11

11. BÖLÜM: GÖLDEN ÇIKAN DA NE?

Petrus ve Linda bazı hurafelere ve yanlış geleneklere sahip olsalar da fıtratlarındaki iyilik tohumlarından aldıkları güç ile Abraham’ı mizacına uygun yetiştirmişlerdi. Onun fıtratına uygun olarak sadece kendine değil, ailesine ve çevresine karşı da duyarlı olmasını sağlamışlardı. Mizacındaki yeni şeyler üretme ve keşfetme arzusunu da engellemeyip, desteklemişlerdi. Tabii ki konuşarak onu Lord’un hışmından korumaya çalıştılar. Abraham’ın bebeklikten beri her şeye dokunma isteğine ve çocukken sorduğu meraklı sorulara sabırla cevap verdiler.

Açıkçası onlar, modern çağın eğitim sistemini uyguladıklarının farkında değillerdi. İyi eğitimin ve duanın sonucu olarak tam bir ferasete sahip olan Abraham, Lord’un zalim olup bir şeyler çevirdiğini, bu adada bazı gizli olayların olduğunu anladı. En önemlisi de şimdiye kadar adalıların bir şekilde hâllerinden şikâyetçi olmasa da yeni neslin yapılan haksızlıkları sindiremeyeceğini de fark etti.

Eğer aklıselim bazı gayretler olmazsa Lord’un bu yeni nesle karşı şimdiye kadar yapmadığı şiddeti uygulayabileceğini de sezmekteydi. Bu yüzden en hafif hasarla toplumunu yeni ve aydınlık anlayışa kavuşturmak için planlar yapıyordu. Bununla birlikte tek plan yapan o değildi, kaderi ilahi farklı dünyaların iyilerini bir vesile ile ortak iyilik çatısı altında birleştirmek için olaylara yeni bir ahenk vermekteydi.

Abraham ve Mark, gecenin karanlığında sessizce sazlıkların arasından adanın batı tarafındaki yasaklı ormandan adaya ayak bastılar. İlk işleri botu hiç kimsenin görmeyeceği kuytu bir yere saklamak oldu. Üzeri yaprak, ot ve çalı ile örtülü botun görünmeyeceğinden emin olunca zifirî karanlık çökmeden evlerine gittiler. İkisi de evlerinde merakla onları bekleyen ebeveynlerden azar işittiler.

Abraham başına gelecekleri öngördüğü için kendine göre kılıfını hazırlamıştı:

“Ama dün ben size dedim, Mark’a gideceğimi ve onunla bazı çalışmalar yapacağımı.” diyecekti.

Annesi kaşlarını çatarak:

“Bu sana bir gece hiç eve gelmeyip ertesi gün gecenin bir yarısı eve gelme hakkını vermiyor. Bu, ne kadar saçma bir savunma!” dedi.

Abraham o an aklından geçirdi. Gidilmesi yasak olan Çevre Ada’ya gittiğimi, upuzun kule gördüğümü, kocaman bir çukura ve kaplumbağalara baktığımı, ilginç yaratıkların kükremelerini duyduğumu anlatmaktan daha makul bir savunmadır. Bununla birlikte orada gerçekten kule hakkında derin derin düşüncelerinden dolayı annesine yalan söylememiş olmanın vicdan rahatlığını da yaşadı. Abraham, annesinin azarını işitmekle kurtulduğunu sanıyordu ki Linda, otoriter bir anne ses tonuyla devam etti:

“Hem babana kuru ağaçları odunları hallederim demene rağmen hepsini ortada bırakıp gitmişsin!” dedi. Sonra hükmünü belirlemiş bir yargıç edasıyla devam etti:

“Sen de biliyorsun ceza vermeyi doğru bulmayız ama son zamanlarda bizi iyice çileden çıkardın. Yarım bıraktığın işi hemen bugün bitir, istersen suç ortağını da çağırabilirsin, o masum kuşu bu işlerinize alet ettiğini bilmediğimizi de sanma!”

Abraham’ın güvercini konuşulanları anlamış gibi ağacın dalında hiç ses çıkarmadan bir süre bekledikten sonra Linda’nın ayrıldığını görünce kanat çırparak efendisinin omzuna kondu. Abraham, gizli casusuyla görüşür gibi etrafına baktıktan sonra ona göz kırptı ve yazdığı mesajı güvercinin ayağına bağladı. Mark, kanatlı elçiyi görünce mırıldandı:

“Asla adaya madaya gitmem.”

Abraham, dostu Mark’ın tepkisini tahminde yanılmamıştı:

“Rahat ol, başımızı belaya sokmayacağız bizim oraya gel hem odun hazırlar hem de dünkü meseleleri konuşuruz.”

Mark özgürlüğü seven bir mizaca sahipti. Kalabalıktan ve kurallardan dolayı kendini rahat hissetmiyordu. Zaten evden çıkmak için bahane arıyordu. Ormanda Abraham’la buluşmuşlardı ki bir anda ayakta kalmakta zorlandığını fark etti. Önce rahatsızlandığını sansa da üstlerindeki kuşların korkuyla ciyaklamalarından yerin sarsıldığını anladı. Abraham ondaki endişeyi fark edince dedi:

“Sakin ol sadece deprem, son zamanlarda sıklığı da şiddeti de arttı. Bilmiyorum ama bu kötü şeylerin habercisi olabilir. Şiddeti biraz daha artsa evleri de yıkabilir.” diyen Abraham eliyle adadaki en yüksek dağın zirvesini göstererek devam etti:

“Biliyorsun, deprem yanardağ patlamasının habercisidir. Bu gölün krater göl olmasından dolayı önceden burada da böyle bir olay olmuştur. Bu yüzden tekrarlanacağını düşünmüyorum, yakın bir yerdeki yanardağ patlamasının bizi etkilediğini düşünüyorum.”

“Emin misin aynı yerde tekrarlanamayacağından?”

Abraham kafasını hafif sağa yatırarak:

“Tabii ki değilim, tahminim böyle ya da böyle olmasını istediğim için böyle yorumluyorum.”

Linda ve Petrus, adadaki diğerleri gibi evlatları hakkında kaygılanmışlardı. Her ne kadar az önce Abraham’a kızsalar ve depremin yıkıcı bir etkisinin olmadığını bilseler de kurumuş bir ağacın üzerlerine çökmüş olabileceği kaygısıyla Abraham’ı görmeye gelmişlerdi. Linda, iyi bir anne olmasına rağmen onun da bir anne olarak yaptığı hatalar vardı. Oğlunun yanına gidip onu çok sevdiğini, depremden dolayı onun hakkında kaygılandığını söylemek yerine otoritesini kaybetmemek için onu uzaktan izlemeyi tercih etti.

 Petrus’a dedi:

“Abraham’a kızıyorum ama onu çok sevdiğimden dolayı. O da bizi çok seviyor ama yine de diyorum, keşke Odesa ölmeseydi veya öldürülmeseydi! O da bugünleri görseydi. İnan bana Abraham zeki olduğu kadar vicdanlı biri. Odesa yaşasaydı da Abraham’ın bize olan sevgisi azalmazdı.”

Petrus fısıldayarak onun sözlerini böldü:

“Yerin kulağı var, geçmişten bahsetmenin hiç kimseye faydası yok. Hem Lord’un ona veya bize zarar vermemesi bir yana, Bizim yüzümüzden söylediklerine halkın inanmayacağını düşünürse canımızı bile alabilir. Açıkçası geçmiş bizim için torpil vesilesi değil, öldürülme sebebi olabilir.”

Abraham kurumuş ağaçları baltayla kesiyor, odunları topluyor ve ilkel el arabasına yüklüyordu. Mark birden durup göle bakmaya başlayınca Abraham:

“Ne çabuk yoruldun!” diye sitem etti.

Mark:

“Gölden çıkana baksana, bu gördüğüm masallarda anlatılan deniz kızı mı?”

 “Yine o garip bitkinin dumanını çekmiş olmalısın, halüsinasyonların sürekli hâle gelebilir. Hani gölden canavar çıktı desen inanabilirim!” diye cevap verdi Abraham baltasını ağaca saplarken.

“Cennetten sürülmüş bir melek gibi saf duruyor.” dedi Mark ısrarla göl kıyısına bakarak.

İşini bırakıp Mark’a bakan Abraham, yüz ifadesinden onun ciddi olduğunu anladı.

 Göle doğru bakınca Mark’ın halüsinasyon görmediğini anladı.

Masallarda anlatıldığı gibi balık tenli, beyaz yüzlü, sarı saçlı, ince burunlu ve inci gibi dişlere sahip güzel bir kızın kıyıda yüzükoyun yattığını gördüler. Masallardaki denizkızının aksine ayağı ve bacağı da tıpkı normal insanlar gibiydi. Dizlerinden başına kadar uzanan parlak beyaz örtünün onun elbisesi olduğunu anladılar. Kızın gölden geldiği, sırılsıklam olmasından belliydi. İki kâşif, masum bir görüntüsü olan bu kıza bir yandan yardım etmek isterken diğer yandan etkileyici güzelliğinin arkasında şeytani bir tuzak olabileceğini düşünüyorlardı.

Üstelik adanın bu tarafı zaten Kâbiller Adası’na en yakın yer olduğu gibi kızın boylamasına uzandığı taraf onun bu lanetli adadan geldiğini göstermekteydi. Onların tabiriyle denizkızında hiçbir kıpırdama olmaması da buldukları bu şeyin yardıma ihtiyacı olabileceğini düşündürtüyordu. Akıllarından geçen bir diğer soru, depremle onun buraya gelmesi arasında bir bağlantı olup olmamasıydı. Neyse ki kızın parmakları biraz kıpırdayınca, onun yaşadığını anladılar ve cesaretlerini toplayıp kendilerini onun yanında buldular. Abraham, onun yüzüne dokunup tam olarak insan olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Bu arada Mark’ın da elini havada görünce vurdu. Mark, Abraham’ın bakışlarından ne demek istediğini anlamıştı. Kendini savundu:

“Hani insan mı onu anlamak istemiştim.”

Sarı saçlı kız, zorlanarak da olsa gözlerini açmaya çalıştı ve başardı. Öksürmeye ve ağzındaki suyu çıkarmaya başlayınca Abraham el baskısına ve yapay soluma gerek kalmadığını anladı. İlginç bir şekilde kız başına gelecekleri tahmin etmiş gibi öksürdükten sonra başını kaldırarak ben neredeyim dercesine etrafına bakmaya başladı.

Mark, kızın yabancı olup kendi dillerini bilmediğini düşündü. O da bazı insanlar gibi bağırarak bu sorunu halledeceğini sandı.

“Dilimizi biliyor musun? Nereden geldin, kimsin, nesin?”

Kız Mark’a sert bir bakış atarak kendisine gelmesini söyledi:

“Öncelikle o pis ağzını benden uzak tut ki midem bulanmasın! İkincisi ben sağır değilim, üçüncüsü gördüğün gibi dilinizi biliyorum ve dördüncüsü ben buralı değilim.”

 Mark dostuna fısıldadı:

“Melek değilmiş şeytanmış onu geri gönderelim.”

Abraham sordu:

“Adın ne?”

“Odesa.”

“Daha önce hiç duymadık. Burada ne işin var? Hem adadakilere…” diyen Abraham cümlesini bitirmemişti Odesa, Abraham’ın ne demek istediğini anlamıştı.

“Evet aslında ben de geldiğim yerdekiler gibi bu adada normal insanların olmadığını, Tanrı tarafından cezalandırılmış kötü görünümlü ve kötü huylu insanların olduğunu duydum. Baksanıza, siz de bizim hakkımızda benzer yargılara sahip gibisiniz.”

“Böyle olduğunu nereden biliyorsun ?”

“İnsanlar görmedikleri hakkında suizanlara sahip olur kafasında olmadık hükümler verirler.” dedikten sonra eliyle yüzlerini göstererek, “Bakışlarınızdan da belli. Bana öcü gibi bakıyorsunuz.” diyen Odesa, Mark’a bakarak:

“Ama bu arkadaşın yüzüme değil de başka yerlerime bakması açıkçası beni korkutuyor. Sanki beni yiyecek gibi!” dedi.

Mark, Abraham’ın kendine kıza hak verircesine baktığını görünce:

“İftira bu! Dedim sana, bu şeytan gibi bir şey.” diye karşılık verdi fısıldayarak.

“Bana yardım edecek misiniz? Depremden dolayı dengem kayboldu, göle düştüm. Tabii küçük sandalım da kayıp. Boğazıma da su kaçınca yönümü şaşırarak buraya geldim.”

Abraham:

“Bu imkânsız biz o adaya gitmeyiz. Yanına da yaklaşmayız.” demesine rağmen ses tonundan belli olmaktaydı hafiften gitmeye meyilli olduğu.

Odesa, bir süre burada kalmayı ve bu sürede belki bu iki genci ikna edebileceğini düşündü. Kendi adalarındaki hayatın rahatlığını, insanların bolluk içinde yaşadığını, her ihtiyaçlarının adayı yönetenlerce karşılandığını, konforlu büyük evlerde yaşadıklarını, herkesin eşit haklara sahip olup her konuda eşit fırsatlara sahip olduğunu, isteyenin dilediği dine ve inanca sahip olduğunu, arzuladığı gibi ibadet edip inancını özgürce yaşadığını anlattı.

Abraham ve Mark, Odesa’nın dediklerini ağızları açık dinlemekteydiler. Duydukları her cümleyi acaba yanlış mı duyduk bu kadar güzelliklerin bir arada yaşandığı bir yer varmış ve orası meğer burnumuzun dibindeymiş diye düşünmeye başlamışlardı. Abraham dayanamadı sordu:

“Yanlış duymadık değil mi? Adayı yöneteni seçimle belirliyorsunuz ve o sizin inançlarınıza karışmadığı gibi ağır vergilerle ürünlerinize ortak olmuyor, sizinle eşit haklara sahip, öyle mi. ”

“Ee tabii ki, hatta seçilen başkana muhalif olanlar onu sertçe eleştirip mizah konusu yapabiliyorlar. Bizdeki anlayışa göre insanlar kutsal değildir hata yapabilirler.” diyen Odesa’ya Mark sordu:

“Tanrılaşan insanlar yok mu?”

Kız şimdiye kadar gayet makul konuşuyordu fakat kızın bu soruya:

“Böyle saçmalık mı olur?” diye tepki vermemesi Abraham’a tezatlık gibi gelse de onun bu ifadeyi umursamayıp cevap vermeye değer görmediğini düşündü.

 Abraham:

“Siz bu kadar büyük evler için ağaçları ve diğer malzemeleri nasıl temin ediyorsunuz?”

Odesa dersine iyi çalışmıştı. Bu soruyu beklemediği için biraz afallasa da ufak hatasını telafi etmek için kurnazlığını kullandı:

“Aaa!” dedikten sonra devam etti:

“Yoksa sizin hiç dış dünyadan haberiniz yok mu? Sakın bana yeryüzünde kendinizden başka insanların olmadığını söylemeyin! Bu zamanda hâlâ böyle şeylere aldandığınızı anlatmayın.” dedikten sonra sağ baş, işaret ve orta parmağını birbirlerine sürterek şakırdattı bir şeyler hatırlamaya çalışır gibi yaptıktan sonra:

“Hıı şimdi buldum yeryüzünün sular altında kaldığı hurafesi… Ona mı inanıyorsunuz ve tek kurtulan sizler misiniz?” dedi. 

Mark sırıtarak araya girdi:

“Tabii ki. Ayrıca varsa yaşayan diğer insanları sizden korumak.”

Odesa da başını sallayarak Mark’ı tasdik etti. Abraham, kızın sözlerindeki bazı çelişkileri anlamıştı. Daha az önce onların da bu ada insanlarının Kâbil olduğunu düşündüklerini söylemesine rağmen şimdi ise onların Kâbil ve Nuh Tufanı meselelerini eski bir hurafe olarak düşündüklerini anlatıyordu. Odesa, Abraham’ın bakışlarından onun bir şeylerden şüphelendiğini anladı.

   Ayrıca bazı sözlerinin onu rahatsız ettiğini de fark etti. Aklınsan kendisine dedi:

 “Sakin ol, konulara bodoslama dalma, yuvarlak ve belirsiz cümleler kur. Bu kadar yönlendirme ve kafalarda soru işareti oluşturmak yeter.”

    Abraham’ın ilgisini başka bir konuya çekmek için sordu:

“Buharlı gemileri duydunuz mu?”

Abraham başını sağa sola sallarken Mark, Odesa ile konuşmuş olmak için saçma bir şey dedi:

“Ne yani gemiler buhar gibi uçuyor mu?”

Odesa, güzel olduğu kadar kibirliydi. Önce Mark’a kibirlice baktıktan sonra Abraham’a döndü:

“Bir de bilim insanıyım diye geçiniyorsun. Bunu bile bilmiyorsun, gemilerde dev kazanlar var, yakılan odunun suyu kaynatması ile oluşan buhar gücüyle gemiler rüzgârsız havalardan bile çok hızlı gidebilmekte.”

Normalde buharla çalışan gemi ilgisini çekerdi ama şu an bunu düşünemeyen Abraham:

“Bu kız benim buluşlarla ilgilendiğimi nereden biliyor ki hakkımda böyle yargılı sözler söylüyor?” diye düşündü.

“Bu gemilerle dış dünyadan birçok malzeme getirdik. Bununla birlikte simyacıların yoğun çabası ile birçok yeni buluşlar yaptık ve kalkındık.”

Mark, Abraham’a sırıtarak:

“Bak, simyacılar sayesinde kalkınmışlar.” dedi. Sesini kısarak devam etti:

“Vazgeçtim, bu şeytan değil, hakkı söyleyen aydın biri.”

Eliyle Abraham’ı işaret eden kız, “Monoteist arkadaşım, sana bir sorum var.” deyince Abraham birden araya girdi:

“Bunu nereden çıkardın ki? Bence sen beni önceden tanıyorsun.”

“Nasıl tanıyabilirim? Arkadaşın simyacı deyince hemen atladı, sen ise tepkisiz kaldın. İnsanlar ya monoteisttir ya da simyacılar gibi politeisttir.” dedi.

Bu sefer de Mark araya girdi:

“Hayır, simyacılarda inanç konusunda standart yoktur. Lütfen onları karalama.”

Abraham kızın makul bir açıklama yaptığını düşünerek şimdilik onun hakkındaki soru işaretleri ile ilgilenmemeye karar verdi. Odesa, “Sorumu bitirebilir miyim?” dedi ve devam etti:

“Madem geleceği sadece Tanrı bilir ve kullarından seçtiklerine bazı şeyleri söyleyebilir kâhinlerin, büyücülerin gelecek ile ilgili söylediklerine ne dersin? Bu kişilerin bazılarının Tanrı inancı ile hiçbir bağı yok. Bu durumda kâhinlerin doğru çıkan gelecekle ilgili haberlerini nasıl açıklayabiliriz?”

Abraham, sorunun kalitesinden kızın boş biri olmadığını anlamıştı. Odesa, eliyle süpürür gibi yaparak senin cevabını daha çok bekleriz mesajını verdikten sonra dedi:

“Cevabı biraz araştırarak biraz da düşünerek bulabilirsin. Ben cevabın sadece bir kısmını sana söyleyeyim. Her zaman hatırla kâinatın sahibi olan Tanrı, aynı zamanda kâhinin de simyacının da ilim adamının da kâfirin de putperestin de sahibidir. Yine onun beyanlarından anlıyoruz ki dünyada bütün kullarına aynı muameleyi yapacaktır. Yani araştıran, çalışan, öğrenen herkese ilim hazinelerinden de mal, mülk hazinelerinden de verir. Böyle olmasaydı sadece Tanrı’ya iman edenler ilim sahibi olurdu ama sen de biliyorsun ki, mümin olmayan ne kadar çok kâhin var. Bazı ruhsal ritüelleri yerine getiren herkes metafizik varlıklarla iletişime geçebilir.” dedikten sonra eklemeyi unutmadı:

“Yanındaki bunları duyup da bu ritüelleri yapmaya kalkışmasın. Benden söylemesi…”

Abraham ve Mark, Odesa’nın neyi kastettiğini ve bu meselelerin azımsanmayacak risklere sahip olduğunu biliyordu. Abraham’ı asıl ilgilendiren, kızın Tanrı’nın herkesin Rabb’i olduğunu söylediği kısımdı. İçinden: “Bence gayet makul bir açıklama, ben hiç böyle düşünmemiştim.” diye geçirdi. Odesa, bu son cevabıyla Abraham’ı etkilediğini anladı ve onu şok eden kaygısını dile getirdi:

“Sonumun Jezebel gibi hatta Hypatia gibi olmasından korkuyorum. Bana zarar vermeyeceksiniz değil mi? Belki siz değil ama diğer adalılar buna yeltenebilir.” deyince Abraham artık emindi bu kızın boş biri olmadığında.

   “Asla bizim sana elimiz kalkmaz ve sırf bu sebepten dolayı sana zulmedilmesine izin vermeyiz. Hele Hypatia gibi giyindiğin için…”

“Ben özgürüm, hiç kimse bana karışamaz!”

“Haklısın, ben sadece tavsiye olsun diye söylüyorum. Tercih senin. Hayat bir dengedir, ne açık diye Hypatia’nın taşlanması ne de ben özgürüm diye hiç kimsenin anlayışını umursamamak doğru değil.”

Mark araya girerek:

“Sizin ortak tanıdıklarınız mı var, bahsettiğiniz kişiler de kim?” dedi.

Abraham tebessümle anlatmaya başladı:

“Jezebel Eski Ahit’teki kötü bir kadın ve cezası çok kötü bir şekilde veriliyor. Hypatia ise İskenderiye’de yaşamış bir pagan rahibedir. Anlatılanlara göre oranın piskoposu, halkı bu kadına karşı galeyana getirmiş. Belki ona şeytan belki de başka bir yaratık dedi. Üstelik aynı olaylarda İskenderiye Kütüphanesi de yakılmış.”

Odesa araya girerek:

“Hypatia’ya ne olduğundan da bahset.” dedi.

“Evet feci bir ölümmüş! Önce çıplak soymuşlar sonra recmetmişler.” dedikten sonra kıza bakan Abraham:

“Sonunda bedenini aslana vermişler.”

Odesa düzeltti:

“Aslan değil köpek.”

“Peki, Jezebel ile Hypatia’nın ortak özelliği ne?” diye sordu Mark.

“Hypatia, bilinen rahip imajının aksine açık saçlı ve dekolte elbiseliymiş. Zaten piskopos onun böyle giyinmesini kullanarak halkı kışkırtmış.”

Abraham yeni bir şey anlamıştı. Kütüphanede kimin koyduğu bilinmeyen papirüsleri Odesa’nın da okuduğundan emindi. Çünkü aynı olay farklı kitaplarda farklı şekilde anlatılabilirdi ama olayın altındaki sonradan eklenmiş yorumlar aynı olmazdı. Odesa’nın Abraham’ın okuduğu papirüsteki yazarın yorumunu göre Abraham’ın aslan hatasını düzelterek köpek demesi ikisinin de kaynaklarının aynı olduğunu gösteriyordu.

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned