05

5.BÖLÜM  İKONLARDAKİ SUBLİMİNAL MESAJLAR

Abraham, Mark’ın başını okşayıp beş dakikaya kadar geleceğini söyledi ve hızla ibadethaneye doğru gitti.

Camdan ibadethaneye bakan Abraham, içerisinin kalabalık ve herkesin genç olduğunu gördü. İçerde yetişkinlerin olmamasına sevindi, birinin onu görüp:

“Yabancı ne işin var burada?” deme ihtimaline karşı tedbirini de almıştı. Pişmiş çamuru dişlerine sürtünce geçici de olsa dişlerini sarartabildi sorarlarsa dişini göstermeyi ve Lord’un özel hizmetinde olduğu için buralarda çok görünmediği yalanını uydurmaya karar verdi. O anda aklına geldi:

“Ee, Melisa nerede?” diyerek tekrar camdan içeriye baktı. Onu göremedi:

“Görüşmek kısmet değilmiş.” deyip tam ayrılacaktı ki pencerenin altında birinin olduğunu fark etti. Yüzünü göremese de kızıl saçlarından onun Melisa olduğunu anlar anlamaz çift başlı kartal figürü desenli kapıdan içeriye girdi. Aslında hiç kimse Abraham’ın içeriye girmesini umursamamıştı ama o ben de sizdenim demek istercesine herkese dişlerini göstermeye çalışıyordu. İçerisi ibadethaneden çok bir yemekhane gibiydi. Sahne denilen zeminden yüksek bir yerde çocuk denilebilecek beş kişilik koroyla önlerindeki gencin liderliğinde ilahiler söylerken diğerleri dağınık şekilde önlerindeki yemekleri yemekteydiler.

Abraham kafasını çevirince Melisa ile göz göze geldi. O anda sarı saçlı bir kızın onun yanından ayrıldığını fark etse de kızın yüzünü göremedi. Melisa ağzındaki ekmeği yutmak için hızla içeceği içip sordu:

“Ne işin var burada delirdin mi yakalanırsan bittin demektir?”

“Süt yok mu süt?”

“Hani kovan nerede? Görevliye de haber ver, yoksa dayak yersin.”

Abraham başını sağa sola sallayarak:

“Hâlâ anlamadın mı, senin için geldim.” dedi, içinden kendisiyle eğlendiğini düşünürken.

“Hâlâ anlamadın mı? Ben inek değilim.” dedi kızıl saçlarını geriye atarak. O anda Melisa’nın yüz mimikleri, onun içinden gizlice güldüğünü göstererek onu ele verdi. Abraham o an Melisa’nın onunla kafa bulduğunu anladı. Bozulan Abraham:

“Ben gideyim.” demişti ki Melisa ayağını uzatarak:

“Hayır, yanlış anlıyorsun buraya gelme sebebini söylemen için sana cesaret vermeye çalışıyorum.” dedikten sonra “Neyse, bu konuları sonra konuşuruz.” deyip anlatmaya başladı:

“Sen sormadan ben söyleyeyim. Bu yiyecek ve içecekler sana yasak. Bunlar bizim gibi günahla doğmuşlar için. Tanrı, bu gıdalarla içimize girip bizi arındırıyor.”

Abraham’ın bakışlarından Melisa ekleme yapmak zorunda kaldı:

“Tabii ki mecazi bir durum. Gerçek değil bu bir temsil.”

Abraham tebessüm ile:

“Sana böyle anlattılar, sen de hem anlatılanı hem de gıdaları yedin öyle mi?”

Melisa’nın bakışlarındaki sertlikten durumu toparlamak zorunda olduğunu anlayan Abraham devam etti:

“Tabii ki her inanca saygım var ama bence çok saçma. Biliyorsun kâinatta bir kanundur, büyük balık küçük balığı yer veya kartal gibi güçlü ve büyük hayvanlar, fare gibi zayıfları yer. Tevhit inancının temelinde kulun kendini âciz Tanrı’yı ise sonsuz kudret ve ilim sahibi olarak görmesi vardır. Bu uygulamada tam zıttı bir anlam çıkıyor gibi yani sanki güçlü olan kul zayıf olan Tanrı’mış gibi.”

“Yani Tanrı içimizde olamaz mı?”

“O her yerde! Zaman ve mekândan münezzehtir. Örneğin, güneş gökyüzündedir ama sıcaklığın artmasıyla su gibi parlak yerlerdeki görüntüsü ile bitkilere sağladığı fayda ile gökkuşağı gibi yaptığı renk değişimi ile onun dünyayı etkilediğini ve hatta güneş olmasa yaşamın devam etmeyeceğini biliriz. Bunun gibi Tanrı’nın kendisini göklerde tahayyül ederken icraatlarıyla senin benim bedenin gibi her yerde olduğunu düşünürüz. Ama zatıyla herkesin içinde olduğunu düşünürsek dünyadaki her canlı tanrılık iddiasında bulunur. Hele kibrin zirvede olduğu günümüzde herkes Lord olur. Demedi deme, bir Lord’dan dolayı inlerken her yerde Lordlar olursa hâlimiz ne olur?”

Melisa bir yandan ela gözleri ile Abraham’ın ruhunun aynasından geçip kalbinde geri dönülmez tahtlar kurarken diğer yandan da çevresini gözetlemekteydi. Babasını çok ender gördüğü gibi onun bu saatte yasaklı bölgeye gideceğine ihtimal bile vermiyordu. Fakat annesi sık sık kızlarını kontrol ettiği için dikkatli olmalıydı. Abraham, Melisa ile özellikle böyle konuları konuşurken kalbinin çok rahatladığını hissetmekteydi. Çünkü kalbinin “Melisa, Melisa.” diye çarpışları karşılığını bulmuştu.

Bir söz vardır, insanlar yaratılmadan önceki âlemde ruhlar birbiriyle görüştüler. Orada birbiriyle iyi anlaşanlar yeryüzünde farklı bedenlerin ev sahipliğinde hayat denilen ve sonsuzluğa dökülen ırmakta akıp giderken birbirlerini görmeyi arzular. Farklı bedenlerin arkasındaki birbirlerini görünce hemen tanırlar. O an onlar, ruhlar âlemindeyken meleklerin dünya ile ilgili anlattıkları aşkın ne anlama geldiğini anlarmış.

Abraham’ın kalp dünyası bu sınırsız huzura yelken açarken aklı bedenine emretmekteydi:

“Siz kalbe bakmayın, son nefese kadar teyakkuzda olmalıyız. Her an nefis bir boşluğunu bulup yanlış şeyler arzulayabilir, asla ona güvenmeyin!”

Melisa’nın ince sesi duyuldu:

“Annemin dediğine göre vücudumuzun en sert dokusu olan dişe Tanrı bu mührü vurmuş ki cehennemde vücudu kül hâline getiren o alevlerden sonra günahkârlar tekrar ve tekrar tanınabilsin diye.”

Abraham, eski mahallelerinde çıkan yangını hatırlamıştı. O gün babası ve annesi yanında yoktu, meraklı birçok göz gibi o da yangın sonrası olay yerini görmek istemişti. Burnuna gelen ağır yanmış et kokusunu ilk başta anlayamasa da sonra fark etti. Abraham, cesetlere bakınca, bunun yanmış bedenlerin kokusu olduğunu anlayabildi. Kemikler bile simsiyah tanınmaz hâldeyken dişler sapasağlam ve beyazdı.

O gün, dişlerin yanan bedenlerin kimlik teşhisinde kullanabileceğini düşünmüştü ama hiç aklına gelmedi Melisa’nın dediği gibi Tanrı’nın cehennemde günahkârları dişlerle tanıyabileceği. Melisa’nın anlattıkları Abraham’a saçma gelmişti. Onu düşünmeye yönlendirmek için dedi:

“Senin bu dişlerini diyorum, çeksek nasıl olur? Böylece cehenneme de gitmezsin veya seni tanıyamazlar. Hint keneviri diye bir bitki var, onunla dişin çekileceği bölgeyi uyuşturup ağrıyı da engelleyebiliriz, ne dersin?“

Melisa ela gözlerini hafif kısarak kızdığını gösterdi:

“Saçmalama öyle şey mi olur?”

Abraham:

“Haklısın, özür dilerim başka bir çözüm bulalım.” deyip düşünür gibi yaptıktan sonra:

“Buldum önce dişlerini törpüleyip biraz küçülteceğiz sonra da yosundan elde edebileceğimiz ölçü maddesi ile dişlerinin alçı modelini yapacağız. Bu model üzerine yumuşakken şekil verdikten sonra sertleşen bir maddeyi süreceğiz. İstediğimiz formu elde ettikten sonra bunu kafaya şapka koyar gibi kesilmiş dişe yapıştıracağız ve işi bitireceğiz.” dedi. Ardından: “Hadi bakalım cehennemden de kurtuldun!” diye son cümlesini bitirdikten sonra dalga geçmeye kendini o kadar çok kaptırmıştı ki az kalsın elini sıkıp tebrik ettikten sonra sarılacaktı.

“Alay etme, Tanrı seni çarpınca aklın başına gelir!” diyen Melisa’ya bakıp başını sağa sola salladı. Abraham:

“Evet, alay ediyorum ama seninle değil bu anlayışı topluma kabul ettiren Lord veya her kimse onunla dalga geçiyorum. Sana anlatmak istediğim bir hakikatten dolayı hekimcilik oyunu oynuyorum. Bir kulun kendini günahkâr gibi hissedip Tanrı’ya yönelmesi ve tövbe etmesi güzel bir şeydir. Her ne kadar büyük günahı olmasa bile ben günahsızım veya Tanrı’ya borcum yok diyebilecek biri var mı sence? Tabii yok, yanlış olan seninle hiçbir ilgisi olmayan bir meseleden dolayı senin kendini diğer insanlardan aşağı ikinci sınıfmış gibi hissetmen. Gerçekten mühürlü olacak kadar büyük günahın olsa bile bu seninle Tanrı arasında.” diye devam etti. Sonra:

“Haksız mıyım ela gözlü?” diye son cümlesini söyledi. Akıl dikkatli davranmasa kalbi, “Ela gözlüm, hayatım, yaşam pınarım!” diyecekti ki akıl ona emretti:

“Topla gel!”

İbadethanenin duvarları çeşitli ikonlarla donatılmıştı. İkonların birinde kanatları olan ve insana benzeyen iki varlığın gökyüzünden yeryüzündeki kadının yanına inişi anlatılmaktaydı. Abraham, bir süre bu ikona bakınca bu durum Melisa’nın dikkatini çekti.

“Bu kadar dikkatli baktığına göre dikkatini çeken bir şey olmalı.”

“Evet, bu iki varlığın kanatlarına bakılırsa onlar melek ama yeryüzündeki kadın sence kim? Kadının tasvirine bakılırsa pek de iyi birine benzemiyor. Bu tablonun hangi olayı anlattığını tahmin edebiliyorum ama maalesef gerçekten biraz çarpıtılmış.”

Melisa, geleneklerine göre ne kadar çok ibadethanede kalırsa o kadar çok günahlarından arınacağına inanmaktaydı. Vakit de geç değildi, vaizin anlamını dahi bilmediği kelimelerini duymaktansa Abraham’ı dinlemeyi tercih ediyordu. Kalbi Abraham’ın sesini duymanın heyecanıyla küt küt atmaktaydı ama duydukları da ilgisini çekmiyor değildi.

“Bir zamanlar Harut ve Marut adlı iki melek varmış.” diyerek anlatmaya başladı genç Abraham.

“Tanrı bu iki meleği yeryüzüne indirmiş. Onlar imtihan olsun diye insanlara büyü öğretmişler fakat her kime sihri öğretirlerse: ‘Sakın ola ki bu sihri kullanma! Biz sana büyüden korun diye bunları anlatıyoruz.’ derlermiş. Gel zaman git zaman maalesef bazı insanlar büyüyü karı, koca arasını açmak için kullanmışlar. Bu durum büyük günah olarak bilinir. Büyü yapanı veya yaptıranı ahirette çetin bir hesabın beklediği aşikâr.”

Melisa araya girerek sordu:

“Ama Hz. Süleyman da sihir yapmış diyorlar.”

“Asla böyle bir sihir yapmadı. Bazı cinleri kontrol altına aldı ama büyü, sihir gibi şeyler yapmadığını ilahi kitaplarımız anlatmakta.”

Melisa gözlerini kısarak düşünür gibi yapıp sordu:

“Anlayamıyorum, madem Tanrı, insanların sihri kullanmalarını istemiyorsa neden meleklerle insanlara bunu öğretti?”

“Az önce dediğim gibi imtihan olarak.” dedi Abraham

“Ama büyüyü insanlara öğrettiğini anlattın. Kastettiğin büyüden korunma mı?” Abraham’ın aklına güzel bir açıklama gelmişti:

“Hastalıklardan korunmak için önce hastalığı tanıyıp sonrasında buna uygun ilacı ve tedavi yöntemlerini belirlemeliyiz. Aksi durumda rastgele tedavi kişiyi ölüme bile götürebilir. Bunun gibi büyü yapanın nasıl bir büyü yaptığı bilinmeli ki ona göre büyüden korunma ve onu bozma yöntemi belirlenebilsin. Bu nedenle büyü öğretilmiştir.”

Melisa, bu makul açıklama ile ikna olduğunu başını sallayarak gösterdikten sonra tekrar sordu:

“Büyü yapmak çok mu kolay ki adada azımsanmayacak sayıda kişi özellikle karı, koca ilişkilerinin bozulması için büyü yapmaktadır?”

“Tabii ki kolay değil. Kolayca kötüye kullanılabilen ince ilmî hakikatlerdir. Bazen insan benzeri bez bebeklere iğneler batırarak yapılıyor bazen domuz düğümü gibi işler yapılıyor. Eve yabancılar alındığında da dikkatli olunmalıdır çünkü evin bir yerine bu büyü malzemesini koyabilirlermiş. Bazı peygamber kıssalarından biliyoruz ki toprağa gömülen malzemelerle de büyü yapılabiliyor.” diyen Abraham, ikona işaret ederek:

“Orijinal hikâyede olmayan kısım şu kadın. Onun bu ikonda neden olduğunu da biliyorum.” dedi.

“Nedenmiş? İlginç ve ilk defa duyduğum şeyler anlatıyorsun dinlemek isterim.”

“Hikâyenin orijinali ile benzerliği olsa da farklılığı daha çok. Bunu dinî bir kıssa olarak değil mistik, gizemli, mitolojik bir olay olarak dinle. Tabii ki her hikâye gibi anlatacağım bu hikâyeden de güzel nasihatler çıkartabiliriz.”

Melisa’nın bakışlarından:

“Hadi anlatmaya başla.” dediğini anlayan Abraham, konuşmaya başladı:

“Tanrı, insanların günahkâr olmasını içerleyen iki meleğine dünyanın kötülüklerini ve özellikle de hırs ve şehvetin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak istemiş. Harut ve Marut gündüzleri Babil şehrinde günlük işlerini yaparken geceleri ism-i a’zam duasını okuyarak gökyüzüne çıkarlarmış hiç kimse onların melek olduğunu fark edemezmiş. Her şey öngörüldüğü gibi gitmiş, çekici kadını görünceye kadar yani Zühre gelene kadar. Zühre isimli bayan, kocasından boşanmak istediğini söylemiş. Kadın etkileyiciliğiyle âdeta bu iki meleği aşkın hapishanesine tutsak etmiş. Ben böyle diyeyim sen gerisini anla.” deyince Melisa:

“Anlıyorum.” diye cevap verdi.

Abraham hızla hikâyeyi anlatmaya devam etti:

“Melekler Zühre’ye yalvarmışlar, çizilen sınırları dahi aşıp her şeyi yapabileceklerini söylemişler. Zühre de onlardan şarap içmelerini ve puta tapmalarını istemiş. Kadının aşkından gözü dönen melekler, onun her isteğini yerine getirmişler. Hatta onlardan en etkili dualardan biri olan ism-i a’zam duasını da öğrenmiş. Sonrasında Zühre, ism-i a’zam duasını okuyarak gökyüzüne çıkınca Tanrı, onu bir yıldız yapıp gökyüzüne asıvermiş.”

Karanlık gökyüzünde parlayan yıldızları göstererek ekledi:

”Yukarıdaki Zühre Yıldızı, melekleri aldatan o kadındır.” dedi.

Melisa, yıldızların ışık cümbüşü yaptığı gökyüzüne baktıktan sonra sordu:

“Ee meleklere ne oldu?”

“Hikâyeye göre Tanrı onlara: ‘Dünya azabını mı ahiret azabını mı tercih edersiniz?’ diye sormuş. Tabii ki ahiret azabının şiddetini bilen melekler, dünya azabını tercih etmişler. İşte o günden beri Harut ile Marut bir kuyuda ayakları yukarıda cezalarını çekiyorlarmış.”

Melisa ikona bakarak:

“Bence güzel  hikâyedi. Aşkın melekleri bile hak çizgiden saptıracak kadar tehlikeli olduğu bununla anlatılabilir.” dedi ve Abraham’la gözgöze geldi. İkisinin de aşk konusunda ne kadar çok acemi oldukları kızaran yanaklarından belli olmuştu. Abraham utanmanın verdiği etkiyle kafasını çevirdi. ibadethanenin diğer köşesindeki ikona  derin derin bakmaya başlayınca Melisa açıklama yaptı:

“Bu ikonun anlamını biliyorum. Ortadaki güçlü, pazılı, gözleri ışıldayan kişi Hz. Süleyman. Etrafındaki karanlık yüzlü, uzun kulaklı, üçgen çeneli, uzun bacaklı ve kollu olup gözleri simsiyah ve gözünün içinde hafif kırmızılık olanlar kötü cinler ve iblis. Ellerindeki kalın zincirlerle Hz. Süleyman’ı esir almaya çalıştıkları anlatılmaktadır.” diye eliyle işaret ederek anlatan Melisa devam etti:

“Biliyorsun, Hz. Süleyman, cinler gibi metafizik varlıklardan, kuşlardan, hayvanlardan oluşan yenilmez bir orduya, hiçbir kişiye nasip olmayan bir krallığa ve ihtişama sahipti. Ama bir gün Hz. Süleyman bu kötü cinler tarafından hapsedildi. Bu ikonla Tanrı’nın yardımı olmasa bir peygamberin de cinlere yenilebileceği anlatılıyor.”

Abraham başını sallayarak Melisa’yı onayladığını gösterdikten sonra ikondaki Hz. Süleyman karakterinin üstündeki varlığı göstererek:

“Peki, bu kim ya da ne?” diye sordu.

Melisa dudaklarını dışa doğru bükerek:

“Herhâlde Tanrı.” dedi. Abraham başını sağa sola sallayarak:

“İnsan başlı, at gövdeli ve kanatlı bir Tanrı olmaz. Bu çok tanrılara inanan paganların ve onların bir kolu diyebileceğimiz simyacıların inandığı en büyük tanrılardan biri olan Pan’dır.”

Abraham o anda duyduğu saçmalıktan dolayı Melisa’nın yüzünün kızardığını zannederek devam etti:

“Bence de bu simyacıların yaptığı hiç hoş değil. Hz. Süleyman’a yardım eden Tanrı’yı Pan gibi göstermek büyük saygısızlık.”

“Bu adada onlardan var mı?” diye sordu Melisa gözlerini Abraham’dan kaçırarak.

“Tek bildiğim arkadaşım Mark. Ama birçok tabloda onların gizli simgelerinin olmasını onların sayıca etkin olduklarını gösteriyor. Zaten gizliliğe önem verdikleri için onların kaç kişi olduklarını kesin olarak bilemeyiz.”

Bir başka ikona bakan Abraham dedi:

“Al sana bir tane daha! Buna göre Lord gibi bir kişi, bulutların üstünde ve yerdeki halk ona secde etmektedir. Mesaj gayet net: ‘Lord, sizin ilahınız ve sizde onun kullarısınız.’ içten içe kendini Tanrı gibi gösteren ve emirlerinin sorgulanamayacağını halka kabul ettiren Lord, artık Tanrı olduğunu resmen söylemeye başladı.

Önce böyle bir tabloyla size sonra da adanın diğer sakinlerine bu anlayışı kabul ettirecek. Yani kademe kademe Tanrı oluyor kendince!” dedikten sonra ibadethanenin yavaş yavaş boşalmaya başladığını ve içerdeki kişilerin yanlarındaki kapıdan çıktıklarını gösteren Abraham hemen arkalarındaki ikonu göstererek fısıldadı:

“Bütün bunlar tesadüfi veya basit bir sanat anlayışın tezahürü olamaz. Birileri sistemli olarak tanrılığını ilan etmek istiyor. Ardından da adalıları tamamen köleleştireceği aşikâr.”

Melisa Abraham’a:

“Annem her an gelebilir, çıkmam gerek.” diyerek ibadethaneden ayrılması gerektiğini söyledi.

Abraham anlamıştı, Melisa’nın ayrılmasının bir sebebi annesi olsa da sebebini bilemediği başka nedenler de olmalıydı.

Abraham, ibadethanede kalan az sayıdaki kişilerden olup dikkat çekmemek için o da Melisa’nın ardından çıkmıştı. Aklında ikonlara sonradan eklenen ve orijinal kıssalara farklı anlamlar katan sembol ve karakterler vardı. Kim veya kimler Lord ile beraber yeni bir anlayış oluşturmaya çalışıyordu ve Melisa’yı rahatsız eden neydi?

Abraham gecenin karanlığında köşeyi dönmek üzereydi ki arkasından bir elin omuzuna dokunmasıyla irkildi.

Write a comment ...

Write a comment ...

ademnoah-mystery author

What Does the Author Write About? The author mention mystical, scientific, medical, and spiritual themes within a blend of mystery and science fiction. His aim is to make the reader believe that what is told might indeed be true. For this reason, although his novels carry touches of the fantastical, they are grounded in realism. Which Writers Resemble the Author’s Style? The author has a voice uniquely his own; however, to offer a point of reference, one might say his work bears similarities to Dan Brown and Christopher Grange. Does the Author Have Published Novels? Yes—Newton’s Secret Legacies, The Pearl of Sin – The Haçaylar, Confabulation, Ixib Is-land, The Secret of Antarctica, The World of Anxiety, Secrets of Twin Island (novel for child-ren)

Pinned