“Eee daha önce de dedim, köylülerin ormana girip zarar vermesini önlemek.”
“Bunun için bu kadar büyük duvara gerek yok. Küçük bir para cezası ve ibretlik birkaç günlük hapis cezası her şeyi halleder. İnsanların en doğal hakkı değil mi ormanda nefes almak? Sebep ormanı korumaksa adanın diğer taraflarındaki ormanlara giriş neden yasak değil?” diyen Abraham, başını sağa sola sallayarak ekledi:
“Bu açıklamanın makul olmadığını sen de biliyorsun.”
“Yani evet sana hak vermiyor değilim. Belki de bizim bilemediğimiz bir düşmandan korunmak için yapılan bir duvardır. Açıkçası cevabını bulamayacağım sorular sormaktan kaçındığım için bu duvarı hiç sorgulamadım.”
“Düşman derken Kâbillerin yaşadığı adayı mı kastediyorsun? Gerçekten öyle bir yer var mı baba?”
Petrus eliyle Abraham’ın sırtına vurarak:
“Oğlum bu adada mutlu olmak istiyorsan asla Kâbillerin adını dahi ağzına almamalısın. Seni çok sevdiğimi bil ve bu uyarımı dikkate al.” dedi.
Abraham başını sallayarak:
“Ama aklımdaki sorulara cevaplar bulamadıkça sanki beynimi kemiriyor bu sorular. Demeden edemeyeceğim, bu duvar dediğin gibi dışarıdan gelebilecek saldırıyı önlemek için olsa neden kıyıda ve bütün adayı çevreleyecek şekilde yapılmadı? Bu şekilde gölden karaya adımını atamadan düşmanın engellemesi her aklın düşünebileceği bir şeydir, bu duvarın adadakilerin ormana geçmesini önlemek için yapıldığı aşikâr. Bu ormanda veya buranın ilerisinde adanın diğer yerlerinde olmayan gizli bir şey var. Belki de Lord’un saklamak istediği biri belki de bir kapı…” dedi.
“Hepsini anladım da kapı nereden çıktı?” deyip kahkaha atan Petrus devam etti:
“Hem akıllı, sorgulayıcı biriyim diyorsun hem de çocukların hayal dünyasını geliştirmesi ve uyuması için anlatılan masallara hâlâ inanıyorsun.” dedi. Sonra birden ciddileşen Petrus, ormanın derinliklerini gösterip gözlerini dört açmış bir şekilde korkulu bir yüz ifadesiyle:
“Abraham onu görüyor musun?” diye sordu.
“Baba neyi, bir çıtırtı var ama ne?”
“Oradaki cadıyı!” deyip kahkahalar atan Petrus, düşmemek için ağaca tutundu. Gelen çıtırtının tavşan olduğunu anlayan Abraham, kendi hâline gülmeye başladı.
“Oğlum, o bana anlattığın içine şeytan girmiş kadınlara cadı deniyordu değil mi? Hani şu süpürge üzerinde uçanları diyorum. Nasıl bir hayal dünyan var?”
“O hayal değildi, kütüphanede kurtarıcıdan dokuz asır sonra atalarımızın bir kısmının yaşadığı Avrupa tarihini anlatan siyah kitapta yazıyordu.”
Petrus birden durup Abraham’a döndü.
“Senin aklın yerinde mi oğlum? Bizim atalarımız, kurtarıcının doğumundan yarım asır sonra zalim kralın zulmünden kaçarak buraya gelmiş. Aradan on altı, on yedi asır geçmiş ve bu sürede dış dünya ile hiçbir bağımız olmamış. Yani böyle bir kitabın bu adada olması imkânsızdır.”
Abraham kendinden emin bir sesle cevap verdi:
“Lord’dan korkmuyorsan benimle kütüphaneye gel ve bu kitabı sana da göstereyim.”
“Bence biri fena hâlde seni işletiyor Bay Bilge! Yerinde olsam dediğim gibi kütüphanenin o yasak bölümüne geçmezdim.” diyen Petrus aklından geçirdi “Zaten ben desem de yine oraya gireceksin, ben baba olarak demiş olayım.”
Abraham ve babası, bir süre sonra ormanın içindeki bekçi kulübelerine ulaştılar. Abraham uzun yoldan gelmenin yorgunluğu ile odasına çekilmişti. Odasının bir camı sisle kaplı gölü görürken diğer camı her dem yeşil kalan çam ağaçları ile dolu ormanın derinliklerini görmekteydi. Kafasını biraz kaldırınca mevsim sonbahar olduğu için yerdeki birçok kozalağı gördü. Onlar için bu ormanın en büyük nimeti bu yakıtlardı.
Adanın diğer yerlerindekiler kurumuş odun ve yakacak bulmak için yoğun çaba sarf ederken onların elinin altında bitmeyen yakıtları, kozalakları vardı. Ayrıca ormana diğerlerinin girmesi yasak olduğu için acele edip diğerlerinden önce onları toplama gibi gayrete de gerek yoktu. Abraham’ın aklında bir plan daha doğrusu yeni bir buluşu vardı, fakat buluşu için sıcak havayı beklemeliydi.
Abraham da babası gibi uyumak için pencereden ayrılıp yatağa gidecekti ki annesi Linda’nın elinde su kovalarıyla eve girmek üzere olduğunu gördü. Annesinin onun için yaptığı fedakârlıkları gözünde canlandırdı. Her sabah güneş doğmadan önce ibadetini yapan annesi, güneş doğarken sobanın kovasını çıkartmakta ve evlerinin arkasındaki düzlüğe külünü boşaltmaktaydı.
Kovanın altını odunla, üstünü kozalakla doldurduktan sonra onu sobaya yerleştirmekte ve ateşi yakmaktaydı. Zaman zaman sobanın boruları tıkanmakta ve duman evin içine dolmaktaydı. Bu yüzden zahmetli de olsa sobanın borularını sıklıkla temizlerdi. Sobadaki ateş harlanıp ev belirli bir sıcaklığa ulaşınca annesi önce eşini sonra oğlunu kaldırırdı. Böylece onların soğuktan hastalanmalarını önlemeyi amaçlardı.
Abraham annesinin su taşımaktan, sobanın sisi ve dumanıyla uğraşmaktan, külünü döküp yakmak için hazırlamaktan çok yorulduğunu fark ediyordu. Annesinin sevgi ve şefkatle çarpan kalbine kayıtsız kalamazdı. “Annem için bir şeyler yapmam gerek.” diye aklından geçirdi. Önce dışarıya bir soba kurmayı düşündü, böylece sobanın sisi, dumanı evi kirletmeyecekti ve soba kovasını doldur, boşalt, taşı sıkıntısı olmayacaktı. Abraham aklındaki sisteme göre sobanın üstüne büyük bir su kabı koyacaktı.
Bu kap, bakır ya da demir gibi metalden olmalıydı ki yüksek ısıya dayanabilmeliydi. Ateşin etkisi ile ısınan suyu boru ile evin içine taşımayı düşündü. Boruyu pişmiş çamurdan yaptı. Birkaç deneme yaptığında çamur borunun sıcaklık değişimlerine dayanamayıp çatladığını ve suyu sızdırdığını fark edince bu soruna odaklandı. Bununla birlikte ikinci bir sorun daha vardı, dışarıda ısıtılan sıcak suyun borularla evin içine taşınma mesafesi birkaç metre olsa da ısı kaybı vardı.
Aslında bunu çok önemsemedi çünkü zaten ihtiyaçtan çok daha fazla kozalak vardı etrafta. Gecenin yarısında kim yatağından kalkıp da sobaya kozalak koyacaktı. Bu yüzden borulardaki suyun sıcaklığını mümkün olduğunca korumalıydı. Ayrıca sadece boru ile ev ısınmazdı. Boru eve ulaştıktan sonra suyun ısıyı kolay ileten geniş bir haznede birikmesi gerekirdi. Bunu ikinci bir sobanın metal malzemelerini kullanarak kolayca halledebilirdi ama ısı kaybını nasıl önleyecekti?
Dalgın şekilde etrafına bakarken gözü sivri uçlu çam ağaçlarının gövdesine takıldı. Burnuna gelen çam kokusunun kaynağını babasına sorduğu günü hatırladı. O gün Petrus, ağacın gövdesindeki çam reçinelerini göstererek onların, ağacın kokusunun asıl kaynağı olmakla beraber kurda kuşa besin olduklarını anlatmıştı. Kendi kendine düşündü, koca çam ağaçlarından hayvanlarla birlikte insanlar da yararlanmaktaydı.
“Peki, reçinenin bize ne faydası olabilir?” diye düşünürken onu ısı izolasyonu için kullanabileceğini düşündü. Yaptığı birkaç denemede yanılmadığımı anladı, hemen planladığı sistemi kurmaya başladı. Zaten soba borusu ve su haznesi hazırdı. Yaptığı tek şey soba borusunun çapında duvara delik açmak oldu. Borularla evdeki haznede birikip evi ısıtan su bir süre sonra soğuyunca haznenin altındaki başka bir su borusu ile dışarıdaki sobanın haznesine akmaktaydı. Böylece su devridaim olmakta ve açılıp kapatılan vana ile evin sıcaklığı ayarlanmaktaydı.
Abraham, bu sistemi annesinin doğum gününde eve kurarak ona sürpriz yaptı. Linda, oğlunun her zamanki gibi bir şeylerle uğraşıp yeni icatlar yapmaya çalıştığını biliyordu ama bu icadının ona büyük kolaylıklar sağlayacağını hiç düşünmemişti. Bu sürpriz onu çok mutlu etti. Onu ilk kucağına aldığında: “Umarım bu küçük yavrucak bize hayır ve mutluluk getirir.” duasının kabul edildiğini bir kez daha anlamıştı.
Linda bu icatla oldukça rahatlamıştı ama hâlâ kovayla çok uzaktaki şatodan su getirmek zorundaydı. Abraham yorulmasın ve çalışmaları aksamasın diye ona bir şey diyemiyordu. Anne yüreği oğluna kıyamıyordu. Abraham, anne babasının onu ne kadar çok sevdiklerinin farkındaydı. Bir gün babasının annesine dediğini de duymuştu.
“Evet, tavırlarımızla Abraham’ı ne kadar çok sevdiğimizi gösteriyoruz ama bunu ona dille de söylemeliyiz. Bence anne babanın otorite adına sert görünmeye çalışmaları çok yanlıştır. O, bize sevdiğini söylemeden bizim ona söylememiz gerek.”
O gün Abraham, onlardan önce davranarak onların boyunlarına atlayıp:
“Ben sizi bu adadan hatta evrenden de çok seviyorum!” diyerek sevgisini göstermişti.
Abraham o günleri hatırlayıp mırıldandı:
“Yazı bekleyemem, hemen harekete geçip annem için yapacağım ikinci icadı hazırlamalıyım. Zaten bu icat, diğerinden daha pratik olacak.”
Ada, gölün içindeydi ama gölde ne balık ne bitki yetişmekteydi. Bu gerçeğin sebebini hiç kimse bilmiyordu. Abraham, bunun sebebini bulmak için yetiştirdiği farelerin bir kısmına göl suyu diğerine kovayla getirdikleri ev suyunu verdi. İlk başlarda her iki gruptaki farelerde bir farklılık görmese de birkaç ay sonra göl suyu içen farelerin öldüğünü gördü.
Her iki grupta onar fare vardı. Aynı cins ve aynı büyüklüktelerdi ayrıca aynı koşullara sahiplerdi. Bu yüzden göl suyuyla beslenen farelerin ölümü ancak bu su ile açıklanabilirdi. Kütüphanedeki simya kitabından her sıvının farklı bir kaynama noktası olduğunu okumuştu. Göl suyunun içinde sudan başka sıvıların olduğunu öngördü. Suyu onlardan ayırmak için göl suyunu kaynatmaya başladı ama suyun fokurdamasına bakarak sıcaklığı çok artırmamaya çalıştı.
Böylece kaynama noktası yüksek olan diğer sıvıların buharlaşmasını önleyip sadece suyun buharlaşmasını sağladı. Kabın üstünü kapatıp buharın boruyla başka bir kapta birikmesini amaçladı. Bu kabın etrafını dağın zirvesinden getirdiği kar ve buzla sardı. Böylece kabın içine giren buharın sıcaklığını kaybedip tekrar suya dönüşmesini sağladı. Abraham amacına ulaşıp saf suyu elde etmişti. Bununla birlikte aklına yeni sorular gelmişti su buharı çıktıktan sonra kalan sıvıda, renk farklılığından dolayı iki ayrı maddenin var olduğunu gördü. Peki, bunlar neydi, ikisi de zehir miydi, farkları neydi, etkileri aynı mıydı?
Abraham’ın son icadı ile Linda, kilometrelerce uzaktaki şatodan su taşımak zorunda değildi. Adanın tek tatlı su kuyusu Lord’un yaşadığı şatonun bahçesinden çıkartılmaktaydı. Petrus, bu buluşun Lord’un hoşuna gidip gitmeyeceğini ve buna izin verilip verilmeyeceğini bilmiyordu. Lord’un hışmına uğrayabileceğini de göz önüne alarak söylemeye cesaret edemiyordu.
Abraham ise annesine sunduğu kolaylığı, tüm ada halkına da sunmak istiyordu. Zor bir şey değildi, gölün etrafında belirli aralıklarla suyu arıtacak saflaştıracak sistemleri kurmak. Böylece adanın kıyısındaki sakinler, her gün kilometrelerce yolu katedip su taşımak mecburiyetinden kurtulacaklardı. Abraham tüm bunları anlattıktan sonra babasına sordu:
“Sen demiyor muydun Lord bizim efendimizdir. Her efendi, hizmet edenlerin huzurunu, refahını sağlamak ister. Bu sayede kendisine daha iyi hizmet edileceğini bilir, artık insanlar kova taşımaktan yorulmayacaklar. Tarlada daha çok çalışıp hayvanlarla ilgilenebilecekler. Böylece ürünlerimiz, gıdamız arttığı için hem biz hem de Lord mutlu olacak. Hatta bana yardım edecek birilerini verin, bu suyu pişmiş topraktan yapılmış borularla adanın her yerindeki eve götüreyim.”
Petrus kararsızlık içindeyken Linda’nın şatodaki kuyudan su almak için gelmemesinden şüphelenen Lord, casusları ile bu yeni buluşu öğrendi. Lord, kendisi ile ilgili bazı şeylerini bilen yardımcısına endişe dolu gözlerle baktıktan sonra dedi:
“Biliyorsun buna izin veremeyiz. Yoksa her şey altüst olur! Halkın refahı arttıkça yeni taleplerde bulunup değişimi talep ederler. Yorulmamalarından dolayı düşünecek, sorgulayacak zamanı bulmalarını göz ardı etsek bile bu durum çok değil beş altı yıl içinde bize büyük sıkıntı çıkartır. Bize inanmamaya ve emirlerimizi yapmamaya başlarlar.”
“Evet, haklısınız ama bu buluşu başkaları da duymuş. Bu icadı, bir sebebe dayandırarak engellemeliyiz.”
“Her zaman yaptığımızı yapacağız. Tanrı’nın yarattığının değiştirilmesinin Tanrı’ya karşı gelmek, ona meydan okumak anlamına geldiğini söyleyeceğim.”
“Yani diyorsunuz ki göl suyunu Tanrı böyle yarattı, onu değiştirmeye kalkışmak ona isyan etmek demektir. Bu yüzden böyle bir buluş kabul edilemez!”
“Evet, aynen öyle diyeceğim. Ayrıca halkın düşünmesine fırsat vermeden harekete geçip bununla ilgili her şeyi yok etmeliyiz ki bu işi tartışmayı dahi göze almasınlar!”
Lord, vakit kaybetmeden hizmetçilerine emir verdi:
“O sistemi bulup, yıkıp göle atın!” diye.
Dönüşte yanlarında getirdikleri Petrus’u Lord’un huzuruna çıkardılar. Lord, Petrus’a Tanrı’nın ona karşı büyük bir öfke içinde olduğunu fakat kendisinin Tanrı’ya onun adına af dilediğini ve Tanrı’nın da bunu kabul ettiğini anlattıktan sonra ekledi:
“Yıllar önce bana söz vermiştin. Ama bugün görüyorum ki bu sözü tutuyor gibi değilsin!”
Petrus, Lord’un önünde başını kaldırmadan af dilemeye devam etti. Lord bir süre düşündükten sonra:
“Sana ve Abraham’a son fırsat, aksi durumda yıllar önce yapmam gerekeni uygulamaktan çekinmeyeceğimi bil! Abraham’ın yaşı küçük de olsa geleneklerimizi uygula ve onu evlendir. Böylece Tanrı’ya ve geleneklerimize bağlılığını göstermiş olursun. Abraham’ın ibret alması için ona mühürlüleri göster. Abraham’ın gelişimini hızlandırmalıyız.”
Bu ifadenin aralarındaki söze göre ne anlama geldiğini bilen Petrus dedi:
“Aman efendim öyle şeyler düşünmek için daha çok erkendir.”
Öfkelenen Lord “Aklındakini düşündüğümü de nerden çıkartıyorsun. Sadece sözünü unutma, hazırlamayı ihmal etme demek istedim.” diye bağırdı ve onu huzurundan kovdu.




Write a comment ...