Odesa eliyle gökyüzünü işaret ederek sordu:
“Gök bilimi hakkında neler biliyorsunuz? Asırlar öncesinde medeniyetlerin beşiği kabul edilen Mezopotamya’da Sümerler varmış, gök bilimi ile ilgili elde ettikleri çalışmaların sonuçlarını Testament of Abraham gibi kitaplara ve daha çok da tabletlere yazmışlar. Krallarına güneş, ay ve yıldız isimlerini vererek tanrı gözüyle bakmışlar.”
Abraham isminin de söylenmesinden olsa gerek:
“Bahsettiğin kitap adındaki Abraham, peygamber olan Abraham mı?” diye sordu.
“Evet, çoğu kişiye göre öyleymiş. Hatta bazı araştırmacılara göre Sümerler tarihinde Abum Rabum (Yüce baba) adıyla bilinen kişi de o. Bu kitapta astroloji ve ruhsal bilimle ilgili önemli bilgiler varmış. Bununla birlikte gök bilimi ile ilgilenen tek peygamber Hz. Abraham değilmiş.”
Mark ve Abraham, şaşkın gözlerle birbirine baktıktan sonra sordular:
“Başka kim varmış?”
“Sonuçta o çağlarda revaçta olan ilim astroloji olduğu için peygamberler insanların ilgisini çekmek için yıldızlarla ilgili haberler ve bilgiler vermiştir. Böylece göğün de sahibinin Tanrı olduğunu ve onun izniyle her şeyi bileceklerini insanlara anlatmışlar. Bununla birlikte bu konuda ismi diğer peygamberlerden bir adım öne çıkan Hz. İdris’tir. O dönemdeki gök ilminden etkilenip yıldızlara şiddetli bir sevgiyle bağlı olan gruba Sabiiler denmiş.”
Mark araya girerek:
“Bence astroloji ile ilgilenenlerin çoğu simyacıydı fakat insanların yıldızlara tapmalarını söyleyenlerin diğerleri olduğunu düşünüyorum.”
“Sana kalırsa ilim sahibi herkes simyacı. Bu arada ‘diğerleri’ dediğin de kimler?” diye sordu Abraham Mark’a.
O anda Mark ne diyeceğini şaşırdı, yüzü de kızardı. Neyse ki imdadına Odesa yetişti:
“Çenenizi kapatın, yorumlarınızı kendinize saklayın. Anlatmaya devam ediyorum. astrologlar gelecekle ilgili bazı haberleri, gökteki on iki burcun ve yedi feleğin yörüngelerine ve konumlarına bakarak çıkarım yapmaktadırlar. Zaten daha rahat gözlemleyebildikleri bu yedi feleğe, aşırı sevgi besleyip onların heykellerini yapmışlardır ve hatta tapmışlardır. Daha açıkçası bu feleklerin konumlarını, toplanma, birleşme ve karşılaşmalarını, ay ve güneş tutulmalarını gelecekte meydana gelecek çok etkin olayların işaretleri olarak değerlendirmişlerdir. Böylece astronomi ve matematik daha çok gelişmiştir.”
Odesa, büyük bir merakla onu dinleyen iki kâşife sordu:
“Peki, sizce gökyüzünde sadece on iki burç ve yedi felek mi var?”
“Bunu bilemeyiz. Üstelik adanın üstü biliyorsun genelde sisli ve bulutlu ama çok daha fazla yıldızın olduğunu düşünüyorum.” diyen Mark Abraham’a da fısıldadı:
“O gördüğümüz kuleyi daha fazla yıldızı, felekleri her neyse onları gözlemek için yapmışlardır belki.”
Abraham da cevap verdi:
“Daha önce de dediğim gibi böyle olsaydı duvara hafif bir çıkıntıyla oluşan merdiven yerine evlerimizdeki gibi sağlam dönerli merdivenler yaparlardı. Sen onu boş ver, bu kız bunları nasıl biliyor ve kim? Buna odaklan.”
Tekrar kıza dönen Abraham sordu:
“Peki, sen nesin? Sabii mi, mümin mi, pagan mı ya da sıradan bir simyacı mısın?”
Odesa kaşlarını çatarak cevap verdi:
“Sana ne benim tercihlerimden, bunun ne önemi var? Ben sadece anne ve babamdan öğrendiklerimi anlatıyorum. Herhâlde bu kadar bilgiyi, bulabildiğim birkaç kitaptan öğrendiğimi düşünmüyorsun? Tabii ki birçok Sümer tabletini okuyan babamdan da öğrendim. Bu arada annemle babamı da sormayın. Ben de sizi bu adanın ilim adamları sanmıştım.”
“Daha bizi yeni tanıdın, bizim hakkımızda bir şey bilmiyorsun. Nasıl ilim adamı olduğumuzu anlayabildin?” dedi Abraham şüphe dolu gözlerle Odesa’yı çözmek istercesine. Odesa biraz duraksadıktan sonra cevabı yapıştırdı:
“Sandım diyorum, kesin öylesiniz demedim. Önceden sizi tanımadığım için ancak tahminde bulunabilirim.” dedikten sonra devam etti:
“Siz ilim adamı olmayan kişilere sormak isterim, bizi bu burçlar veya felekler mi yönetiyor ki dediğin gibi onların konumundan yaptığımız bazı tahminler doğru çıkıyor. Acaba onlar da Tanrı mı? Az önceki soruma benzer bir soru, cevapları aynı olmasa da birbirine yakın.”
Odesa tebessümle:
“Neyse bu sorumun da cevabını vereyim.” diyerek anlatmaya başladı:
“Tanrı, bulutu yağmurun habercisi olarak görevlendirir. Bu durumda bulut, tanrıdır diyemeyiz. Onun gibi bu burçlar, felekler de sadece olacak olayın işaretçisidir. Olayları yapan, yaratan veya yönlendiren değildir. Ayrıca gökyüzünde sadece yedi felek yok. Bundan daha fazla olduğu kesin. Hatta en az altmış kadar olduğu düşünülüyormuş.
Samanyolu, Kehkeşan ve benzeri gibi daha başka yıldız bulutları da olabileceğini hesaba katalım. Bugün elimizde onları net gözlemleyebilecek bir imkân yok. Tüm burç ve feleklerin konumunu, yörüngesini tam olarak gözlemleyebilseydik belki o zaman tüm işaretleri görüp gelecekle ilgili kesin bir yorumda bulunabilirdik. Astrologlar işaretlerin bir kısmını görebildikleri için bazı haberleri doğru çıkabiliyor.”
Mark ve Abraham, iki eski dosttu ve yüz ifadelerinden birbirlerini ne düşündüklerini çıkartabiliyorlardı. İki eski dost birbirlerine aynı yüz ifadesiyle baktıklarının farkındaydılar. İkisinin de kafası karışmıştı, daha yeni gizemlerle dolu çevre adadan gelmişlerdi. Bu macera onlara yıllarca yeter ve hatta artardı. Ama bu kız neler neler anlatmıştı. Tamam, gök bilimi ve dünyanın tarihi hakkında belirli bir eğitime sahip olmakla beraber Abraham ayrıca evlerinde atası Younus’tan kalma parşömenlerle ve kütüphanedeki kitaplarla azımsanmayacak bir bilgi dağarcığına sahipti. Ama bu kız buharlı gemiler, astroloji, sosyal yaşam gibi birçok farklı konuda ileri derecede bilgiye sahipti.
Daha tanışalı kısa bir süre olmasına rağmen bilgisiyle ve gizemiyle kendine hayran bırakan bu kızın, saklamak istediği bir şeylerin olduğundan emindiler. Madem onların adası bu kadar gelişmişti ve onlar daha çağdaş olup hurafelere inanmıyorlardı, nasıl olur da diplerindeki adaya şimdiye kadar hiç gelmediler? Neden kendi inancını gizlemekte ve sorulunca kızmaktaydı? Konuşma üslubuna bakılırsa onun da Mark gibi simyacı olabileceğini düşünüyordu.
Peki, Odesa’nın ailesi kimdi? Sümer tableti okuyan babam demesi bir dil sürçmesi miydi? Babasının adadan ayrılıp Mezopotamya’ya gittiği düşünülebilir. Ama böylesine uzun ve tehlikeli bir yoldan sonra farklı yerlerdeki birçok tableti okuması çok zordu. Herhâlde bu durumda da babasının yaşı çok ileri olmalı, diye düşündü. Abraham, adamın Hz. Süleyman kıssasındaki Belkıs’ın tahtının gelmesi gibi Sümer tabletlerini getirdiğine inanamam, diye aklından geçirdi.
Abraham, Odesa’nın hem yorgun hem aç olduğunu fark edince yemek hazırlayıp ikram etmek için izin istedi. Odesa ise yabancı olduğu bu adada güvenebileceği başka kimse olmamasından dolayı kararsız şekilde dudağını dışarıya doğru bükerek:
“Tamam, sizi bekliyorum.” dedi.
Mark, Abraham’a yeni tanıdıkları birine bu kadar çok güvenmemeleri gerektiğini söyledikten sonra:
“Ne bileyim kızın çok bilgece konuşması beni korkutuyor. Belki de hikâyelerde duyduğumuz kötü kadın veya cadının farklı bir versiyonudur.” dedikten sonra sırıttı.
“Düşün, ben bile onun güzelliğini ikinci plana attım korkumdan.”
Abraham, Mark’a hak vermedi değil, ama sonuçta yolunu kaybetmiş genç bir kıza yardım etmemek ona hiç yakışmazdı. Kaldı ki zanla hareket edemezdi. Sırf görüntüsünden veya bilgisinden dolayı bir kız hakkında kötü şeyler düşünemez ve bu yönde ona olumsuz tavır alamazdı. Mark’ın ısrarları karşısında:
“Peki, sen uzaktan onu gözle. Karnımızı doyurduktan sonra beraber bir karar veririz.” dedi.
Eve varınca annesinin gözleme hazırladığını gördü. Atıştırmalık bir şeyler hazırlamayı düşünse de annesinin, “Oğlum ne acelen var? Biraz bekle, arkadaşınla ormanda rahat rahat yersiniz.” ısrarlarını kabul edip beklemeye başladı. Babası bugün evde olmalıydı onun işi çıkıp bir yere gittiğini duyunca bunu garipsedi ancak aklındaki sorulardan dolayı çok da üzerinde durmadı.
Dönüşte beklemediği bir sürprizle karşılaştı. Kızın Lord’un adamları arasında götürülüşünü gördü. Mark’ın yakasını alev dolu gözlerle tutunca arkadaşı ona bağırdı:
“Ya sen bu kızın yerini söylemedin mi? Bana neden kızıyorsun baksana baban da adamların biraz ilerisinde!”
Abraham uzaktaki kızın bakışlarındaki öfkeyi ve ihanete uğramış masumluğu görebilmişti.
Petrus ve Linda, Abraham’ı korumak için bunu yaptıklarını düşünüyorlardı. Linda, depremden dolayı kaygılanınca Abraham’ın durumunu kontrol etmek amacıyla onun yanına gittikten sonra tam dönecekti ki gölün dalgalarının kıyıya attığı kızı gördü. Duyabildiği birkaç şeyden onun adının Odesa olduğunu anladı. Kızın Kâbil Adası’ndan geldiğini duyması onu daha da endişelendirdi. Aslında Odesa’nın karşısındakilere karşı ciddi bir tavır içinde olup onlarla mesafeli olmaya çalışmasını takdir etse de kafasındaki ön yargıların ve kuruntuların etkisiyle kızdan kurtulmaları gerektiğini düşündü.
Eşi Petrus’u ikna ettikten sonra Abraham’ı, yemek hazırlama bahanesiyle oyalamaya çalıştı. Böylece Abraham’ın Odesa ve Mark’ın yanına dönmesinden önce kızın Lord’un adamları tarafından götürülmesini planladı. Aksi durumda adı gibi emindi, Abraham’ın Lord’un adamlarına karşı direnip çok daha büyük sorunlara yol açacağından.
Abraham, annesinin babası ile ilgili kendine yalan söylediğini de anladı. Hışımla tekrar eve dönse de hiç kimseyi bulamadı. Linda, oğlunun öfke dolu olduğunu görünce ona yakalanmadan sessizce Petrus’un yanına gitti. İkisi de Abraham’a nasıl bir açıklama yapacaklarını kararlaştıracaklardı. Petrus hiç düşünmeden:
“Sen istedin diye yaptım. Fakat çok pişmanım.” diyerek anlatmaya başladı.
“Lord’un çok da iyi biri olmadığını önceden beri biliyorduk. Bazı şeylerin söylenti olduğunu düşünüyorduk. Fakat bugün Lord’un adamlarını görünce kendimden utandım.”
Linda merakla bekliyordu Petrus’un anlatacaklarını.
“Arkadaşımın oğlu Nikola’nın bir süredir kayıp olduğunu biliyorsun. Maalesef bu, son zamanlardaki üçüncü kayıp genç erkek vakası idi. Nikola’ya hediye ettiğin bereyi hatırlarsın. Onu cinli varlıklardan korusun diye berenin üzerine yerleştirdiğin mavi yıldız şekilli Hz. Süleyman mührünü de hatırlarsın.”
Linda ee, dercesine başını sallamaktaydı.
“İşte o bereyi Lord’un adamında gördüm. Hz. Süleyman mührünü bizim aileden başka bilen ve önemseyen yok. Yani senin yaptığın berenin başka birisi tarafından da yapılmış olma ihtimali yok. Hem babası daha dün bana dedi, oğlumun kaybolduğu gün başında sizin hediye ettiğiniz bere vardı. Belki sizin ormanda bir iz görmüşsünüzdür, ne olur bir şeyden şüphelenirsen bana söyle, dedi arkadaşım. Sonrasında bana sarılınca ikimiz beraber ağladık. Anlayacağın Nikola’nın kaybolmasının ardında Lord vardı.”
“Her baba için oğlu değerlidir. Bununla birlikte Nikola renkli gözlü, doğuştan dalgalı saçlı ve boyu posu ile çok yakışıklı bir gençti. Annesi de ona nazar değmesinden korkardı. Lord’un onunla alıp veremediği ne olabilir?” dedi Linda.
“Bilmem ki… O tam bir sır küpü, yanındaki sayılı adamlarından başka hiç kimse şatoda ne yaptığını bilmez. Düşünsene uzun süre ona hizmet eden biz bile o şatonun sadece alt katına girebiliyorduk. Diğer katlarda neler var, hiç bilemiyorum.”
Petrus anlatırken Linda’nın gözü yerdeki bir şeye takıldı. Biraz daha dikkatli bakınca yerde parlayan şeyin bir künye olduğunu fark etti. Eline alınca Odesa yazılı olduğunu gördü. Petrus bu ismi görünce:
“Ne ilginç, rahmetlinin kolyesi. Nasıl buraya gelmiş?” deyince Linda gözlerini dört açarak:
“Aman Tanrım! Nasıl bir hafızam var, bunu nasıl hatırlayamadım? O gölden çıkan kızın adı da Odesa!”
“Ne var bunda tesadüf olamaz mı? İsim benzerliği işte.”
“Odesa ismini veren ikinci bir aile var mı bu adada? Sen de biliyorsun bizim bildiğimiz tek Odesa Lord’un herkesten gizlediği ve bizim gibi zamanında ona hizmet eden birkaç kişinin bildiği karısıdır. Odesa da Lord gibi gizemli birisiydi. Bu künyeyi ona vermem için bir kadın vermişti bana. Kadın ismini sormama fırsat bile bırakmadan ortadan kaybolmuştu. Bu künyeyi Odesa’ya verdiğimde duyduklarımdan emindim. ‘Canım ağabeyim beni unutmuyor.’ Ben: ‘Efendim ağabeyiniz mi var?’ deyince, işlerine karışmamamı söyleyip azarladı. Ama biliyorsun onu mezara ben tek başıma koydum. Kimsesi olsa gelirdi. Ayrıca o gün kolunda bu künyenin olmadığından da eminim.”
Linda başını sağa sola sallayarak ilave etti:
“Hâlâ anlamadın mı? Odesa’ya bu kolyeyi veren ağabeyi tekrar bir şekilde bunu alıp kızına vermiş ve kardeşinin adını yaşatmak için çocuğuna Odesa ismini vermiş. Gölden çıkan kız, Kâbillerin adasından geldiğini söylemişti. Demek ki Lord, karısı Odesa ve ailesinin Kâbil Adası’ndan olduğu bilinmesin diye onları gizledi.”
Petrus kafasını kaşıyarak:
“Yani gölden çıkan kızın, Lord’un gizli karısının yeğeni olduğunu söylüyorsun. Kaybolan gençlerden sonra yeni bir gizem daha. Ama asıl gizemi de unutma. Baksana bizim saçlarımızın beyazlayıp yüzümüzün kırışmasına rağmen Lord hâlâ yirmilik genç gibi görünüyor. Bazılarının dediği gibi onun ölümsüz olduğuna inanasım gelmiyor değil. Bu gençliğin sırrı nedir hiç kimse bilmiyor.”
Petrus, Linda’nın arkasındaki patikaya bakarak:
“Şüphesiz onun her gizemi açığa çıkacaktır. Bence şu gencin elinden kurtulamayacak ama önce bizim cezamızı kesecek gibi. Yerinde olsam hiç arkama dönmezdim. Hatta bayılma numarası falan yap.”
Linda, Petrus’un neleri kastettiğini anlamasa da gelenin Abraham olduğunu anladı. Abraham onlara sertçe baktıktan sonra tek cümle söyledi:
“Benden utanmıyorsunuz, kimsesiz birini zalime teslim etmekle Tanrı’dan da mı korkmuyorsunuz. Abraham diye oğlunuz yok!”
Petrus bir şekilde Abraham’la aralarının düzeleceğini biliyordu. Onun asıl merak ettiği Lord’un gizli casusu niçin ondan Lord’un aleyhine konuşmasını istemişti. Lord’un Nikola’nın kaybolmasıyla bağlantılı olduğunu ima etmesiyle doğru mu, yanlış mı yapmıştı. Normalde bu gerçeği örtbas ederdi ama casusun isteği üzerine böyle davranmakla doğru mu yapmıştı?




Write a comment ...