babasız olmasını 1642’nin aralık ayının 24-25’inde dünyaya gelmesi gibi birçok yönle Mesih’e benzediğini anlattık. Tam böyle bir dâhiyi kontrol ettik. Artık hiç kimse bizi tutamaz dediğimiz anda adam hop teslise inanmadığını halka söylüyor. Teslise inanmayan biri Mesih olsa ne olacak, bizim işimize yaramaz ki! Yani, tanrı olmayan Mesih’i insanlar umursamaz. Zaten bir sürü peygamber var onlardan farkı olmalı ki işe yarasın. Bizle ilgili bazı sırlara da vâkıf olduğu için ve en önemlisi böyle bir dâhinin kontrolden çıkmasının bize çok ağır sonuçlar doğuracağını bildiğimiz için onu kurban etmeye karar verdik. Adamın hayatını anlattım sana, hâlâ kim olduğunu anlamadıysan bu merakla ölmeyi hak ediyorsun!”

Sonrasında ise Dazlak, ucu keskin bıçakla Samuel’i delik deşik etti. Tanrılar için sunulan kurbanlarda maktul hayattayken göğsüne yıldız çizilmekteydi. Kurbanların yaşadığı korkunç acıya hiç aldırmadan hatta tanrılarının gözüne girmiş olmanın mutluluğuyla bunu yapıyorlardı. Üstelik bu hadise birçok nüfuz ve para sahibi kişilerin gözü önünde her kurban için yapılmaktaydı. Bu sahneleri izleyenlerin nasıl bir ruh hâletine sahip olduklarını, sevgi ve merhametten yoksun bu kişilerin belki bir şehri belki bir ülkeyi yönettiklerini göz önüne alınırsa 18. yüzyıldaki kaosların sebebi anlaşılabilirdi.

Ölümden sonraki hayata geçişteki ara bölgeye ulaşmak üzere olan Samuel’in, bileti kesilen adalet dağıtıcısının, kulaklarında dostu kardinalin dünkü konuşması yankılanmaktaydı

“Semavi dinlerin ortak bir anlayışıdır iyiliği emredip kötülükten menetmek. Peki, insanlar; din, dil, ırk farkı gözetmeksizin bu prensibi uygulasalar daha iyi olmaz mıydı? Tarihteki malum trajediler yaşanır mıydı? 18. yüzyılın Avrupalı aydınları fark etti, kişilerin kutsanmasının da dinlere savaş açmanın da büyük sosyal yıkımlara yol açacağını. Kravatlarını takıp vahşeti izlemek özgürlükle açıklanamazdı.”

Samuel, maalesef bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışındaki bireylerin oluştuğu toplumun ne ilk ne de son kurbanı olmuştu. Bir sokak serserisine para verip suçu üstlenmesini sağladılar. Anlatacağı ifade belliydi:

“Para ve şarap istedim vermeyince kızdım bıçakladım.”

Kardinal, yaverinden Samuel’in öldüğünü öğrendi. Bir süre sessiz kaldı ve ağladı. Ama hâlâ içindeki fırtınaları dindirememişti. Başını sağa sola sallayıp anlatmaya başladı.

 “İnsan olmanın değerini bilmeyip tanrılaşma hevesindekilerin güçlü olduğu toplumda insan canı bu kadar değersiz olur. Bugün ölenlerin rahibe, dün ölenlerin ateist veya deist olmasından ziyade ölen bir insandı. Avrupa’nın insanlığı öldükçe sonu gelmeyen kin ve nefret savaşları, asırlarca bu kadim medeniyeti silkeleyecektir. Samuel’i asıl öldürenler kimse, Avrupa’nın ruhunu ve kalbini öldürüp onu yaşayan ölüye çevireceklerdir. Dünya savaşlarının çıkıp yeryüzünün kaosa sürüklenmesi yakındır.”

Samuel’in bu mistik örgüt tarafından öldürülmesine neden olan süreç bundan birkaç ay önce huzur evinde kalan Benjamin’in birini bıçaklaması ve sorgulanması ile başlamıştı. Benjamin de ölümü bekleyen diğer yaşlılar gibi papazla görüşüp bütün günahlarını anlattı.

Benjamin kiliseye geldiğinden beri bir şeyi söylemekte kararsızdı. Papazın yaptığın hataları telafi et, ifadesi beyninin nöronlarında dolanarak onu sarsmaktaydı ama bunları nasıl telafi edebilirdi? Öldürmeler, tecavüzler, hırsızlıklar, yolsuzluklar ve benzeri gibi olan olmuştu. Öleni diriltmeyeceği gibi tecavüz ettiği kıza ne diyebilirdi? Kadına geçmişini hatırlatması, kocasının bazı sırlarını öğrenmesi, durumu daha da kötüleştirirdi. İhtiyar Benjamin düşüncelerini ve kaygılarını dile getirince papaz ona:

“Sen de yeni ölümleri, tecavüzleri ve diğer suçları önle!” dedi.

Benjamin:

“Günah benden gitti.” deyip başladı anlatmaya.

“Huzurevindeki ölümlerin çoğu aslında hastalık veya yaşlılık kaynaklı vefatlar değil. Huzurevini ziyaret eden, bağış yapan, varlıklı ve makam sahibi kişiler mahzende ayinler düzenliyorlar. Bu ayinlerde ne yapıldığını bilmiyorum. Her ayine bir ihtiyarı alırlar ve ihtiyar geri dönmez. Bir süre sonra öldüğü haberini alırız. Bu gerçekleri oradaki tecrübeli, aklı başında ihtiyarlar bilir.”

“Ee, ölenlerin ailesi demez mi, anne babamıza ne oldu?”

Benjamin kahkaha attıktan sonra dedi:

“Sen insanları tanımıyorsun huzurevindeki ebeveynini düşünen kaç evlat var? Düşünseler de ayda, yılda bir gelirler. Eee, zaten Dr. da ihtiyarın yaşlılıktan öldüğünü söyler. Kim bir ihtiyarın ölmesinden şüphelenir?” deyip sırıtarak devam etti:

“Şüpheli bir ölüm olsa bile birkaç yıl erken veya geç ölmüş, bunu kim umursar?”

“Öyle şey mi olur? Tanrı’nın verdiği canı hiç kimse alamaz, can değerlidir! Öldürecekleri kişiyi on günlük bir diyete alıyorlar. Nasıl bir diyetse içinde yok yok! Normalde yasak olan kırmızı et, yumurta, bal, süt her şey var. Amaçları ihtiyarın değişen tansiyon ve şeker gibi nedenlerle ölüme yaklaşmasıdır.” dedikten sonra sordu:

“Peki papaz bey, siz söyleyin, ben ne yapayım?”

Papaz bir an duraksadı, ne diyebilirdi? İhtiyarın önceki anlattıklarını da göz önüne alınca aklının gidip geldiği ve hafiften kafayı yediğini düşünüyordu. Halüsinasyon görüyor veya doğruyu söylüyor olabilirdi. Papazlar günahını anlatanların kriminal vakalarını polise ihbar edemezlerdi ama bir suçu da görmezden gelemezlerdi. Toplumuna “iyiliği emredip kötülükten sakınmayı” öğütleyen bir din adamı böyle adli vakalara kayıtsız kalamazdı. Zaten kilise üzerinden Tanrı inancını bu kıtada yok etmek için avucunu ovuşturanlar vardı. Onlara fırsat vermemeliydi.

“Tanrı’ya dua et, bu olayı polislere inandırabilecek bir çıkış yolunu sana ilham edecektir.”

Benjamin papazın yüzüne demese de çıkışta içinden geçirdi:

“Kendisi polise ihbar etmiyor, başı belaya girecek olan ben olacağım, boşuna dememişler din görevlisinin dediğini yap yaptığını yapma.” dedi. O anda aklına bir fikir geldi, ihtiyarlara huzurevinden çıkmak yasaktı. Onlar ise şehri görmek için bayılmış numarası yaparak hastaneye giderlerdi. Bunu hatırladıktan sonra mırıldandı. Ben de bu numarayı biraz değiştirerek hastane yerine kardinale gidebilirim. Ölme sırasının kendine geldiğini verilen değişik diyet programından anlayan Benjamin, kafasındaki planı uygulamak için birini gözüne kestirmeliydi.

Gıcık olduğu bir ihtiyarı hedefine koymaya niyetlendiyse de kötülük dolu gibi gözüken ama gerçekte iyi amaçlar barındıran planını kirletmemeye karar verdi. Plan için öyle birini bulmalıydı ki makam, para sahibi evlatlarından dolayı huzurevi yönetimi bu olayı örtbas edememeliydi. Bunun için uygun kişiyi de belirledi, oğlunun polis müdürü olduğunu bildiği ihtiyara kilitlendi. Hedefindeki kişiye yaklaşıp:

“Seni hırsız, paramı nasıl çalarsın!” dedi ve bıçağı adamın karın boşluğuna sapladı. Bıçağı sapladığı yer rastgele değildi. Amacı sadece adamı yaralamaktı. Bunun için kısa ve kör bir bıçakla organın olmadığı karın boşluğuna bıçağı sapladı. Tahmin ettiği gibi huzurevi yönetimi hemen polise arayıp onu ihbar etti. Benjamin, karakolda kendisini sorgulayan polise her şeyi anlattı. Adamı bilerek bıçakladığını, huzurevinde birçok kişinin öldürülmesine rağmen bunun gizlendiğini söyledikten sonra:

“İnanmıyorsanız cesetleri bir inceleyin, mutlaka bıçak izi görürsünüz.” dedi.

Bu ilginç ifadelere sorgu memurları inanmasa da istihbarat birimine konunun araştırılması ile ilgili bilgi geldi. Samuel, Benjamin’in ifadelerini gördükten sonra Benjamin’in anlattıkları doğruysa tabii ki bunun huzurevi yönetiminden saklanması gerektiğini düşünerek cesur ihtiyarın ifadelerini:

“Aramızda husumet vardı, bu sebeple bıçakladım.” diye değiştirdi.

Samuel’e pek inandırıcı gelmemişti Benjamin’in ifadeleri, olayın çok da üzerine gitmeyecekti. Bir ay sonra tam dosyayı kapatırken Benjamin’in dosyadaki “Ölme sırası bana geldi!” sözünü gördü. Evet, Benjamin ölmüştü. Önce onun mezarını açtı, ilginç bir şekilde göğsündeki altı köşeli yıldızı gördü. Huzurevinde kalan diğer ihtiyarların bozulmamış cesetlerinde de aynı şekli görünce olayın vahametini fark etti.

Huzurevi yönetimindeki müdür, Dr. ve diğer personeller de mistik örgütün üyesiydi. Benjamin’e kurbanlar için hazırlanan ölüm diyeti verilse de bıçaklama hadisesi ve onun sorguya çekilmesinden sonra ölmesinin dikkat çekebileceğini düşündüler. Onu kurban etmekten vazgeçmek üzereydiler ama hadisenin basit bir bıçaklama olayı olarak algılandığını ve polisin de bu konunun dosyasını kapattığını gören örgüt faaliyetlerine devam etme kararı vermişti. Benjamin de diğer kurbanlar gibi hayatının son anlarını, bıçakla yıldız şekli çizilen göğsünün acılarıyla geçirdi. Tabii ağzı kapalı olduğu için onun feryatlarını da hiç kimse duyamadı.

Samuel, Benjamin’in ifadesindeki: “Bu işte çok etkili ve zengin kişiler var, onlarla baş etmeniz çok zor!” sözlerini göz önüne alarak bu mistik örgütü suçüstü yakalamayı düşündü. Önceki cesetlerin çoğu çürüdüğü için üzerindeki yıldız işareti seçilemiyordu fakat bozulmamış birkaç cesetteki bıçak izlerinin etrafındaki fazla kan birikimi yıldız işaretinin öldürmeden önce yapıldığını gösteriyordu.

Dikkatleri üzerine çektiğini fark eden grup daha temkinli davranıp hata yapmayacaktı. Tecrübeli istihbaratçı tüm bu hususları göz önüne alarak sadece kendisinin ve muhbirinin haricinde hiç kimsenin bilmediği bir plan hazırladı. Amirine, iş olgunlaşıp muhbir ile yeterli delile ulaştıktan sonra haber vermeyi düşündü. Planı için bulduğu ihtiyar muhabirini huzurevine yerleştirdi. İhtiyar muhbir, dikkat çekmemek için ilk birkaç hafta konu ile ilgili herhangi bir araştırmaya girmedi. Bel ağrısı olan ve dizlerinde sızısı olan sıradan bir ihtiyar gibi davrandı.

 Muhbir, bir süre sonra bazı ihtiyarlara Benjamin’in bahsettiği gibi özel muamele uygulanıp farklı yemek programı verildiğini gördü. Bu diyetin yaşlının sağlığını korumak yerine bozduğunu da fark etti. Bu yanlış diyet programını görmesine rağmen huzurevi Dr.unun buna müdahale etmemesinden onun da bu işin içinde olduğunu anladı.

Bir süre sonra da kendisini diğerlerine sevdirmeyi başardı. Önceleri fısıltıyla konuşup ondan çekinen yaşlılar, artık her şeylerini onunla paylaşmaktaydılar. Hatıralarını uzun uzun anlatan şefkate muhtaç yorulmuş bedenler, sohbetlerinin arasında evlatlarına sitem de ediyorlardı. Aslında birçoğu kendi ihtiyaçlarını görebiliyordu. Belki bekledikleri tek şey, işten eve dönen evlatlarının tebessüm dolu gözlerle: “Babacığım bugün nasılsın, ağrıların azaldı mı?” diye sormalarıydı.

Sitemlerine hak veren muhbir ihtiyar, sözü dolaştırıp idarenin aranılan huzuru verip vermediğine getirmekteydi. O anda yaşlılar, fısıltıyla anlatmaya başladılar. Benjamin’in ifadeleriyle duydukları arasında fark olmadığını anladı. Samuel görüşmelerinde ona fısıldadı:

“Tamam, mahzende bu ayinlerin yapıldığını söylüyorsun ama bunlarla bağlantılı birkaç isme ulaşmalı ve suçüstü yapmak için sonraki ayin tarihini bilmelisin.”

İhtiyar muhbir arkadaşlarından mahzende büyük şarap fıçılarının olduğunu ve yıllanmış şarapların millî ve dinî bayramlarda buradan alınıp dağıtıldığını duydu. Akşam olunca üst katlara ulaşmayı sağlayan demir kapı kilitlenmekteydi. Bu durumda üst kattaki odasından zemin kata ve mahzene inmesi imkânsızdı. Bu yüzden akşam olunca üst kata çıkmayıp mahzendeki fıçıda kalmaya karar verdi.

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned