Petrus, Abraham’ı biraz kendi gençliğine benzetse de onun sınırları çok zorladığını, şimdilik ucuz atlatsalar da çok daha ağır faturalar ödeyebileceklerini düşünüyordu. Abraham’ı karşısına alıp önce esip gürleyerek ona gözdağı verince oğlunun pısacağını düşündü ama yanıldı. Abraham ayağa kalkarak:
“Baba Tanrı aşkına söylediğin tutarlı bir tek cümle yok! Bu yaptığım nasıl Tanrı’ya karşı çıkmak olarak değerlendirilebilir? Yaptığım şey, insanlara faydalı olmaktır. Takdir edilmeyi beklerken azarlanmayı anlayamıyorum.”
Abraham hiç de duracak gibi değildi anlatmaya devam etti:
“Ben onda bir yücelik görmüyorum, sabahlara kadar ibadet ettiğini görmediğim gibi şatoda rahat ve rehavet içinde yaşıyor ve bize yardım için tarlaya falan da gelmiyor. Madem dünya fâni, kendisi niye dünyada baki kalacak gibi davranıyor? Tavırlarına ve konuşmalarına bakılırsa halk onu Tanrı’nın temsilcisi veya parçası gibi görüyor. O olmasa aç kalırız diyor. Lord da bu anlayıştan memnun ki bunu düzeltmeye çalışmıyor. Zaten dil sürçmesi diye geçiştirilen birçok şirk cümlesini ondan duyduk. Ben onunla eşit olduğuma inanıyorum. Onun Lord olması bize haksızlık yapabileceği anlamına gelmez.”
Petrus’un tek gayesi oğlunun huzurlu ve sakin bir hayata kavuşmasıydı. Abraham’ın bahsettiği gerçekler halk arasında bahsedilmiyor değildi ama o da belki alışkanlığın belki de korkunun sonucu olarak diğerleri gibi Lord’un doğru olmayan ve hatta şirk diye tanımlanabilecek tavırlarını umursamıyordu.
Abraham, okuduğu sözü hatırladı:
“Felaket öncesi arafta kalıp kendini emniyette zannedenler ölümden sonra cennet ve cehennemin arasında kalarak en büyük arafı yaşayacaklar.”
Araf, iki şeyin arasında kalıp akıbeti belli olmayanların durduğu yerdir. Değişik ilahi kaynaklarda araftakilerle ilgili bazı benzer çıkarımlar vardır.
Bu kişilerin hangi inançta, vasıfta, makamda olduklarının ve ne kadar ilim sahibi olduklarının hiçbir önemi yoktur. Dünyadayken sevgi-kin, adalet-hizipçilik, eşitlik-üstünlük, alçak gönüllülük-kibir, ırkçılık-evrensellik, kardeşlik-düşmanlık araflarında kalıp hakkın gereğine yönelmeyenlerin kıyamet günü araf denilen yerde kalacaklardır.
Başta kibir olmak üzere bilinen yedi büyük günahı işleyenlerin, zorbalara ve despotlara arka çıkanların ibretlik hâlleri gösterilecektir. O anda kaybettikleri cennetin ve her an gidebilecekleri cehennemin korkusunun ne kadar büyük bir ızdırap olduğunu anlayacaklardır. Tek tesellileri zorbalara karşı çıkmasalar da destek olmamaları olacaktır. Ama bir yandan da zulme sessiz kalmanın, zulme destek olduğunu hatırlayarak haklarındaki akıbeti endişeyle bekleyeceklerdir.
Abraham, mazlum ve zalim arafında kalanlara ilahi kitabın uyarılarını defalarca anlatmıştı. “Meselenin inançsal boyutu bir yana böyle yapmaya devam ederseniz adamız yaşanmaz bir yere dönüşecektir. Okuduğum kitaplar bu gerçeği anlatıyor.” cümlesini sıklıkla söylerdi.
Bu sefer de annesi Linda araya girdi:
“Oğlum sana söylememiz gereken önemli bir konu var.”
Abraham, anne babasını kırmamak için odasına gitmek üzere birkaç adım atmıştı ki Linda’nın bu sözleri ile geriye dönüp yerine oturdu ve gözleri ile:
“Buyur anne, seni dinliyorum.” dedi.
Linda oğlunu ikna etmek isteyen yumuşak bir üslupla devam etti:
“Sen de biliyorsun ki bizler yaşadığımız bu adada geleneklerimize sıkı sıkıya bağlıyızdır. Bu hem bizim için hem de adanın daha uzun yıllar ayakta kalması için gereklidir.”
Abraham, bu cümlenin finalinin kendisi için olumlu bitmeyeceğini anlamıştı. Linda devam etti:
“Senin de evlenme çağın geldi. Seni, âdetlerimizin gereği olarak amcanın kızı ile evlendireceğiz.”
Abraham âdeta donup kalmıştı. Bu ifadelere itiraz etmenin neresinden başlamalıydı? Annesinin emir kipi kullanarak ona seçim hakkı tanımamasına mı? Daha ergenliğe bile yeni girmesine rağmen evlenmeye zorlanmasına mı? Aslında tüm bunlardan öte en büyük saçmalık, amcasının kızı ile evlenmeye zorlanmasıydı. Kıza hiç bu gözle bakmamıştı. Bir an için o gözle baksa da kızın tipi olmadığını düşündü.
Kız çok konuşan, her şey hakkında yorumda bulunan ve bu yüzden çevresinden tepki alan biriydi. Abraham ise az ve öz konuşurdu. Aklından geçirdiği diğer ayrıntı, sarışınlardan değil esmer kızlardan hoşlandığıydı. “Tamam, hadi bu çok önemli değil.” diye düşündü ama o kızla evlenmek yani şimdiye kadar ablası gördüğü birine farklı bir gözle bakmak çok iğrenç bir şeydi. Önce yaş farkını bahane edip yırtmaya çalışsa da sanki diğer nedenler önemli değilmiş gibi anlaşılır diye düşünerek kitabın ortasından anlatmaya karar verdi:
“Anne ne dediğinin farkında mısın, amcamın kızı ile evlenmeli miyim yani?”
“Evet, her genç kız ve erkek gibi!”
“Tabii ki evlenirim ama acelemiz yok. Hem kim olacağına ileride karar veririm.”
Linda otoriter bir sesle araya girdi:
“Beni anlamadın galiba! Bu adanın bir mecburiyeti olarak her erkek amca veya hala kızı ile evlenir. Bu çağlar boyu böyle uygulanmıştır.”
“Gelenekler güzeldir ama bazen uygulamayabiliriz. Mesela babam işlerini bahane edip büyük babamın mezarını ziyaret etmiyor.”
Linda başını sağa sola sallayarak:
“Yine anlamadın. Bu Tanrı’nın bir emri, gelenek değil. Bu emre uymazsan Tanrı seni çarpabilir.” dedi.
Abraham’ın kendisine bakıp içinden ben de buna inandım dediğini duyar gibi olan Linda Petrus’a dönerek
“Sen cevap ver.” dedi
Babası, “Bir şeyi de sorgulama, tamam de!” diye söylendikten sonra “Kalk gidiyoruz.” dedi.
“Nereye baba?”
“Mühürlüleri göstermeye. Önce onları gör, sonra anlarsın dediklerimizi.”
Abraham adanın birçok yerine gitmişti. Genelde ebeveynleri süt ve yumurtayı getirirdi ama birkaç kez kendisi gitmişti hayvan çiftliklerinin bulunduğu adanın kuzey tarafına. Hayvanların otlaması için geniş bir alanın olduğunu ve oranın biraz ilerisinde bitişiğindeki ağaçlık alan ve ortasındaki kulübe tarzında evler dikkatini çekmişti. Ağaçların sanki bir şey saklamak istercesine bu kulübeyi çevrelediklerini anlamıştı. Oraya gitmek istemişti ama görevli ona girmenin yasak olduğunu söylemişti.
Dikkatini çeken bir diğer ayrıntı ise hayvanların bakımını yapanların çekingen ve ürkek gözlerle gizlice onu izledikleriydi. Abraham anlamıştı hayvan çiftliğine doğru giden babasının o insanlarla ilgili bir şeyler anlatacağını ama ne olabilirdi? Onlar da normal insanlar gibiydiler.
Petrus, hayvan çiftliğindeki Lord’un hizmetkârı ile konuştuktan sonra Abraham’a gelmesini işaret etti. Abraham, babasının büyükbaş, küçükbaş ve köpek çiftliğinden geçmesinden anlamıştı etrafı ağaçlarla çevrili kulübelere gittiklerini.
Petrus, sesini kısarak anlatmaya başladı:
“Bu insanları başka yerde göremezsin, onların buradan çıkması yasak. Tarlada, çarşıda, pazarda, ibadethanede hiçbir yerde onları göremezsin.”
Abraham küçüklüğünde gizli, yeni şeyler keşfetmenin hayallerini kurardı. Büyüyünce de pek değiştiği söylenemezdi. O da gizli casuslar gibi sordu:
“Neden baba?”
“Onlara mühürlüler deriz, çünkü hepsinin dişlerinde Tanrı’nın günahkârlara vurduğu mühür var.”
Petrus, Abraham’ı tanıyordu anlatmaya devam etti:
Görevliden izin aldım. Haydi, durma, şuradaki kızla konuş, kendin görmezsen inanmazsın, dişlerini gör.”
“Süt istemek için geldiyseniz görevli kapıda onunla görüşün.”
Abraham, insan ırkının dışında sanki yeni bir türle iletişime geçiyormuş gibi hissetti. Kızıl saçlı, ela gözlü, beyaz tenli kıza doğru yaklaştı, kız da gelen yabancıdan korkmuştu. O da ilk kez çiftliğin dışından bir genç adalı görmüştü. Kız, diğerleri ile aralarındaki doğuştan gelen farkı bilmediği için Abraham’ın geliş sebebini tahmin etmede yanılmıştı.
“Şey…” dedi, Abraham ne söyleyeceğini bilemedi.
“Sütü ne zaman üreteceksiniz?”
“Efendim? Üretmek mi dedin, benim ineğe benzer bir hâlim mi var?”
Yanağı kızaran Abraham utanmıştı:
“Hayır, özür dilerim. Sütü ne zaman görevliye vereceksin demek istedim.” dedi ve tam ismini söyleyip onunla tanışacaktı ki kızın annesi gelip araya girdi:
“Melisa! Kızım yabancılarla çok konuşamazsın, dişlerini ona göster.” dedikten sonra sert bir şekilde kızının alt çenesini aşağıya çekti. Kızcağız:
“Anne ne yapıyorsun, beni incitiyorsun! Dişlerime bakıp da ne yapacak?” dese de nafileydi. Abraham’ın bir gözü kafasındaki mühür sorusunun cevabı ile ilgilenirken diğer gözü kızın güzelliği ile ilgilenmekteydi. Kızın annesi:
“Göreceğini gördün. Buradan git artık.” derken kız son sözünü söyledi:
“Dişlerime değil başka yerlerime de bakıyordu. Tıpkı kasabın hayvanı kesmeden önce etini tahmin etmek için baktığı gibi.”
Abraham, tekrar özür dilemek istese de görevlinin ve babasının sertçe ona bakmalarından onu çağırdıklarını anlamıştı.
Petrus, Abraham’a kızmıştı:
“Kızın dişlerine bak dedik sen onunla sohbet ediyorsun! Gördün değil mi dişlerini?”
“Sadece dişlerini değil her yerini gördüm. Baba ben bu kızla evlenmeyi istiyorum.” demeyi aklından geçirse de daha ismini bile bilmeyip tek görüşte ona tutulmanın doğru olmayacağını düşünerek vazgeçti. Şaka ile dahi olsa bunu babasına söylemeye cesaret edemedi. Petrus, Abraham’a eliyle işaret edip görevliyi dinlemesini söyledi.
“Lord, benim aileme bu çiftliğe bakma görevini vermiş. Yani benden öncekiler babam ve dedelerim de bu işi yapmış. Buradakilerin hepsi Lord’un evlilikle ilgili emrini çiğneyen kişiler. Yani amca çocuğu yerine başkası ile evlenmeyi tercih edenler. Bu ilahi emri ihlal etmenin cezası olarak doğan çocukların dişleri sarı, kahverengi renk arası bir damga ile kaplanmıştır. Bu lekelerde küçük çukurlar ve aşınmalar da vardır.
Genellikle dişin et ile birleştiği yerdeki bu damgaları çoğu dişte görebiliriz. Eskiden bu yasağı çiğneyenler çokmuş ama şükür günümüzde böyle günahkârlar yok. Son on yılda birkaç çift bu yasağı hurafe diye dinlemedi ama doğan çocuklarının bir süre sonra çıkan dişlerinin damgalı olduğunu görünce hatalarını anladılar. Böyle kişilerin Lord’dan af dilemek için burda kalmaları kararlaştırıldı.” dedikten sonra görevli oradan ayrılmak üzereydi ki söylemeyi unuttuğu bir şey aklına geldi:
“Ayrıca damgalı dişle doğan çocukların dışardan biriyle evlenmesi de yasak.”
Petrus, Abraham’a dönerek:
“Tanrı’nın günahkârları damgaladığını gözlerinle gördün. Hadi kendini düşünmüyorsun, doğacak çocuklarını da mı düşünmüyorsun? Ömrünün sonuna kadar bu çiftlikte hizmet etmek zorunda kalacağını da fark etmişsindir umarım!” dedi.
Abraham, onları dinlerken çiftliğin hizmetçi çocuklarına da göz ucuyla bakmaktaydı.
İçinden geçirdi:
“Aman Tanrım, doğru söylüyorlar! Ama bu nasıl olur, anne babanın hatasından dolayı çocuklar neden cezalandırılır?”
Abraham, o gün yatağına yattığında aklındaki sorulara cevap bulmaya çalışırken beyin fırtınası yaşadı. Sırf Lord istedi diye evlenenleri düşündü. Yani bütün evlilikler, o anda aklına geldi. Adada azımsanmayacak sayıda akli ve fiziksel özürlü vardı. Onlar, Lord’un yani adalıların inanışı ile Tanrı’nın emirlerini yerine getirdiyse ödüllendirilmeleri gerekmez miydi?
Günahkârlara evlilik emrine muhalefet ettikleri için damga vurulmaktayken ve onlar bir tür cezalandırmaya maruz kalmaktayken diğer aileler, çok daha büyük bir sıkıntı olan sakat çocuklara sahip olmaktaydı. Geleneğin yanlış olduğunu düşünülse bile neden sadece bu emre uymayanların çocuklarının dişlerinde böylesine sararmalar oluyordu?
Abraham’ın aklının bir yanı sorulara cevaplar ararken, diğer tarafı çiftlikte gördüğü ve halkın damgalılar diye bahsettiği kızdaydı.
“Ben kalbimin götürdüğü yere çiftliğe gitmeliyim ama bunu nasıl yaparım?” diye aklından geçirmeye başlamıştı.




Write a comment ...